YAZARLAR

Avrupa’da odun hırsızlığı

Marx’ın odun hırsızlığı üzerinden, mülkiyeti tartışmaya açmasının üzerinden 180 yıl geçmişken, şimdi yeniden Avrupa’da ve üstelik Ren-Westfalya merkezli Almanya’da mülkiyet tartışmaları açılmış görünüyor. Ne var ki, köprülerin altından çok su aktı. Zira, 1970’lerde bir yandan, sosyal devlet tasfiye olurken, diğer yandan da  neo-liberalizm gelişti. Yeni sermaye biçimleri, yeni üretim teknolojileri beraberinde yeni mülkiyet ve ticaret biçimleri yarattı.

Winter is Comin’

Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan savaşı, Avrupa meşhur Doğu Sorunu[1] üzerinden gördü ve bu kez Moğollar ile arasına Osmanlı devletini değil, Ukrayna’yı tampon olarak yerleştirdi. Bu plan çerçevesinde, Ukrayna’ya ciddi düzeyde diplomatik destek, askeri mühimmat-teçhizat yardımı ve maddi yardım yapan Avrupa, Rusya’ya karşı da geniş bir ambargolar dizisini devreye soktu. Tüm bunlara, Rusya, Avrupa’nın enerji vanalarını kapatarak yanıt verince, siyasi yorumcular, 2. Dünya savaşına atıfla, “Rusların General Kış’ı yeniden cephede” yorumları yaptılar.

Yani hem Avrupa tarafından hem de Rusya tarafından baktığımızda, tarafların birbirlerine diz çöktürmek için kullandıkları stratejiler pek yeni değil; Avrupa’nın medeniyet, kültür, kimlik, Avrupalılık cephesine karşın, Rusya’nın jeo-stratejik avantajları üzerinden savaşı zamana yayarak, hasımlarını sosyal olarak çökertmeye çalışması…

ODUN HIRSIZLIĞI; AVRUPA SAVAŞIN SONUÇLARIYLA YÜZLEŞİYOR

İki kadim düşman, yani General Kış ile Doğu Sorunu’nun çarpışması elbette başka kadim meseleleri de tetikliyor. Şimdiye kadar, savaşın direkt sonucu olarak, neo-nazi ırkçılık, göçmenlik ve göçmenler arasında renk ve din ayrımcılığı, Çeçen taburları, işkence vb… gibi şeylerle yüzleştik. Fakat geçtiğimiz hafta GazeteDuvar’da yayınlanan Avrupa’da Odun Hırsızlığı haberi ile Avrupa’nın savaşın sosyal sonuçları ile de yüzleşmeye başladığını görmüş olduk.

Almanya merkezli ortaya çıkan bu sosyal hadisenin pek çok bağlamı var, öncelikle örneğin Almanya’da hanelerin yaklaşık yüzde 10’u halihazırda ısınmak için odun kullanıyor. Isınma için kullanılan odunun tonu, Rus ambargosundan önce 50 euro civarındayken, şimdilerde 200 euroyu geçmiş durumda ve yalnızca ormandan ‘odun çalma’ değil internet üzerinden, Star gazetesinin haberine göre, ucuza odun satıyormuş gibi ilan verip insanları dolandıran siteler türemiş durumda.

Dolayısıyla, Avrupa winter is comin’e doğru koşarken, memleketimizin AK-Gezenleri, olayı “Avrupa bitiyor”, “dünya 5’ten büyüktür” perspektifinden gördü ve TRT Haber, "Almanya Enerji Krizini Hırsızlıkla Çözmeye Çalışıyor" başlığıyla, Akit “Enerji Krizi Almanya’yı Fena Vurdu: Hırsızlık Patladı” başlığıyla, A Haber “Avrupa Alarm Veriyor! 18 Ülkede Çift Hane Görüldü: Talep Patladı, Hırsızlık Arttı” başlığıyla olayı selamladı.

Avrupa’nın kadim düşmanlarının ve düşmanlıklarının şişeden çıkardığı ve Türkiye’nin de Doğu Sorunu ve medeniyet krizi üzerinden pozisyon kapmaya çalıştığı bu mevzu, havuz medyasının ellerini ovuşturarak izlediği kadar basit bir hırsızlık meselesi değil.  

GÖRENEK HUKUKU, MÜŞTEREKLER, MÜLKİYET

İzleyenlerin bileceği üzere, Der Junge Karl Marx filmi, ormanda odun parçaları toplayan Alman yoksullarının, gene Alman atlı askerleri tarafından saldırıya uğraması ve yoksullardan birkaçının öldürülmesini anlatan bir sahne ile başlar. Tümüyle gerçek olaylardan esinlenmiş olan bu sahne, o yıllarda Avrupa’da değişik biçimlerde tasfiye edilmeye başlanan, görenek hukukuna bağlı olarak köy komünleri (Fransa) ya da mülksüz müşterekler tarafından, bir tür zilliyet hukukuna bağlı bir şekilde kullanılan, geleneksel meraların, avlakların, sulak alanların, ormanların ve buralardan elde edilen ürünlerin, görenek hukukuna, yoksullara ve müştereklere tümüyle kapatılıp, özel mülkiyete devredilmesinin Almanya’daki bağlamına ilişkindir.

17. yüzyılda Colbert[2] dönemi Fransa’sında, köy komünlerinin hakları uzun uzadıya budanmıştı, 1830’larda başka birtakım yaptırımlarla, görenek ve zilliyet hukukuna dayalı olarak, avam yoksullarının bütün kullanım haklarına Fransa’da el konulmuştu ve Ariege kırsalındaki yoksullar büyük bir isyan dalgası başlatmıştı. 1834 yılında İngiltere’de, özellikle kır yoksullarının yoksulluğunu sürdürülebilir kılan ve derebeyleri/burjuvalar tarafından ortak bir şekilde fonlanan Speenhamland[3] yasası askıya alındı ve yoksullar İngiltere’de de yoksulluklarıyla başbaşa kaldı. Şimdiki Almanya’nın büyük parçalarından birisi olan Kuzey Ren Westfalya eyaleti o yıllarda Fransız devrimi yasalarından etkilenmiş bir anayasa ile yönetilmekteyken pek çok siyasi gelişmenin sonucunda, 1830’larda liberal-özgürlükçü anayasa kaldırıldı ve yerine daha muhafazakâr bir anayasa konuldu. Bu anayasa ve takip eden yasalar da, tıpkı İngiltere ve Fransa’dakiler gibi, büyük oranda mülk sorununun yeniden tanımlanması[4] etrafında dönüyordu.

ODUN TOPLAMAK NE ZAMANDAN BERİ HIRSIZLIK OLDU?

Tam da 1842 yılının güzünde, Ren Eyaleti’nde de ormanlardan her biçimde ve her türlü odunun toplanmasının hırsızlık sayılacağına (zira daha önceden böyle bir hırsızlık türü yoktu ve odun toplama görenek hukuku kapsamında kabul edilen bir şeydi) ilişkin bir dizi yasa kent meclisinden geçirildi.

Ren Eyaletinde ormanlardan odun ve dal toplamanın hırsızlık haline getirilmesi gerektiğini savunanlardan birisi “tam da odun çalınması hırsızlıktan sayılmadığı için bu kadar sık oluyor bu” [5] diye dert yanmaktadır. Bu kadar sık oluyor diye dert yanılan ve hırsızlık haline getirilmek istenen şeyler Fransız muadilinde, bir orman bekçisinin hazırladığı “Orman Kötülükleri ve Bunların Ekonomik Nedenleri” isimli bir raporda şöyle sıralanır: “çayüzümü ve başka odun meyvelerinin çalınması, fırça ve süpürge üretimi yahut hayvan besleme için gerekli orman ürünlerinin çalınması, çark üretimi amacıyla küçük dalların çalınması, ev ve tarım avadanlıklarının onarımı için ahşap çalınması, dam lataları için ahşap çalınması şerbetçiotu sırığı için odun çalınması, merdiven, sıpa, iskele için odun çalınması, sepetçilik için yapay ağaç kökü çalınması, ocak odunu çalı çırpısı çalınması…”[6]

Burada hırsızlık olarak görülmek istenen şey, geleneksel köy hanesinin görenek hukukuna göre, müştereklerden ve onların ürünlerinden faydalanma hakkıdır. Fakat burada, orman ürünlerinden görenek hukukuna göre faydalanmanın, kapitalizm bakımından iki yönlü bir tehlikesi vardır, birincisi gelişmekte olan özel mülkiyet hukuku ormanları da içermekte ve teklifsizce ormanlara girip çıkan köylüler özel mülkiyet hukukunu dolayısıyla türedi burjuvaların varoluşlarını tehdit etmekteler, ikincisi de ormancının da çok güzel bir şekilde sınıflandırdığı gibi, köy hanesi için ücretsiz olarak ormanlardan, meralardan, fundalıklardan elde edilen (handiyse avcı-toplayıcı dönemden kalma) geçimlik ürünler ve bunların işlenmesine yarayan alet-edevat, burjuva zanaatkârın oluşturmaya çalıştığı meta ekonomisi için büyük bir tehlike arz etmektedir.

Tüm bunlardan dolayı, Fransa, Almanya, İngiltere ve hatta Osmanlı devleti, görenek hukukunu tasfiye edip bunun yerine, mülkiyet ilişkilerine, pazar ekonomisine ve modernist bürokrasiye dayalı yeni bir hukuk-yasa sistemi geçirmeye çalışmaktadır.

MARX: ASIL HIRSIZLIK MÜLKİYETİN KENDİSİ

Tam da bu büyük altüst oluşlar döneminde, 1842 yılının güzünde (bir başka winter is comin’ zamanında) 24 yaşında doktorasını henüz bitirmiş olan genç entelektüel Karl Marx, Rheinicshe Zeitung gazetesinde, “Bir Renlinin 6. Ren Meclisi’nde Yürüttüğü Müzakereler” başlığıyla, gazetenin 298, 300, 303, 305, 307 sayılarında toplam 5 makale yazdı.

Marx’ın sonraki radikal görüşlerinin bir tür taslağı niteliğindeki bu yazılar, bir yandan Hegel’in hukuk felsefesinde tartıştığı doğa hukuku ile insani hukukun kimi zaman birbirlerini kesen sınırlarının, Proudhon’un mülkiyet üzerine yazılarının ve Rousseau’nun sosyal sözleşme ve mülkiyet arasındaki gerilimlerinin izlerini taşımaktadır. Dediğimiz gibi tüm bu eklektik yapıya rağmen, Marx’ın yazıları sonraki yıllarda girilecek radikal yolun izlerini taşır ve kabaca bir şeyi hırsızlık olarak tanımlamanın bizzat mülkiyetin doğasındaki sahiplenme ve diğerlerini dışarıda bırakma eğilimi yüzünden, mülkiyetin kendisini de hırsızlık haline getireceğini iddia eder.

Hikâyenin sonrası biraz daha biliniyor, endüstriyel kapitalizm, sermaye ve özel mülkiyet, Avrupa’dan başlayarak dünyanın hemen her yerinde, müşterek arazileri, köy komünlerini, melez mülkiyet biçimlerini, meraları çitleyerek, ormanları özel mülk haline getirerek, manastırları kapatarak, tasfiye etti. Böylelikle görenek hukukuna dayalı hakları ellerinden alınmış yoksullar bir anda kendilerini, işçi ya da işsiz yoksullar olarak buldular ve Avrupa’nın endüstriyel kentlerine akmaya başladılar. Böylelikle bir yandan işçi sınıfı merkezileşirken, diğer yandan da sermaye ilksel birikimini tamamlamış temerküz aşamasına geçmişti. Avrupa işçi sınıfının ve yoksullarının 1844 ve 1848 isyanları, E.P.Thompson’a göre[7], yalnızca ücret ve haklar meselesi değildir. Bu meselenin yalnızca bir yanıdır, işçiler, aynı zamanda bu sert dönüşüme karşı, yani görenek haklarından ve kırsal hayatlarından yoksun bırakılarak, kentlerde köle olmaktan başka bir hakları kalmamış olmasına karşı büyük isyanlar örgütlerler ve yenilirler. Bu isyanın yenilmesinin ardından, özel mülkiyetin sınırları, kapsadığı alanlar, hukuki yapısı daha da güçlenir ve genişler.

SOSYAL DEVLET TARİH SAHNESİNDE

Ta ki, 1921 Versay Anlaşması'na kadar. Burada sosyal devlet ve onun etrafındaki sivil toplum kuruluşlarının kurulması ile özel mülkiyetin hamiliğinde, yoksulluğun yasal olarak tasfiyesi ve emekçi sınıfların Avrupa’da yaşam standartlarının belirli bir noktaya bağlanması kararı alınır. Sonraki yıllarda çıkan savaşlar bu projeyi aksatsa da, özellikle 2. Dünya savaşı sonrası Keynesçilik, refah devleti modelleri ve Avrupa’daki güçlü sendikalarla işbirliğindeki sosyal demokrat hareketler, sosyal devleti güçlü kılarlar. Yoksulların özel mülkte bir hakkı yoktur, görenek hukuku tümüyle tasfiye edilmiştir ama, özel mülkün zenginliğinin küçük bir kısmı, Avrupa’da, Japonya’da, Kanada’da ve ABD’de bir tür çalışan orta sınıfı yaratmaya yeter.[8]

Ta ki, 1971’de Şili’de Allende’ye karşı ABD’nin sponsorluğunda düzenlenen darbeye kadar. İktisatçı Friedman’ın sosyal devletin harcamalarını kamu maliyesi üzerinde bir yük olarak gören ve piyasanın görünmez elini, ABD ordusunun demir yumruğu ile sahneye davet eden görüşleri hayata geçmiştir. Bundan sonra bu görüşler önce Teatcher&Reagan doktirini olarak bilinecek, sonra da daha yaygın ismiyle Neo-Liberalizm halini alacaktır.

MÜLKİYETİN YENİ BİÇİMLERİ

Marx’ın odun hırsızlığı üzerinden, mülkiyeti tartışmaya açmasının üzerinden 180 yıl geçmişken, şimdi yeniden Avrupa’da ve üstelik Ren-Westfalya merkezli Almanya’da mülkiyet tartışmaları açılmış görünüyor. Ne var ki, köprülerin altından çok su aktı.

Zira, 1970’lerde bir yandan, sosyal devlet tasfiye olurken, diğer yandan da  neo-liberalizm gelişti. Yeni sermaye biçimleri, yeni üretim teknolojileri beraberinde yeni mülkiyet ve ticaret biçimleri yarattı. Örneğin, gen teknolojisindeki gelişmeler ve neo-liberalizmin biyo-kapital formunda yaptığı saldırılarla birlikte pek çok mülkiyet biçimi ortaya çıkar ya da yeniden ortaya çıkardı. Ya da, yeni mülkiyet ve sermaye biçimleri geleneksel mülkiyet biçimlerini tasfiye etmeye devam etti. Örneğin: Tohumlar, zirai ilaçlar, patentler, yazılımlar, askeri teknoloji, elektronik teknoloji, algoritmalar, kültür sanat ürünleri. Sosyal medya ve dijital dünyanın gelişmesiyle birlikte, youtube ve bedava izleme-dinlemeye olanak sağlayan sosyal medya ortamları, mülkiyet üzerine yeni yeni başlıklar açtı.

Sosyal devleti mümkün ve kapitalizmi en azından dünyanın önemli bir kısmında sürdürülebilir kılan şey, elbette görenek hukuku ve bu hukuka bağlı hakların tasfiye edilmesine rağmen, özellikle kent yoksullarına birtakım haklar verilmesiydi. Avrupa’nın medeniyet diye, Versay’dan beri sattığı şey aslında, yoksullara karşı verilmiş ‘rüşvet’ karşılığı edinilmiş bir tür huzur hakkından başka bir şey değildi.

Şehir rantı ve sonsuz temellük edinmeye dayanan yeni emperyalizm, sosyal devleti ve kıyıda köşede kalmış doğa parçalarını da mülk edinerek ilerliyor. Akit ve Ak-Gezenlerin, odun hırsızlığı diye selamladıkları şey, önümüzdeki dönemde Avrupa’da ortaya çıkan yeni yoksulluk biçimlerinin, yeni hak taleplerinin öncü işaretlerini taşıyor.

Dolayısıyla, koşulların değişmeye başlamasıyla birlikte, kapitalizm yeniden fabrika öncesi tartışmalarına dönmüş görünüyor; üstelik yeniden yoksulluk ve odun hırsızlığı tartışmalarıyla. Aradaki tek fark ise, odunları korumak için silahlı muhafızlar yerine, GPRS teknolojisinin devreye sokulmuş olması.

NOTLAR: 

[1] 1853-56 arasında Osmanlı-Rus orduları arasında gerçekleşen ve Kırım Savaşı olarak bilinen savaş. 1856’da toplanan Paris Konferansı ile savaş sona erer ve Osmanlı devleti resmi olarak “hasta adam” ilan edilir. Parçalanamamasının sebebi, çok büyük olması ve Avrupalı devletlerin aralarında, taksimat konusunda anlaşamamalarıdır ki bu durum Skies&Pycot anlaşması ve 1. Dünya Savaşı’na kadar sürecektir. Marx bu savaş esnasında, hayatta kalmak için gazetelere telif karşılığı makaleler yazmakta ve Engels ile mektuplaşmaktadır. Sonradan bu makaleler, mektuplar ve başka yazılar Doğu Sorunu (Sol yayınları, 1977) kitaplaştırılır ve Türkçeye de çevrilir. Doğu Sorunu formülasyonu: Rus saldırganlığına karşı, Osmanlı’nın Avrupa’nın tamponu haline getirilmesi ve bu hizmete karşılık, Avrupa’nın Osmanlı hanedanlığına diplomatik, iktisadi ve askeri kimi yardımlar/kolaylıklar yapması meselesidir.

[2]Bernard,Leon (1964) French Society and Popular Uprising Under Louis 14. 

[3] Polanyi, Karl. (1980) The Great Transformation. 

[4] Çünkü, erken 19. Yüzyılın Fransız Devrimi’nden etkilnemiş anayasaları ve yasaları, Rousseau’nun Sosyal Kontrat fikrinden etkilenmiş olarak, Mülkiyeti sosyal çürümeyi hızlandıran bir mefhum olarak görüp, görenek hukukunu, köy komünlerini arkalıyor, özel mülkiyete açıktan olmasa da alttan alta diş gösteriyordu.

[5] Karl Marx’tan aktaran, Daniel Ben Said, Mülksüzler, Marx Odun Hırsızları ve Yoksulların Hukuku. Dipnot Yayınları

[6] Pirre Lascoumes ve Hartwig Zander’den aktaran, Daniel Ben Said, Mülksüzler, Marx Odun Hırsızları ve Yoksulların Hukuku. Dipnot Yayınları

[7] Bu konuda ayrıntılı okumalar için, E.P.Thompson, Avam ve Görenek; İngiltere’de İşçi Sınıfının Oluşumu isimli çalışmalara bakınız.

[8] J.Godbout sosyal devlet deneyimini Armağanlar Dünyası (iletişim Yayınları, 2018) isimli çalışmasında, armağan verme yetkisinin, kabile şeflerinden sosyal devlete geçmesi alegorisi üzerinden ele alır.


Osman Özarslan Kimdir?

1977 yılında, Burdur’un Çavdır ilçesinde doğdu. 2005 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazanıncaya kadar öğrencilikten başka pek çok iş ile iştigal etti. 2010 yılında aynı okulun Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. Nisan 2015’te, Masculinities at Night in the Provinces başlıklı tezini savunarak, yüksek lisansını tamamladı. Bu tez, Hovarda Alemi, Taşrada Eğlence ve Erkeklik ismiyle 2016 yılında yayınlandı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladı ve 2019 yılında Organ Bağışı ve Kaçakçılığı, Yeni Tıbbi İmkanlar, Yeni Sosyolojik Meseleler adlı tezini savunarak doktorasını hak etti. Değişik dönemlerde, gazete-dergilerde, fanzinlerde, bloglarda ve internet sitelerinde, ideoloji, politika, kültür yapıları, ve filmler üzerine yayınlanmış pek çok inceleme, deneme ve eleştiri yazısı vardır. Bundan başka, üç bireysel (Kemalizm Sovyetler Sosyalizm; Dekalog-Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal; Hovarda Alemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik) kitabı yayınlanmış, dört de editörlü (Resmi İdeoloji ve Kemalizm; Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme; Emile Durkheim'ı Yeniden Okumak; Sıkıntı Var-Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler) kitaba katkı sunmuştur. Halen, merkezin dışında kalmış taşra coğrafyalar ve toplumsal normlar tarafından içerilemeyen berduşlar, piizciler, defineciler, kumarbazlar, muskacılar, gibi değişik gruplar arasında, çalışmalarını sürdürmektedir. Osmanlıca ve İngilizce bilir.