Avrupa ile 'sevgili' dönemi mi?
AB, nasıl ABD’de Joe Biden yönetimi öncesi Çin ile kendi anlaşmasını yaptıysa, Türkiye ile de anlaşmak ve ilişkileri bir resmiyete dökmek istiyor. Ama bu resmiyet, birleşmek değil anlaşarak ayrılmak odaklı.
Avrupa Birliği ile sanki birden yeni bir dönem başlıyor: Bu, ilişkilerin yeniden ısınacağı bir dönüm noktası mı?
Yanıtım hayır.
AB ile Türkiye arasında şu an yaşananlar bir yakınlaşmanın değil “uzaklaşmanın”; hatta uzaklaşmanın resmîleşmesi sürecinin parçaları.
AB ile Türkiye birleşmek bir yana, “evleri ayırıyorlar”.
Ortada yürütülmesi gereken bir ilişki var; ama “ortak çıkarlar ve sorumluluklar” çerçevesinde bir ilişki. Böyle bir ilişki, AB ile Çin arasında da var: 30 Aralık 2020’de Çin ile AB’nin son derece kapsamlı ticaret anlaşması da ortak çıkar ve sorumlulukların farkında olunmasının bilincinde gerçekleştirildi. Dolayısıyla, Türkiye ile AB ilişkileri de Çin ile AB’ninkinde olduğu gibi “ortak çıkarlar” çerçevesinde “yeterince uzak ve yeterince yakın” biçimde yeniden şekillenecek.
Oysa dışarıdan bakınca her şey yolunda gözükmüyor mu?
Avrupa Birliği’nde tam yaptırımlar geldi gelecek, ilişkiler koptu kopacak derken; şimşekler ardı ardına çakarken, birden dışarıdan bakınca “her şey yolunda gidiyormuş” izlenimini veren gelişmeler yaşadık.
Son birkaç haftalık süreçte şunlar oldu:
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, “Sevgili Tayyip” diye başladığı söylenen bir mektup yazdı. Tabii, mektubun “Mon Cher Tayyip” mi, yoksa “Cher Tayyip” mi diye başladığını bilemiyoruz: zira, mektubun varlığını ve “Sevgili” diye başladığını Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklamasından öğrenebildik. Meğer, Erdoğan’ın kendisine bir “2021 Yeni Yıl” mesajı yollaması üzerine, Macron da ona “sıcak” bir mesaj ile yanıt vermiş. Fransa Cumhurbaşkanlığı bu konuda opak ve ketum davrandı. Böyle bir “mesajlaşma” olduğunu -bahsettiğimiz gibi- Çavuşoğlu’ndan öğrendik. Donald Trump’ın diplomatik görüşmelerinin içeriğini ve hatta varlığını saklı tutan yaklaşımı Avrupa genelinde eleştiriliyordu ama görüyoruz ki, Trump gitse de tavırları dünya genelinde siyasete miras kalmış gibi gözüküyor.
Diğer yandan, Türkiye ve Yunanistan arasında bir türlü başlayamayan “barış” görüşmeleri, sonunda 25 Ocak 2021’de başlıyor. Üstelik de, Türkiye’nin ev sahipliğinde İstanbul’da: Böylesi bir barış görüşmesinin normalde “nötr bir üçüncü ülkede” buluşularak gerçekleştirilmesi beklenir.
18 Ocak 2021 Pazartesi ise, Avrupa-Türkiye arasındaki ilişkilerde iki önemli gelişmenin birbiri ardına sıralandığı bir gün oldu. Öncelikle, NATO ev sahipliğinde Brüksel’de Türkiye ve Yunanistan askeri heyetleri arasındaki “teknik” görüşmeler başladı. Bu görüşmeler, 2020 Eylül-Ekim döneminde başlamış ve Türkiye ile Yunanistan arasında tansiyonu ilk düşüren gelişmeydi. Ve hatta, NATO’nun bu müdahalesi “savaşın eşiğinden” dönülmesine bile sebep oldu denebilir. Bu görüşmeler, Ankara’nın ifadesine göre, “Yunanistan masadan çekildiği için” Kasım-Aralık'ta kesintiye uğramıştı.
Aynı gün, 18 Ocak’ta, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Ankara’da mevkîdaşı Çavuşoğlu ile görüşmedeydi. Görüşmeler ve sonrasındaki basın toplantısı, Çavuşoğlu’nun Yunanistan’a birkaç “laf çakması” dışında gayet “pozitif” geçti. Maas da, Çavuşoğlu’na “sevgili” diye hitap ediyor. Ankara, daha Yunanistan ile görüşmeler başlamadan “çökerlerse” sorumluluğun Atina’nın olacağı mesajını verdi.
ÖZİL: BİRLEŞMENİN Mİ, AYRILMANIN MI SEMBOLÜ?
Basın toplantısı (ve görüşmenin genelinin) tek rengi, Fenerbahçe’ye transfer olan Mesut Özil ile ilgili şakalaşmalardı. İşin ironik yönü, Özil “anlaşarak ayrılma sonrası ebeveynlerinin birinin tarafında kalan çocuğu” sembolize ediyordu adeta. Çavuşoğlu, Özil’i fazlasıyla sahiplenirken; Maas’ın tarafında da Özil’in “artık kendi gerçek evinde olduğunu” sezdiren dokundurmalar vardı.
Tabii, Türkiye ile Avrupa Birliği’nin yeni “aranjmanının” arka planında Almanya var. Angela Merkel, 2021 sonbaharında şansölyeliği bırakmaya doğru ilerlerken sadece o değil, tüm Almanya “istikrarlı bir geçiş dönemine” hazır olmak istiyor. Türkiye ile ilişkilerin sağlama alınması da, bu geçiş döneminin istikrarının önemli bir parçası. Sadece Almanya değil; Fransa’nın da hedefi istikrar. Macron’un 2021’de yerel, 2022’de Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerle önünde önemli sınavlar var.
Maas Ankara’da görüşmelerdeyken; Macron da Paris’te başkanlığı için son derece önemli bir konu için ter döküyordu. Macron'un Fransa'da “Müslüman örgütlerini yeniden organize etme ve ayrılıkçı İslam ile mücadele” amacıyla düzenlediği “Fransa İslam'ı İlkeler Tüzüğü” çalışmasını 17 Ocak’ta tamamlandı.
18 Ocak günü de, Fransa İslam Konseyi'ne bağlı 9 Müslüman Federasyonu’ndan 5 tanesi Elysee Sarayı'nda, “Fransa İslam'ı İlkeler Tüzüğü”ne imza attı.
Toplantıya katılmayanlar federasyonlar ise bilin bakalım kimler: Milli Görüş Teşkilatı Federasyonu (CIMG) Temsilcisi Fatih Sarıkır, Fransa Türk Müslümanları Koordinasyon Komitesi (CCMTF) temsilcisi İbrahim Alçı ve Müslüman Kardeşler sempatizanı Tebliğ Federasyonu temsilcisi Elysee Sarayı'ndaki toplantıya katılmadı. Oysa, Tüzük’e karşı çıkan bu federasyonlarla 17 Ocak’ta özel bir toplantı düzenlenmiş ve ortak metin üzerinde anlaşılmıştı. Ankara’dan Paris’e yine bir son dakika golü geldi.
Görüldüğü gibi, Fransa’nın da Almanya’nın da Türkiye ile anlaşmak için kendi sebepleri var. Şu aşamada “kabak tadı” verdiğini düşünseler de, alacaklarını alıp net bir çerçevede anlaşıp geleceğe ilerlemek arzusundalar.
AB, nasıl ABD’de Joe Biden yönetimi öncesi Çin ile kendi anlaşmasını yaptıysa, Türkiye ile de anlaşmak ve ilişkileri bir resmiyete dökmek istiyor. Ama bu resmiyet, birleşmek değil anlaşarak ayrılmak odaklı.
Diğer bir deyişle AB ve iki başlıca ağır topu Fransa ve Almanya, Türkiye ile de en kısa zamanda sorunlarını olabildiğince çözen bir “orta noktada” buluşup, anlaşarak ayrılmak istiyor.