Ayet eşit gelenek ikincil sayar kadını
Kur’an kadının toplumsal konumunu eşit yaratılış bilgisiyle kurduğu halde Müslüman toplumların kadını eşitlikten ikincilliğe sürükleme yöntemlerinden birisini fıkıh külliyatında geniş yer tutan cariyelik hukukunda görebiliriz.
Fatma Yavuz ve Zeynep Algı’nın yaşamak zorunda bırakıldığı hukuksuzluklar bir kere daha Müslüman toplumlarda kadın tasavvurunu konuşmayı gerekli kıldı. Olaylar ve kişiler laik, hukuk devleti Türkiye’den ama yaşananlar pek çok Müslüman ülkenin kadınlarına tanıdık gelecek türden, kadının toplumsal konumunu gösteren ibretlik olaylar. Kadının toplumsal konumunu, kadının statüsünü yani kadına verilen değerin ve kadının topluma kattığı değerin ölçülmesini mümkün kılan iki örnek olay var karşımızda. Detaylarına şuradan bakabileceğiniz bu iki olayın derinlerde yatan nedenlerine değineceğim bugün.
Ve bu derinlerde yatan nedenleri, ne için ortaya çıkıp bin küsur yıldır işlevselliğini nasıl koruyabildiğini anlamayı kolaylaştırıyor, Ali Duran Topuz’un anti-hukuk tanımı. “Anti-hukuk için basit bir tanım kullanıyorum: Hukuki bir kurumu, kavramı, fikri ve düzenlemeyi, koruduğu yararın tam tersini elde etmek için kullanmak.” Son olaylar üzerine tanımına getirdiği, “hukukun ağzını burnunu dağıtmak” şeklindeki ekle var olsun, anlama, anlatma çabamı biraz daha kolaylaştırdı. Handiyse 1400 yıldır yapılan bu ve bugün bunca kolaylıkla uygulanabilmesi tarihsel tecrübenin birikimiyle mümkün olmuş görünüyor.
Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHEK) ve günlerdir istifası veya azli gerekiyor dediğimiz Kurul Başkanı Süleyman Arslan’ın sergilediği politika, anti-hukuk tanımının bir formül gibi kullanılarak uygulandığını ispat eden yakın örneklerden birisi. İnsan hakları hukukunu, eşitlik prensibini ve ayrımcılık yasağını korumak istediği insanın yerine bir toplumsal kurumu koruyacak şekilde tersine çeviriyor. Geriye dönüp, bin dört yüz küsur yıllık İslam tarihine baktığımızda, görünüşü Müslüman olan toplumların yöneticileri, “pek azı müstesna” olmak üzere çoğunlukla anti-hukuk formülüyle işlerini yürütmüşler, diyebiliriz. Yanlarına çektikleri hukukçuların ve alimlerin görüşlerini kendilerine paravan yaparak güya dini hükümlerin gereğiymiş gibi sundukları ama dine tümüyle aykırı politikalar geliştirip icra ettiklerini görüyoruz tarihte. İcraatın İslamî ve insanî değerlere, hukuka aykırılığını ilan ederek karşı çıkan alimleri, şedit baskılarla susturup, unutulmaya mahkum ettiklerini görüyoruz. Zindanda ve bazı rivayetlere göre zehirlenerek öldürülen Ebu Hanife gibi bir müçtehit imamı unutturamadılar ama onun da içtihadını, yer yer karartarak daha az bilinir hale getirdiler. Hanefilik mezhabinin nakli değil aklı önceleyen yanını görünmez kılıp neredeyse içinden selefîlik çıkaracak hale getirdiler örneğin. Hükümdarların ihtiyaç duyduğu politikalar yönünde fetva üreten fıkıh alimleri azınlıkta olsa da o fetvaları çoğunluğun görüşü gibi başarıyla(?) tarihe yerleştirildi.
Ayetleri eğip, bükmek dediğim ama anti-hukuk kavramıyla daha kolay anlaşılır olan hükmün tersine çevirme işi, İslam’da kadının eşit konumdan ikincilliğe düşürülmesi için uygulanmış. Eşarî ekolün Hz. Meryem’in peygamber olduğunun ayetle sabit olduğu yönündeki görüşü kabul edilmeyip Maturudî ekolün kadından peygamber olmaz görüşü öne çıkarılmıştır. Ancak Maturudî de tevhidi önemseyen yaklaşımı, akıl yoluyla iman ve rivayetleri geri plana iten yorumları karartmaya tabi tutulmuştur. Ehl-i sünnet erbabınca ortaya konulan peygamberlik ölçütlerini tam olarak karşıladığı Kur’an ayetleriyle sabit olan Meryem gibi bir kadın örneği ortada dururken ‘kadından peygamber olmaz’ anlayışını yerleştirmek için ‘kadının aklı da dini de yarımdır’ rivayeti delil(?) gösterilmiştir. Oysa ilahi kelam kadının ve erkeğin aynı özden yaratıldığını söyler; rklar, kavimler gibi cinsiyetler arasında da üstünlük olmadığını söyler.
Bir de Belkıs örneğini hatırlatmak isterim. Kur’an’da övülen tek yönetici Belkıs olduğu halde gelenekte hayli etkili yere sahip ve Müslüman toplumların algısına yerleştirilip, insanların yaygın olarak kesinlikle doğru kabul ettiği rivayet, Belkıs hakkındaki ayetlerin tam tersidir. Müslüman algı, ‘işlerini kadınlara bırakan toplumlar felah bulmaz’ rivayetiyle şekillendirilmiştir. Oysa Kur’an, Belkıs’ın övüldüğü ayetlerle Müslüman toplumlar için iyi yönetim ilkelerini sıralamıştır. Mitolojik esintilerle yüklü siyerlerin aksine ayetlerde Belkıs güzelliğiyle değil yönetim usulüyle övülür. Ancak Müslüman toplumların geneli bin küsur yıldır, kadından yönetici olmaz fikrinin dini hüküm olduğuna inandırılmışlardır. Belkıs’ın övüldüğü ayetler “işlerini istişare ile yürütürdü ama gerçekten istişare ederdi” şeklinde pekiştirerek katılımcı karar alma süreçlerinin iyi yönetim ilkesi olduğunu vurgularken İslam toplumları, ellerindeki bu bilgi hazinesinin kıymetinden mahrum tek kişilik yönetimlere mahkum yaşadı tarih boyunca. İnsanlığın son yüz yıllarda ulaştığı ve pek nadiren iyi uyguladığı katılımcı demokrasi yöntemi 1400 küsur yıldır saklı bir hazine gibi kapalı kitapta duruyor. Kapalı kitap diyorum çünkü yakın zamanlara kadar çok az insan Kur’an okumayı bilir ama bütün evlerin duvarlarında mutlaka Mushaf asılı olurdu. Okunmamak üzere mutlaka elin ulaşamayacağı yükseklikte ve estetik mahfazalarda saklanırdı Kur’an. Şimdilerde neredeyse herkes biliyor diyebileceğimiz kadar çok kişi Kur’an öğreniyor, okuyor. Ancak anlamak için okunmaz, okunmak için öğrenilir Kur’an. Kadın yöneticinin övüldüğü ve günümüz demokratik yönetim usulüne benzer ilkelerin övgü sebebi olduğu ayetleri günde beş vakit namazında okuyan da çoktur. Garip toplumuz vesselam. Hakkın hakikatlerini sunan ayetler, namazlarda tekbir ile selam arasına hapsedilirken, Hakk’ın hakikatlerini tersine çeviren rivayetler, hayata egemen olur.
Kur’an kadının toplumsal konumunu eşit yaratılış bilgisiyle kurduğu halde Müslüman toplumların kadını eşitlikten ikincilliğe sürükleme yöntemlerinden birisini fıkıh külliyatında geniş yer tutan cariyelik hukukunda görebiliriz. Kölelik ve cariyelik İslam’da yasaklanmış, Kur’an’da pek çok ayetle mevcut köle ve cariyelerin serbest bırakılması için yol ve yöntemler tavsiye edilmiştir. Savaşlarda köle ve cariye almak yasaklanmış, alınan esirlerin ya iyilikle ya da fidye karşılığı serbest bırakılması ama her iki halde de mutlaka serbest bırakılması emredilmiştir. Prof. Dr. Mehmet Okuyan’ın net üslubuyla bağlantıdan dinleyebileceğiniz ayetlerle sabit Kur’an hükmü aleyhine hukuk sistemi geliştirildiğini görüyoruz tarihte.
Tarihte geliştirilmiş ama günümüze taşınmaktadır. Girişte belirttiğim Fatma Yavuz’un Diyanet'ten ihracına yol açan söylemlerinden birisi IŞİD tarafından savaş ganimeti(!!!) sayılıp, ayetlerin getirdiği hükümlerin zıddına geliştirilen fıkıh kurallarına dayanarak, Ezidi kadınların cariye olarak satılmasına itirazıydı. Dinde yeri yok demişti Fatma Yavuz. Diyanet İslami törelere aykırılık gerekçesiyle ihraç etti Fatma Yavuz’u. Enfal/67 en net şekliyle savaşlarda köle ve cariye edinmeyi yasakladı. Bunu pek çok erkek ekranlarda, kitaplarda, kürsülerde dile getirdi. Fakat Fatma Yavuz bir kadın olarak söylediğinde ihraç edildi. Kölelik yani erkek esirin aksine fıkıh, cariyelik yani kadın esirin durumuyla ilgili pek çok kural ile doludur. Ayetle yasaklanmış olan bu eski adet için fıkıh kurallar geliştirdi ve kadınları savaş ganimeti sayıp tecavüz edilebilir ikincil ya da yarı insan konuma düşürülmesini kolaylaştırdı. Gelenekte ikincil hale getirilen kadınlar, bugün de bu ikincilliğe itiraz ettiklerinde aynı şekilde itiraz eden erkeklerin aksine sert şekilde cezalandırılıyor, Fatma Yavuz örneğinde görüldüğü gibi. Ayet hükümlerini değil Batılı hakkın yerine geleneksel uygulamaları, İslam töresi saymış oluyor Diyanet de. Dava halen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nin kararını bekliyor ama Diyanet bu utanç verici tablodan nasıl kurtaracak cidden merak konusu.
Zeynep Algı’nın durumu da aynı şekilde kadınların yararı için getirilmiş hükümlerin kadınların zararına yorumlanarak uygulanması şeklindeki anti-hukuk örneklerinden. Sosyal medyada geniş yankı uyandıran tersine çevirme eyleminde “işlerini erkeklere bırakan toplumlar felah bulmaz” paylaşımına tepki gösteren bir ilahiyat profesörü emniyet ve içişleri bakanlığını etiketlemiş ve hadislerle alay etmek şeklinde yorumlayanlar olmuştu. Zeynep Algı'nın tweet'ini destekleyen ilahiyatçılar da olmasına rağmen emniyetin karşı çıkanların görüşlerini genel kabul sayarak Zeynep Algı’yı ifadeye çağırması, tarihteki sorunlu din-devlet ilişkisinin günümüzde halen ne derece etkili olduğunu gösteriyor. Anti-hukukun nasıl kurulup sürdürüldüğünü ve kadın düşmanlığının aracı olarak kullanıldığını da çarpıcı şekilde göz önüne seriyor.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
İstifa etmek yerine cambaza baktıranlar 15 Kasım 2024
Kadın ve çocuk cinayetlerinde cezasızlık olgusunun payı 08 Kasım 2024
Kent uzlaşısına kayyım atandı 01 Kasım 2024
Meclis etki ajanlığı teklifini reddetmeli çünkü… 29 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI