Aydın Orak: Kadraj yönetmenin vicdanıdır

Aydın Orak'la belgesel sinemayı konuştuk. Orak, "Kadraj yönetmenin vicdanıdır. Ne anlattığınız değil, nasıl anlattığınız sizi egemenler karşısında korkulan bir kişi haline getiriyor" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Oyuncu Aydın Orak 1982’de doğdu. Gösteri Sanatları Merkezi Tiyatro Yönetmenliği’nde iki yıl eğitim gördü. Aralarında Gogol, İbsen, Yaşar Kemal, Haşmet Zeybek olmak üzere birçok yazarın oyununu Kürtçeye çeviren Orak, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları ve Performans Bölümü’nü terk etti. Orak'ın "Asasız Musa" adlı ilk uzun metraj filmi 2014’te vizyona girdi. Birçok ulusal ve uluslararası film festivaline katıldı, ödüller aldı. "Sabırsızlık Zamanı", "Daha İyi Yenil", "Yaşar Kemal Efsanesi" gibi filmlerin de yönetmenliğini yapan Orak, son dönemlerde "Siyah Karga", "Dövüş Horozu", "9.75" gibi filmlerde rol aldı. Yönetip rol aldığı film ve oyunlarla Türkiye, İsveç, Norveç, Danimarka, Belçika, Almanya, Fransa, İsviçre, Kanada, Avusturya ve Avustralya’da önemli festival ve turnelere katıldı. İskenderiye Uluslararası Film Festivali, Adana Uluslararası Film Festivali, Antakya Film Festivali gibi festivallerde jüri üyeliği yaptı. Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde Yılın Erkek Oyuncu Ödülü’ne layık görüldü. Şiir, çeviri ve araştırma alanlarında beş tane kitabı yayınladı. Onlarca tiyatro oyununda oyunculuk, yönetmenlik ve çevirmenlik yaptı. 

Aydın Orak ile geçtiğimiz günlerde bir araya geldik ve belgesel sinema anlayışını konuştuk.

'BELGESELDE KİŞİNİN İÇİNDE BULUNDUĞU ŞARTLAR EN YALIN HALİYLE KAMERAYA ALINMALI'

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirmeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Ben belgesele biraz duygusal ve gazetecilik refleksiyle yaklaşıyorum. Belgeseli kurmacaya yaklaştırmak benim tarzım değil. Belgesel tabii ki sinema estetiği ve üslubuyla çekilmeli. Ama belgeselde gerçeği estetize etmek gibi bir kaygım yok. Belgeselde kişinin, durumun içinde bulunduğu şartlar en yalın haliyle kameraya alınmalı ve ona göre bir kurgu yapılmalı. “Kafamda şöyle bir belgesel kurguluyorum” demek bana çok uzak. O şeyin ya da kişinin belgeselini yapmak, o kişi veya durumla kurduğum kişisel ve duygusal ilişkidir. O kişi ya da durum kişisel olarak bir yerime dokunmuştur ki onu kendi dünyamla harmanlayıp belgesel diliyle seyirciye sunuyorum. Aslında başta kendime sunuyorum. Yani gerek belgesel gerek kurmaca gerekse tiyatro oyununu ilk başta kendim için yapıyorum. Bu filmi niye izliyorum? Bana nasıl bir şey söylüyor? Hangi yarama dokunuyor? gibi sorular soruyorum kendime. Sonra seyirciyle paylaşıyorum.

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Ben belgesel sinemayı tiyatroya benzetiyorum. Tiyatro genel olarak ticari değildir. Parayla direkt ilişkisi olmaz. Belgesel de biraz öyledir. Siz bir şey anlatmak istiyorsunuz ve mümkün mertebe insanlara ulaştırmaya çalışıyorsunuz. Ne vazgeçebiliyorsunuz, ne de istediğiniz yere ulaşmayacağını bildiğiniz halde peşini bırakıyorsunuz. Hiçbir yere ulaşmasa bile kendiniz izliyorsunuz, internette yayınlıyorsunuz. TV belgesellerini dışında bırakıyorum; tamamen yapılan idealist bir tavırdır. Fakat büyük ve önemli bir tavırdır. Bunun önemi yıllar sonra çıkıyor ortaya. Çünkü bugün filmini çektiğiniz gerçek kişi ya da durum bir zaman sonra yok oluyor. Ama elinizde onun belgeseli, yani kimsede olmayan görüntü ve bilgileri kalıyor. Bu da sizi biricik kılıyor. Sadece siz düşünmüşsünüz ve sadece sizin elinizde bir dünya kalıyor.

Aydın Orak

'BELGESEL DÜN NEYSE BUGÜN DE ODUR'

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Belgeselin kurmaca haliyle ilgilenmiyorum. Kurmaca film ayrı bir tür. Belgesel ayrı. Bilgi ve belge değeri taşıyan belgeseller daha çok ilgimi çekiyor. Bir şahsiyetin belgeseli, hikâyesini kayıt altına almak, onu günümüze ve sonraki kuşaklara ulaştırmak bana daha çok büyülü ve doğru geliyor. Belgesel dün neyse bugün de odur. Yani ilk çekilen görüntü bir belgeseldi. Bugün de o görüntünün en yalın haline ulaşmak belgesel sinemanın en öncelikli görevidir.

'GERÇEĞİ ESTETİZE ETMEK BANA DOĞRU GELMİYOR'

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün görüntü çağında yaşıyoruz. Çekilen her görüntü tabii ki belge niteliğindedir. Bugün pandemi ile ilgili çekilen her görüntü, yarın bu konu ile ilgili çekilecek her belgeselde kullanılabilir. İster sosyal medyada olsun, ister internetin başka bir mecrasında yayınlanmış olsun. Eğer aradığınız o görüntü-arşiv ise tabii ki kullanmanız gerekiyor. “Bu çok bilinen bir görüntü” deyip o görüntüyü kullanmamak belgeselinizi totalde düşündüğünüzde eksik bırakabilir. Belgeselde “estetize”, bana tehlikeli bir kavrammış gibi geliyor. Gerçeği estetize etmek doğru gelmiyor bana. Çektiğim belgesellerde arşiv görüntülerin hiçbirinin rengini, sesini düzenleyip tamir etmiyorum, stabilizasyonunu yapmıyorum. Döneminde nasıl ve ne şartlarda çekilmişse, hangi kamera ile çekilmişse, sesi ne kadar cızırtılıysa, olduğu gibi kullanmak daha doğru geliyor. Görüntüyü yenilemek belgeselin gerçekliğine aykırı gibi geliyor bana.

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Demin konuştuğumuz estetize etme meselesi tam da burada belgeselin inandırıcılığını ve gerçekliğini zedeleyeceğini düşünüyorum. Eğer bir görüntünün orijinalini belgeselinizde kullanırsanız egemenler de size karşı bir şey diyemeyecektir. Sadece belgesel değil kurmaca da her zaman egemenlerin hışmına uğramıştır. Konu, yaklaşım, üslup, kamera açısı o filmin tarafını belirliyor. Kadraj yönetmenin vicdanıdır. Dünyaya baktığınız penceredir. Gerçek bir olaya hangi açıdan bakıyorsunuz? Ne anlattığınız değil, nasıl anlattığınız sizi egemenler karşısında korkulan bir kişi haline getiriyor. O da tüm hışmıyla üstünüze geliyor.

'DİJİTAL PLATFORMLARIN VERECEĞİ İŞLER ISMARLAMA 'PROJE' İŞLER OLUR'

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

Aslında dijital platformların ana akım kanallardan pek bir farkının olduğunu düşünmüyorum. Çektiğim iki film "Asasız Musa" ve "Yaşar Kemal Efsanesi" BluTV’de yayında. Fakat bu platformlar bana bu filmleri çekmem için bütçe vermezlerdi diye düşünüyorum. Yine bu tür filmleri kendi bütçemle çekmeliyim. Onların vereceği işler ısmarlama “proje” işler olur. Bu platformların şöyle bir önemli tarafı var; en azından filmlerimizi ana akım TV'lerde yayınlanamayacağı için dijital platformlarda izleme olanağı oluyor. Bu da iyi bir şey tabii ki. Fakat RTÜK aynen televizyonlar gibi bu platformları da denetliyor, yaptırımda bulunuyor.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Pandemi öncesi çektiğim bir kurmaca, bir belgesel var. Onları bu yıl çıkarmayı düşünüyorum. Yine üzerinde çalıştığım bir film projesi var. O ne zaman olgunlaşır zaman gösterecek. Bugünleri okuyarak, izleyerek verimli geçirmeye çalışıyorum.