Atların vurulduğu, gözyaşının satıldığı bir dünyada 'Hamlet'
Müjdeci'nin Hamlet'i Türkiye'nin genel durumuna dair tablo çizerek "bağımsız yargı" sorununa işaret ediyor. Hazar vasıtasıyla bireysel itirazı ve arayışı işlerken sistemin çürümüşlüğünü es geçmiyor.
İlk uzun metraj filmi "Sivas" ile ses getiren Kaan Müjdeci, bu kez "Hamlet" dizisiyle seyircinin karşısına çıkıyor. Gain platformunda yayınlanan dizi, hayli popüler ve artık ironik tabirle ifade edersek Shakespeare'in "unutulmaz eseri"nin çağdaş bir yorumu... Olaylar kapalı bir sosyal yapıya denk düşen Büyükada'da ve günümüzde geçiyor. Metnin temel çatışması sayabileceğimiz iktidar mücadelesi ve ihanet ise varlığını güncel bir çerçevede, fayton krallığı üzerinde dönen savaşla hissettiriyor.
FAYTONCULAR KRALLIĞINDA TAHT KAVGASI
Diziye dair gözlemlerime geçmeden uyarlama konuyu kısaca aktaracağım. "Hamlet", at vebasına yakalandıkları söylenen 81 atın adanın ücra bir köşesinde itlafı ile açılıyor. Gemiyle getirilen atlar kafalarına kurşun sıkılarak tek tek katlediliyor. Faytoncular Kralı Ahmet Kesmeci durumdan dolayı üzgün ve hayvan öldürmeye kıyamayan çalışanı Öner'e "hayvan acıyı bilir ama acıyı bilmez" dese de üzerine bir ağırlık çökmüş. Bu ağırlaşmış beden, kardeşi Kadir tarafından kafasına nal ile vurulup aynı atlar gibi uçuruma yuvarlanıyor, oracıkta can veriyor. Kadir (Erdal Beşikçioğlu) faytonculuk yasaklansa da yıllarca çalışıp yükünü tutmuş Ahmet'in servetine konarken çok geçmeden yengesi Nazan'ı (Hatice Aslan) da baştan çıkartıyor ve krallığını ilan ediyor. Emektar çalışanları Abdullah (Cihat Tamer) ve onun oğulları Serkan (Murat Kılıç) ile Öner'i de yanına çekip otelciliğe geçmek istediğini söylüyor sık sık.
Kadir, ağabeyinin boşluğunu doldursa bile her şeyin güllük gülistanlık sürmesini engelleyecek biri var: Ahmet'in kızı Hazar. Hazar (Elit İşcan), deli dolu bir genç kız; Adaya sıkışmış ama sıkılmamış, bulunduğu yere uyum sağlamakta zorluk yaşamayan, insanlara da kolayca boyun eğmeyen bir karaktere sahip. Kendi doğrularına bağlı, aklına ve sezgilerine güveniyor. Öner'in sevgilisi olan Hazar aynı zamanda Adanın Rum sakinleri Amelie (Çiğdem Selışık Onat) ve Nuh (Emrullah Çakay) ile vakit geçirerek babasının katilini bulmaya çalışıyor. Amelie Ahmet'in geçmişte aşık olup yoksulluğundan dolayı evlenemediği Beba'nın kardeşi. Beba, aşkından canına kıymış. Hazar, Beba'nın mezarına yatarak ölülerin kendine yol göstermesini istiyor. Bir gün annesini amcası ile yakalayınca tamamen kontrolden çıkıyor ve düzmece bir kaçırılma tertipliyor. Kendini ormanda bir ağaca bağlatıp tartaklatıyor. Bu son olay büyük şehre ulaşamayan Adanın yardım çığlığı oluyor adeta ve bir reality şov, yaşananları eşeleyip programa malzeme çıkarıyor.
AYNALARDA YÜZLER VE ADAYA SIKIŞMIŞ YAŞAMLAR
Diziyi şöyle bir özetlemeye çalıştım. Olayların gelişimini anlatıp tat kaçırmayacağım, o yüzden Kaan Müjdeci'nin "Hamlet"i üzerinde durmak, öze ve biçime neler kattığına dair akıl yürütmek isabet olacak. Şu ana dek beklenen patlamayı gerçekleştiremeyen, ikinci projesi "İguana Tokyo" seyirciyle buluşamayan Müjdeci, platforma çektiği bu sanatsal işinde neler yapmış?
"Sivas"ta köpek dövüş sahnelerini ustaca işleyen Müjdeci anlatılarında hayvanlara geniş yer ayırıyor. "Hamlet" de bir hayvan hikâyesi aslında. İtlaf edilen atlar, barınakta yaşayan köpekler, etrafta rastladığımız kuş ölüleri, şifayı ve ölümü zehrinde taşıyan yılanlar... Hayvanlara ait kemikler, nal kalıntıları... Müjdeci, adanın ana karadan kopuk habitatını hayvanların, bedenlerine karşı geliştirdikleri dilsiz, sorgusuz sualsiz bir bağlılıkla perçinlemiş. Öyle ki bu bedenler nice eziyete, vahşete katlanıyor ve geride kimliklerini değilse bile cinslerini, hiç değilse bir zamanlar var olduklarını ele verecek izler bırakıyorlar, Ada'da, krallıkta yaşayanlara benzer şekilde... Hayvanların konuşmaya hakları yok. Onlara yalnızca "bir yaşamı devam ettirme" hakkı tanınmış. Ahmet ölünce Kadir'in emrine giren Balaban ailesinin fertleri gibi uysalca hizmet ederek ömür tüketiyorlar. Bu mahkumiyetin bir başka türünü ise Kadir yaşıyor. Kadir de hırsına mahkum... Kardeşini öldürmüş, vicdanı altında eziliyor, yine de her defasında yattığı yerden dirilip kalkmayı ve hayallerini dile getirmeyi, bir biçimde "yaşamayı" biliyor.
Ada yaşamının bu hırçın ve sonsuz dünyası Hazar'ı da yutmuş. Hazar vahşi bir hayvan, barınağa kapatılmış bir köpek belki. Şımarık değil, güçlü, başına buyruk, istediğinde kendini sevdiriyor fakat onu sahiplenemiyorsunuz. Hayvanların yanı sıra bir diğer anlatı aracı da aynalar. Aynalar, vicdanın temsili ve diziye teatral hava katıp öyküyü dengeliyor. Bir bakıma aynaların, araya giren Hamlet replikleriyle beraber yabancılaştırmaya yaradıklarını söyleyebiliriz. Dizi, zaman zaman geri çekilerek bakıyor olaylara. Tıpkı uykusunda düşlere dalıp kendi bedenine eğilen Hazar gibi... Aynada suratına tüküren Kadir, güzelliğine hayran kalan Nazan... Hazar'ın odasındaki boy aynası... Nihayet suç ile cezanın birleştiği, yargının gösteri halini aldığı program kulisi... Yüzleşme çabasına ve adalet arayışına göndermeler... Gece çıkılan yürüyüşler ise ilk bölümlerde daha sık rastladığımız unsurlar ve öykünün gerilimini artırıyorlar.
Tüm bunlardan hareketle Müjdeci'nin kendine has bir üslup tutturduğunu söyleyebiliriz. "Sivas"taki çocuğun hüznünü, muzipliğini Hazar'a taşımış Müjdeci, oradaki uyanıklar ve ezikler burada da çıkıyor karşımıza ancak daha önemlisi iktidar çatışmasını çeşitli düzeylerde fakat benzer bir sinematografik dille sergiliyor. Dolayısıyla ilkin atmosfer kurma becerisini anmalıyız. Filme adını veren "Sivas" yahut çekimlerin gerçekleştiği Yozgat, hayli karasal, merkeze uzak şehirler fakat Büyükada ayrı bir alem. Üstelik faytoncuların, yani hizmete koşsalar dahi bu alemle doğrudan ilişki kuranların hikâyesini mahrum bir bölgeye, canlılarını yitirmiş ahırlara ve ormanlık bölgelere sıkıştırmak, ada merkezindeki sahneleriyse akülü araçlar tepesinde oradan oraya kayan gençlerle sınırlamak maharet ve cesaret ister... Müjdeci, anlatısını uzun süre sakınıyor, kıyılarını müsilaj kaplamış adayı dış etkilere kapatıyor. Üçüncü bölümle birlikte "İstanbul çürümesi" dahil oluyor öyküye. Bu çürüme şov dünyasıyla ele alınıyor. Adaletin şova bırakılması ve düzenin salt sosyal dinamiklerden yana değil kurumsal açıdan yozlaştığını da sergiliyor. Danimarka Krallığı günümüze böyle bir gölge düşürüyor. Herkes yalancı, devlet çalışanları iş birlikçi, toplum suskun, inanmaya ve yönetilmeye aç...
HAMLET VE SİYASET
"Hamlet", adalet, vicdan gibi temaları öne çıkarsa dahi bunları yine siyaset limanına demirliyor. Metindeki popüler tiradları ele alırsak "Hamlet"teki içe dönük yaklaşımın, hesaplaşmanın olayların geçtiği krallığı ve tüm bir düzeni ifşa ettiğini görüyoruz. Müjdeci'nin "Hamlet"i de ülkemizin genel durumuna dair bir tablo çizerek "bağımsız yargı" sorununa işaret ediyor. Hazar vasıtasıyla bireysel itirazı ve arayışı işlerken sistemin çürümüşlüğünü es geçmiyor. Mesela özgün metninde de yer alan "diktatörün baskısı" ifadesi dikkat çekici... Bu baskı yargının ciddiyetini ortadan kaldırarak reality showların yükselip devlet kurumlarını lağvettiği bir hukuksuzluğa zemin hazırlıyor. Yaralı halde bulunduğunda hastane ve karakola götürülmeyen Hazar, "Nagehan Tan'la Adalet" programına konu olabiliyor örneğin.
'ADADA ESRARENGİZ CİNAYET', GİRİYORUZ!
Nagehan Tan ve kanal çalışanı Kerem, diziye heyecan katıyorlar. Ailenin ekranlarda maskara edilişi 'Hamlet' eserinin günümüzdeki karşılığını çarpıcı bir biçimde sergiliyor. Aynı Shakespeare bir sonesinde şu dizeleri kaleme almış: Ne bir mektup kalsın bizden, ne bir söz, ne bir eşya… Unut gitsin adımı, arkamdan da ağlama. Göz yaşınla da eğlenir, onu da alıp satar bu dünya…
"Bu dünya", Hazar'ın acısıyla alay ediyor, her şeyi hafife alarak reytinge çeviriyor. Sunucu Nagehan'ın hayvanseverlerden çekincesi, başım ağrımasın kaygısı çağımızın gülünç duyarlılıklar ikliminde esasen tüm değer yargılarının yok sayıldığı, göz yaşımızın alınıp gif yapıldığı gerçeğini vurguluyor. Üstelik bu dünya kurbanlarını ararken garipleri ezmekle kalmıyor, onları hedef göstermek için çıldırtıyor! Hayvanları seven fakat insanlar tarafından pek sevilmeyen daha doğrusu önemsenmeyen, kendi kabuğuna hapsedilen Öner'in bir köpek yavrusunu boğacak hale gelmesi insanı ezip ufalayan aşağılık düzenin bir neticesi değil mi? Bu dünyanın adalet yerine reyting arayan adi programları da dengesiz olarak mimledikleri Öner'leri intihara sürüklemiyor mu? Bu acılar gerçek yaşamdan alınmıştır!
BAŞARILI OYUNCULUKLAR
Oyunculuklara değinerek yazıyı bağlamak istiyorum. "Hamlet", oyuncu seçimi bakımından kusursuza yakın bir iş. Hemen her karakter kendini canlandıran oyuncuya yakışmış. Elit İşcan ve Erdal Beşikçioğlu seneler evvel Reha Erdem filmi "Hayat Var"da karşımıza çıkmış, uyum sağlamışlardı. Bu ortaklığın günümüze gelişerek, olgunlaşarak geldiğini söyleyebiliriz. Elbet Beşikçioğlu biraz geri çekilmiş ve İşçan'ın oyunu artmış. İşçan, ayarsız-tekinsiz kompozisyonunun artı eksilerini değerlendirip beden diline uyarlayarak otuz iki diş birden oyunculuğuyla bu yükün altından kalkıyor. Fakat bu ikilinin ötesinde dizinin esas yıldızı bana kalırsa Serkan rolünde izlediğimiz Murat Kılıç. Adanın yalnız, içe dönük doğasını oyunculuğuna sindirip göründüğü her sahneye dağıtıyor Kılıç. Kardeşi Öner'i canlandıran Ahmet Rıfat Şungar da karakterin duygularını ilmek ilmek örmüş, dönüşümü iyi yansıtmış. Arzuları ile arızaları arasında kalan tutuk gençte parlamış.
"Hamlet"te yetersiz bir performansa rastlamıyoruz ama Serdar Orçin'e parantez açmalı. Orçin'in canlandırdığı muhabir Kerem anlatıyı "sabote etmek" için namluya sürülen karakterlerden. O, İstanbul'un, ana karanın adamı fakat yaptığı işe yabancılaşmış, dengesiz bir tip... Ada harici (büyük resimdeki) dengesizliği Orçin'in karşılaması yerinde bir seçim çünkü dışarıdan gelen kişi yabancısı olduğu bir ortama girdiğinde mezarlıktan geçerken ıslık çalanlar gibi iştahla hikâye anlatmaya koyulur. Kerem de Hazar'a balık olmak isteyen adamın hikâyesini anlatıyor. Hikâye anlatmak ise tam Orçin'in kalemi... Orçin sadece susarak, boş boş bakarak değil ihtiyaç duyulduğu takdirde konuşarak da oynayabiliyor.
HAYVANLAR ALEMİ: BİR DERYAYI PAYLAŞMAK
Müjdeci'nin "Hamlet"i oldukça başarılı... Mistik öğelerin biraz çiğ kaldığını not düşelim ancak gerek teknik kullanımıyla gerek öykünün işlenişi bakımından övgüyü hak ediyor. Metaforların bağlanıp düğümün çözüldüğü etkileyici final sahnesiyse güvercinleri, atları ve yunusları yani karayı, göğü ve denizi bir araya getiriyor. İster fillerin tepişmesi deyin ister kayıkçı kavgası, iktidar her koşulda masumlara yöneliyor.
Bu çağdaş "Hamlet"te kendi adıma bilhassa faytoncularla balıkçıların ayrışmasını ve kozalağı rastgele insanların kafalarına attığı için Serkan tarafından (usturuplu bir dille) eleştirilen kargaları sevdim diyebilirim. Herkes rızkının peşinde, herkesin rızkı ayrı ve çıkarlar daima çatışıyor. Her kuşun eti, her atın çiftesi yenmiyor. Hani aynı gemide değilsek bile aynı deryadayız. Onu bilmek ve celladımızı aramaksa yine bizim elimizde.