Avcı toplayıcılarda toplumsal cinsiyet ve yaş
Sosyalleşme ya da toplumsallaşma, çocukların etraflarındaki dünyanın normlarını öğrenmeye başladığı bir eşik. Böylece toplumsal cinsiyete ilişkin normlar aktarılıyor, öğreniliyor, içselleştiriliyor.
Sera Yelözer*
Bebeklere doğdukları, hatta biyolojik cinsiyete dair göstergeleri ultrason ekranında gördüğümüz andan itibaren toplumsal cinsiyet kimlikleri atıyoruz. Ancak bu hep böyle değildi. Araştırmalar, geçmişte ve günümüzde avcı toplayıcı topluluklarda toplumsal cinsiyet rolleri ve kimliklerinin kültürel bağlama, yaşa, bireyin yaşamın evrelerinde içinden geçtiği eşiklere göre değişen ve dönüşen dinamik bir olgu olduğunu gösteriyor.
Toplumsal cinsiyet benimsenirken yaş, çocukluk, öğrenme ve bu süreçlerin maddi kültürle ilişkisinin etkisi iç içedir. Çocuklar, “kümülatif kültür” olarak tanımlayabileceğimiz, toplumun sosyal normlara, kimliklere, yaşam biçimine dair kolektif bilgisinin günlük rutinler içerisinde aktarılmasıyla birlikte bu sosyal normları öğreniyor ve içselleştiriyorlar. İşte toplumsal cinsiyet de bunlardan birisi. Örneğin, günümüzde kız ya da erkek çocuklarla özdeşleştirilen renkler, oyuncaklar, giysiler ve eşyalar çocuklara atanan toplumsal cinsiyet kimliklerini öğretmenin, içselleştirmelerini sağlamanın ve kimlikleri dış dünyaya simgelemenin aracısı. Toplumsal normların atfettiği kimlikleri üstlenmeyen bireyler, örneğin gençler ya da yetişkinler de dış görünüş ve maddi dünyayla birlikte kimliklerini dışa vuruyor. Aidiyet kurduğumuz kimlikler yaşamlarımız içinde, gençlikte, yetişkinlikte veya yaşlılıkta zaman zaman değişiyor ve dönüşüyor...
Peki, modern toplumdan uzağa gittiğimizde, tarihöncesinde ve günümüzde yaşayan avcı toplayıcılarda yaşın toplumsal cinsiyetle ilişkisi nasıldı? Maddi kültür toplumsal cinsiyeti öğrenme, aktarma ve simgeleme süreçlerinde nasıl bir rol oynuyordu? Bu kısa yazıda arkeolojik ve etnografik verilerin bu ilişkiler hakkında ne söylediğine bakacağız.
SOSYAL İLİŞKİLER, BİREYLİK VE TOPLUMSALLAŞMA
Kan bağına dayalı olsun ya da olmasın, bireyler ve nesiller arasında kurulan sosyal ilişkiler, bebeklere ve çocuklara bireylik atfetmenin, toplumsal kimlikleri kazandırmanın ve aidiyet hissini pekiştirmenin en önemli mekanizmalarından. Etnografik örnekler, özellikle sütten kesme tamamlanana dek bebek ve biyolojik anne arasında kurulan fizyolojik ve sosyal ilişkilerin bebeğin biyolojik ve kültürel gelişiminde büyük bir öneme sahip olduğunu doğrulamakta. Ancak yine etnografik çalışmalar bebeklerin ve çocukların çeşitli fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarının sıklıkla topluluğun diğer bireyleri tarafından ortaklaşa karşılandığı örnekler sunuyor. Örneğin biyolojik baba, diğer kardeşler, büyükanne ve büyükbabalar, çocuk bakımında ortaklaşa roller üstlenerek hem bazı toplumsal rolleri gerçekleştiriyorlar hem de yeni toplumsal rolleri ve kimlikleri öğreniyor ve üstleniyorlar.
Samoa Adalarında Margaret Mead’in 1920’ler gibi erken bir tarihte gerçekleştirdiği araştırmalar yaşça büyük çocukların, sütten kesilen kardeşlerinin bakımına yardım ettiğini gösteriyor. Sütten kesme birçok yaşayan avcı toplayıcı toplulukta bebeklerin bireylik kazanmaya ve atfedilen toplumsal cinsiyet kimliklerine göre adlandırılmaya başladığı bir eşik. Örneğin Tanzanya’da Ndumba’larda sütten kesilen çocuklar “erkek çocuk” ve “kız çocuk” olarak ayrışmaya başlar. Ya da Senegal’de yaşayan Bambara’larda iki yaş civarında sütten kesilen çocuklar topluluğun diğer üyeleriyle sosyal ilişkiler kurmaya başlarken üç yaşından sonra diğer çocuklarla sosyalleşmeye başlarlar. Sheina Lew-Levy ve çalışma arkadaşlarının 2018 yılında Cross-cultural research dergisinde yayınlanan bir makalesi, yaşıt ve farklı yaş gruplarından çocukların oluşturduğu oyun gruplarında yetişkinlerin davranışlarını taklit ederek oynayan çocukların, kendi dünyalarını meydana getirdikleri bu küçük sosyal alanda toplumsal rolleri öğrendiklerini gösteriyor.
Çocuklar için oyun ve taklide dayalı bir sosyal mekanizma olarak tanımlayabileceğimiz sosyalleşme ya da toplumsallaşma süreci aslında çocukların etraflarındaki dünyanın normlarını öğrenmeye, içselleştirmeye başladıkları bir eşik. Bu şekilde toplumsal cinsiyete ilişkin normlar, iş yapma, giyinme, süslenme biçimleri gibi pratikler aktarılıyor, öğreniliyor ve içselleştiriliyor.
SOSYAL YAŞ VE TOPLUMSAL CİNSİYET
Son yıllarda biyoarkeologlar arkeolojik insan kalıntılarının yaş tayininde farklı üç yaş kategorisi öneriyor. Biyolojik yaş, kronolojik yaş ve bunların kültürel karşılığı olarak, belirli bir yaş için toplumun uygun gördüğü rolleri ve kimlikleri ifade eden sosyal yaş. Yaşayan avcı toplayıcı topluluklarda ve arkeolojik örneklerde çocukluk üzerine geniş kapsamlı bir derleme sunan bir çalışmada Annemieke Milks ve çalışma arkadaşları, avcı toplayıcı topluluklarda bebeklerin ve çocukların farklı biyokültürel eşiklerden geçerek büyüdüğünü ve bu farklı sosyal yaş gruplarının birçok toplulukta benzer eşikler içerdiğini söylüyor.
Dolayısıyla sosyal yaş, toplumsal cinsiyet rollerinin ve kimliklerinin atfedilmesi ve benimsenmesinde önemli bir eşik. Etnografik örnekler, avcı toplayıcılarda toplumsal cinsiyete dayalı rollerin ve görevlerin çocukluğun orta aşamalarından itibaren atfedildiğini gösteriyor. Sheina Lew-Levy ve arkadaşlarının çalışması, Afrika’da yaşayan Batek topluluğunda ya da Kanada’da yaşayan Chippewayan yerlilerinde çocukların faaliyetlerinin yaklaşık 10 yaşından sonra cinsiyete göre ayrışmaya başladığını tespit etmiş. Bir farklılık, göçer ve yerleşik avcı toplayıcı topluluklar arasında gizli. Rachel Reckin ve arkadaşlarının 2020 yılında yayınlanan çalışması; nüfus olarak daha küçük göçer topluluklarda kız ve erkek çocukların birlikte öğrendiğini, nüfus olarak daha kalabalık yerleşik avcı toplayıcılarda ise farklı cinsiyetlerden çocukların farklı şekillerde sosyalleşerek öğrendiğini ortaya koyuyor.
Çocukların birlikte oyun oynayarak ve yetişkinleri taklit ederek toplumsal rolleri öğrenmesinin yanı sıra, yetişkinlerle birlikte zaman geçirerek, gözlemleyerek ve çıraklık ederek öğrendiklerini de düşünebiliriz. Arkeolojik veriler, taş alet yapımında becerikli, yetenekli, uzmanlaşmış üretimlerle daha amatörce, belki de çocuklar tarafından yapılmış üretimleri ayırt edebilmemizi sağlıyor. Etnografik veriler ise avcı toplayıcı topluluklarda özellikle ergenliğin deneme, keşif ve çıraklık yoluyla toplumsal rollerin öğrenilmesi için en ideal sosyal yaş olduğunu göstermekte.
TOPLUMSAL CİNSİYET, YAŞ VE MADDİ KÜLTÜRÜN İÇ İÇE İLİŞKİSİ
Sosyolojik, antropolojik ve arkeolojik araştırmalar, maddi kültürün tek başına pasif halde, anlam içermeyen bir nesne ya da nesneler topluluğu değil, sosyal kodlarla yüklü, aktif ve simgeleyen bir şey olduğu konusunda hemfikir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet rollerini öğrenme, öğretme ve bu rollere dayalı kimlikleri simgeleme süreçlerinin de maddi kültürle iç içe olduğunu düşünebiliriz. Örneğin, Amazon ormanlarında yaşayan Kayapo avcı toplayıcılarında çocuklar, belirli toplumsal cinsiyet rollerinin atandığı yaştan itibaren aidiyet kurdukları toplumsal cinsiyet kimliğiyle özdeşleştirilmiş takılar takmaya başlarlar. Takılar bu örnekte hem çocuklara toplumsal cinsiyet kimliklerini benimseten hem de çocukların ve ayrıca yetişkinlerin kimliklerini dış dünyaya simgeleyen bir aracı.
Takıların toplumsal cinsiyet ve yaş gibi kültürel, toplumsal ve bireysel düzlemlerle iç içe kimlikleri simgelemedeki rolüne dair ilk örnekler tarihöncesinden, Paleolitik dönemden gelmekte. Paleolitik dönemde dünyanın farklı yerlerindeki mağara ve kaya sığınaklarında bulunmuş, deniz kabukları ve çeşitli yabani hayvanların diş ve kemiklerinden yapılmış süs eşyaları, bedenin nasıl süslendiğine dair bilgi veren ilk örneklerden. Topluluk içerisinden belirli kişilerin sosyal kimliklerinin ölü gömme ritüellerine yansımalarını ise mezarlardan takip edebilmekteyiz. Erik Trinkaus ve Alexandra P. Buzhilova, 2018 yılında Antiquity’de yayınlanan bir çalışmada Üst Paleolitik’te bazı çocuk ve genç bireylerin, yetişkinlere benzer şekilde çok sayıda süs eşyasıyla birlikte gömüldüğünü belirtiyor. Örneğin, Rusya’da yer alan Sunghir’de gömülmüş yetişkin erkek, ergen çocuk ve küçük çocuk arasındaki ortaklık, üçünün de binlerce boncuk ve çeşitli buluntularla birlikte, bedenleri aşı boyasıyla kaplanarak gömülmüş olması.
Toplumsal cinsiyetin yetişkinlerin dünyasındaki anlamı, nasıl yaratıldığı, atfedildiği ve simgelendiği arkeolojide son on yıllarda sıkça çalışılan konulardan biri olsa da kimliklerin çocukluktan itibaren nasıl kurgulandığı ve yaşam döngüsü içerisinde, mesela yaşlılıkta nasıl dönüştüğü gibi sorular son yıllara kadar daha az gündemdeydi. Anadolu Neolitiği için, Çatalhöyük’te biyoarkeolojik ve maddi kültür verilerini ölü gömme uygulamalarıyla karşılaştırmalı şekilde ele alan çalışmalar bu sorulara cevap arayan ilk çalışmalardan. Araştırmalar, Çatalhöyük’te çocuklukta, yetişkinlikte ve yaşlılıkta kimliklerin maddi kültür aracılığıyla ölü gömme ritüellerinde nasıl simgelendiğine dair çeşitli örüntüler sunmakta: biyolojik kadın ve erkek yetişkinler benzer objeler, boncuklar ve pigmentlerle birlikte gömülürler ve cinsiyetlere göre belirgin bir ayrışma görülmez. Sabit izotop analizleri de beslenmede cinsiyetler arasında belirgin bir ayrışma olmadığını göstermekte. Peki, işin içine bebekleri, çocukları, ergenleri ve yaşlıları kattığımızda nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?
Bebek ve çocuk mezarlarında bulunan takılar sayısal olarak yetişkin mezarlarından daha fazla. Nerissa Russell, 2019’da Environmental archaeology dergisinde yayınlanan makalesinde kuş kemiklerinden yapılmış objelerin sadece yenidoğan bebeklere ait mezarlarda bulunduğunu belirtiyor. Ortak öğelere dayanarak ise, çocukların kimliklerinin belirli bir yaşa dek yetişkinlerle sosyal ilişkilerine göre belirlendiğini düşünebiliriz. Bu ortaklıklar, belirli bir sosyal yaştan sonra azalıyor gibi görünüyor. Örneğin, ergenlikteki çocuklarla genç erişkinlerin mezarlarında nadiren eşyalar bulunuyor. Yaşlılar ise yoğun kullanım görmüş, olasılıkla yaşamlarında kendilerine ait ya da aktarılmış eşyalarla birlikte gömülmüşler.
Yaşlılıkla ilgili olarak, Çatalhöyük’te öne çıkan bir diğer maddi kültür öğesi ise figürinler. Meme, kalça ve göbeklerin sarkık ve büyük şekilde vurgulandığı kimi figürinler, arkeologlar tarafından uzun yıllar boyunca bereket ve “ana tanrıça” kültleriyle ilişkilendirilmişti. Ancak, Carolyn Nakamura ve Lynn Meskell, 2009 yılında Journal of archaeological method and theory’de yayınladıkları makalede, bu figürinlerin aslında topluluğun yaşlı ve tecrübeli kadınlarıyla özdeşleşmiş kimlikleri simgelediğini söylüyorlar. Dolayısıyla, bu figürinleri, ayrışmış toplumsal cinsiyet kimliklerinin ve “tapınım” gibi kavramların görüngüleri olmak yerine toplumsal hafıza ve tecrübeye dayanan kimlikleri anlatan maddi kültür öğeleri olarak düşünmek mümkün.
Etnografik ve arkeolojik veriler gösteriyor ki küçük ölçekli topluluklarda toplumsal cinsiyetle ilişkili sosyal roller ve kimlikler çocukluktan itibaren gözlemlenerek öğreniliyor, çeşitli maddi kültür öğeleri aracılığıyla simgeleniyor ve maddi kültür öğrenme sürecinde merkezi bir yerde duruyordu. Bu ilişki, yaşamın farklı döngülerinde dönüşmekte, bireylerin toplumsal cinsiyet rolleri ve kimlikleri yaşamın farklı eşiklerinde farklı toplumsal anlamlar kazanmaktaydı. Dünyanın farklı yerlerinden etnografik örnekler bebeklerin doğdukları andan itibaren çocukluğa geçişlerine dek bireylik kazanmadıklarını ve belirli bir sosyal yaştan sonra “cinsiyetlendirildiklerini” göstermekte. Ergenlikten çıkarak yetişkinliğe adım atma sürecinde ya da menopoz gibi çeşitli biyokültürel eşiklerden sonra da toplumsal cinsiyet rollerinin ve kimliklerinin değiştiğini biliyoruz. Fakat tüm bu süreçler, toplumsal cinsiyetin bireyler, gruplar ve kimlikler arasında ayrışma ve eşitsizliğe dayalı ilişkiler yaratmasının bir nedeni ya da sonucu değildi.
İstanbul Üniversitesi, Tarih Öncesi Arkeolojisi Anabilim Dalı Doktora Adayı*