Avrupa Birliği’nde üyelere de 'Kopenhag Kriterleri'
AB, kendi içinde demokrasi sorunları yaşandığını açıkça itiraf ediyor. Eğer bazı üye ülkelerde AB'nin 30 Eylül'de yayınladığı raporun dikkat çektiği demokrasi sorunları yaşanıyorsa, bunun bir sorumlusu da, “demokrasiden geri kayışı” durduramayan AB’nin kendisi. Doğrudan da olmasa, bu sorumluluk itiraf edilmiş oluyor.
Avrupa Birliği, 30 Eylül’de ilk kez üye ülkelerin “hukuk devleti kriterlerine” uygun hareket eden yargı sistemlerine sahip olup olmadıklarını inceleyen bir rapor yayınladı. Bundan sonra yıllık olarak yayınlanacak bu rapor, “yargının bağımsızlığı” konusu başta olmak üzere, “sivil toplumun sağlamlığı ve özgürlüğü”, “demokratik tartışma ortamı ve muhalefetin hak-özgürlük durumu”, “özgür medya”, “güçler ayrılığını denetleme mekanizmaları” gibi “demokrasi göstergelerine” odaklanıyor. Bu gibi göstergeler dört ana başlık altında inceleniyor: “Yargı Sistemi”, “Yolsuzlukla Mücadele”, “Çoğulcu Medya”, “Kuvvetler Ayrılığı”. Özetle, bu rapor, AB ülkelerinin kendilerinin “yıllık demokrasi karnesi”.
Bu rapor, Avrupa Birliği’nin üç ana kurumsal çatısı; AB Komisyonu, AB Konseyi ve AB Parlamentosu ile üye ülkelerin ulusal parlamentoları, sivil toplum örgütleri ve diğer ilgili taraflar arasındaki diyaloğu arttıracak bir zemin olarak da tasarlanıyor.
Raporun içeriğinde dikkat çeken başlıca konu, Macaristan ve Polonya’ya yönelik sert eleştiriler-özellikle de Polonya’nın “demokrasi karnesi”, zayıflarla dolu gözüküyor. AB’nin “Hukuk Devleti” raporuna göre, Polonya’da yargı bağımsızlığı “ciddi kaygılar yaratıyor”. Macaristan içinse, yolsuzluk konusundaki sorunların altı çiziliyor. Yine de, raporda adı negatif biçimde en çok geçen ülke, Polonya. Ardından Bulgaristan, Romanya ve Slovakya. Ancak sanılmasın ki, eleştiriler sadece AB’nin yeni üyelerine yönelik: Avusturya da, Polonya ve Bulgaristan’ın ardından ismi raporda olumsuz biçimde en çok anılan üçüncü ülke. Raporda, Avusturya’da hükümetin, medyaya yönelik kaynakları kullanırken “şeffaf davranmadığı” gibi eleştiriler söz konusu.
AB İÇİN GERÇEK BİR 'İLK'
AB, birçok konuda rahatsızlığını “derin kaygılar”dan bahsederek dile getiriyor ve hatta, “sözde” kalan bu “kaygılı hal”, alay konusu da oluyor. O zaman, bu raporun farkı ve önemi ne?
Öncelikle AB, kendi içinde demokrasi sorunları yaşandığını açıkça itiraf ediyor. Eğer bazı üye ülkelerde raporun dikkat çektiği demokrasi sorunları yaşanıyorsa, bunun bir sorumlusu da, “demokrasiden geri kayışı” durduramayan AB’nin kendisi. Doğrudan da olmasa, bu sorumluluk itiraf edilmiş oluyor.
Gelelim işin “işte burası çok önemli” kısmına: AB, yakında fon dağıtımına, “hukuk devleti olma” kriteri getirmeye başlayacak. Yani, AB’nin yaklaşık 2 trilyon Euro’luk 2021-2027 bütçesi ve bütçenin 750 milyar euro’luk “Korona virüsü krizine karşı desteği” amaçlayan kurtarma paketi kısmının, hangi ülkede nasıl harcanacağında, bu raporda incelenen göstergelerin sağlamlığının belirleyici olması amaçlanıyor.
Polonya ve Macaristan, bu raporun yayınlanması öncesinde, AB’nin korona virüsü kurtarma paketini ve 7 yıllık bütçesini bloke etme tehdidini ileri sürüyordu. AB düzenlemelerine göre, kararlar ortak biçimde alındığı ve ulusal parlamentoların da büyük bazı kararları onaylaması gerektiğinden, üye ülkeler ellerinde “veto kartını” tutuyorlar. AB Bütçesi ve korona virüsü kurtarma paketinin de, tüm üyelerin meclisleri tarafından onaylanması gerekiyor.
ALMANYA YİNE 'ARABULUCU' ROLÜNDE
Türkiye ile ilgili konularda olduğu gibi, AB’nin demokrasi konusundaki “oyunbozanları” ile bu durumdan hoşnut olmayan üyeler arasındaki anlaşmazlığın arabulucusu rolünde de Almanya var. Ve tıpkı Türkiye ilintili konularda olduğu gibi Almanya, bu konuda da kimseye yaranamıyor.
Almanya, sadece Avrupa’nın “en ağır topu” rolünden dolayı değil; aynı zamanda Ocak 2021’e kadar sürecek AB Konseyi Dönem Başkanlığı görevinden ötürü, arabuluculuk yapmak durumunda. Almanya, bir yandan Polonya ve Macaristan gibi, raporun “topun ağzına koyduğu” ülkeleri işbirliğine razı etmek ve diğer yandan da, bu gibi “oyunbozanlara” karşı artık sert tavır konmasını talep eden diğer üye ülkeler ve tarafları da “gerekli mesajın verildiğine” ikna etmek zorunda.
Berlin, “arabuluculuk” amacıyla 28 Eylül Pazartesi günü, “bütçeden yararlanma” ve “hukuk devleti olma” kriterlerinin birbirine nasıl bağlanabileceğinin çerçevesini ortaya koyan bir öneriyi AB ülkelerine sundu. Almanya’nın tasarısı, zaten iki yıldır AB Komisyonu’nun üzerinde çalıştığı “ne kadar demokrasi, o kadar fon” ana fikirli uygulama taslağının farklı bir versiyonu.
Almanya’nın sunduğu mekanizmanın farkı, fonlardan mahrum bırakılma kriterlerini hayli muğlak tanımlamalara bağlaması. Bu yaklaşımın amacı da, Macaristan ve Polonya gibi ağzı yanacak ülkelerin onayını alabilmek. Berlin’e gelen ilk tepkilere bakılırsa, Almanya’nın teklifi “oyunbozanlardan” destek alamadığı gibi, başta Kuzey ve Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere, “oyunu kurallarına göre oynadığını düşünenlerin” de tepkisini çekti. Sonuç olarak AB, “hukuk devletine” uygunluk ve iç demokratikleşme meselelerini ciddi biçimde tartışmaya daha yeni başladı: Bu süreç de, Avrupa’nın kendi içine dönüşü ve iç sorgulamasını derinleştirecek. Özetle, Türkiye gibi “üye adaylarına”, AB’nin parçası olabilmeleri için ayrılacak enerji ve zaman da iyice düşecek.