Aylin Dağsalgüler: Televizyon temsiliyet krizi yaşatıyor
İzleyici alışkanlıkları üzerine konuştuğumuz Dr. Aylin Dağsalgüler, "Televizyonun bir temsiliyet krizi yarattığı aşikâr. LGBTİQ+ bireyler, farklı etnik kimlikler ve mülteciler ekranlarda yok" diyor.
DUVAR - Kumandanın ucunda yeni bir hayat tarzı gelişti. Çok renkli, çok çeşitli, çok kolay, çok yakın… En az emekle en çok şey izlemenin yeni yolu dijital platformlar. Altyazılı ya da seslendirmeli yapımlar, on binlerce içerik içinde izleyiciye göre seçenek sunan algoritmalar, hadi bir bölüm daha izleyeyim deyip bir sezonun sonunu gören uykusuz geceler… Covid salgınıyla eve hapsolunan günlerde dünyanın berbat gündeminden kaçış için dört elle sarılılan bir keşifti dijital platformlar. Arkası da geldi, dünyanın sayılı platformları Türkiye’de de hizmet vermeye başladı.
Dijital platformların Türkiye’deki varlıklarını, dizi ve sinema dünyasına katkılarını, sektörün emekçilerine etkilerini ve yarattığı yeni izleyici tipini İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Aylin Dağsalgüler ile konuştuk.
Şu anda kaç dijital platform var Türkiye’den takip edilebilen?
Yerlilerden başlayalım, Blu TV ilk yerli platform, sonra Gain ve Exxen geldi. Puhu var, o da sonradan orijinal içerik üretmedi ama hatırlarsak IMDB’de top-rated diziler arasındaki "Şahsiyet" dizisi ilk orada yayınlanmıştı, "Fi" serisi yine öyle.. Puhu hâlâ ücretsiz bir platform ve içeriğini çeşitlendirdi, mesela ben TV’de izlediğim ve kaçırdığım bir diziyi daha sonra reklamsız olarak Puhu’da izliyorum.
Netflix, Disney+, Amazon Prime, sinema filmleri için MUBI var. Bein Connect de platform gibi bir deneyim sunuyor. HBO’nun pek çok dizisini orda da görüyoruz. Belki birkaç ay sonra HBO da bir platform olarak gelecek. Sanırım 9 tane saydık. Ama bunlara Turkcell TV Plus, Film Box+ da eklenebilir.
Peki dünyada kaç platform var? Türkiye’ye gelmeyen kaldı mı?
Dünya genelinde yayın yapan platformlardan bir tanesi Hulu, Tencent Video, HBO Max, Çin’de yayın yapanlar gibi pek çok platform var. Netflix, Disney+ dünyada en yaygın platformlar. Netflix bir rakam paylaşmış, Dünyada 224 milyon abonemiz var diyorlar, Türkiye’de de 3.5 milyon. Tabii abonelik paylaşımı ile bunun üç dört katı izleniyor olabilir. Disney+ da ilk planda 2 milyon üyesi olduğunu duyurdu. Ama dijital platformlarla ilgili elimizde veri yok. Blu TV ilklerden ama bu alanda çalışan biri olarak ben bile onların kaç abonesi var bilmiyorum.
Dijital platformları izleyicilerine göre kategorize etmek mümkün mü? Gençlerin, genel izleyicinin ya da entelektüellerin tercihi olan platformlara ilişkin bir ayrım var mı?
Böyle bir araştırma yok elimizde, sadece tahmin edilebilir. Örneğin, Exxen’de hem futbol hem "Gibi" ve "Konuşanlar" gibi yapımlar nedeniyle hem genç hem de erkek izleyicinin daha fazla olduğu iddia edilebilir. Ama bu tip bilgilerin bir kısmı platformlarda da yok, onlar da dışarıya araştırma yaptırıyorlar.
Son dönemde özellikle genç kesimde kısa süreli abonelikler olduğunu konuşuyoruz. Abone oluyor, bir-iki ay merak ettiklerini izliyor, sonra keyif veren bir şey bulamadığında aboneliğini iptal ediyor. Bizim yaş grubumuz daha sadık oluyor galiba. Gençler arasında 30 günlük deneme süresinde izleyip bırakmanın da öğrencilerimle sohbetlerimde yaygın olduğunu duyuyorum.
Özellikle pandemi döneminde o zamana kadar dijital platformlarla tanışmayan 60 yaş üstü bireylerin de abone olmaya başladıklarını ya da çocuklarının abonelikleri üzerinden oralardaki içeriklerle tanıştıklarını biliyoruz. O zaman abone sayılarında çok büyük bir artış oldu. Netflix CEO’su da birkaç ay önce, o beklenmeyen bir büyümeydi, sonrasında bir düşüş, bir duraklama yaşandı ve bu da normaldi diye bir açıklama yapmıştı.
Pandemi insanları ekran başına bağladı diyebilir miyiz?
Pandemi izleme deneyimimizi kökten değiştirdi. Sadece dijital platformlara ilgi olarak değil, geleneksel televizyon ekranının karşısında da çok fazla oturduk. İlk dönemlerde yapılan araştırmalarda, Türkiye’de ekran karşısında oturma süresi 4 saatten 8 saate çıkıyor. Tabii o günlerde haber kanallarının daha çok izlendiğini tahmin edebiliriz. Gündüz de evde olunduğu için o saatte yayınlanan gündüz kuşağı sağlık programlarının da izleyicisi arttı. Ama kanallara baktığımızda izleyicisinde en belirgin artış olan TV 8’di o dönem. Kanalda o sırada Survivor var. Bütün gün Sağlık Bakanlığı’ndan gelen haberleri bekleyen insanlar akşam biraz kafalarını dağıtmak istediler ama zaten MasterChef, O Ses Türkiye, Survivor gibi yarışma programları hep çok izlenenler arasında.
Pandemide tüm dijital ortamlarla daha fazla tanıştık. Yani HES uygulamasını kullanmak, orada kendi bölgemizdeki vaka sayılarına bakmak ya da bir yere giriş çıkış yaparken HES göstermek bile daha önce dijital okur yazarlığı bu kadar yüksek olmayan kesimi de bir şekilde ellerindeki telefon ekranından sürece dahil etti. Telefon ekranı 60 yaş üstü için bir izleme ekranı değil henüz belki ama tabii ki whatsapp’tan gelen bütün o mesajlar da kısa kısa videolar da yine cep’ten tüketiliyor. Sonuçta her yaştan insan dijital platformlara daha fazla akın etti.
İnsanlar televizyondan, gereksiz uzun, hatta reklam için uzatılmış dizilerden ve bol reklam izlemekten kaçtılar ama teknik ve içerik olarak dijital platformlarda kalite televizyona göre daha yüksek denebilir mi?
En azından süre açısından benzemiyor diyerek başlayayım. Hikâyenin hızlı bir şekilde, belki on bölümde paketlenmesinden dolayı benzemiyor. Hikâye uzamıyor, sarkmıyor. Ama oyuncular aynı, yapım şirketleri aynı. Aynı yönetmenler oraya da içerik üretiyor. Televizyonda çok güçlü olan yapım şirketleri dijital platformlarda da aynen varlar.
Ama televizyonda izlemediğimiz hikâyeler izliyoruz. Kulüp mesela. İkinci sezonu çok tartışıldı, belki eleştiriler aldı ama ne kadar eleştirilse de Kulüp hikayesinin varlığıyla bence çok önemli bir yer kapladı. Bir Başkadır gibi bir hikâyeyi, herhangi bir televizyonda herhangi bir dönüştürülmüş formatta izlememiz mümkün olmazdı. Bu kadar bize ait bir hikâye olmasına rağmen. Sıcak Kafa da televizyonda asla olamayacak bir yapım gibi.
Hikâyelerin grameri dijital ekranda oranın yapısına değişiyor. Ama soru kalite üzerineyse dizi sektörü çok gelişen, yarattığı istihdamla, ekonomisiyle, teknik kapasitesiyle kaliteyi sürekli arttırıyor. Bazı hikâyeleri beğenmememiz kalitesiz olduğu anlamına gelmiyor.
Bir de tabii algoritma meselesi var. İzleyiciyi o zamana kadar izledikleriyle sınırlayan bir matematik...
Algoritma meselesi ilginç. Netflix algoritması sürekli eleştiriliyor da. Bana hepimize aslında benzer içerikler çıkıyormuş gibi geliyor. Şu anda bulunduğumuz web 3.0 ile tanımlanan internet ortamında araştırmadan nasıl önümüze gelene bakıyor, okuyor, like’lıyorsak o platformlarda da aynı şekilde davranıyormuşuz gibi. Netflix içindeki içeriği tüketmek mümkün değil ama belki aramayı bilmiyoruz ve bu sebeple izleyecek bir şey bulamadım diyoruz.
İçerik bu kadar çok ve çeşitli olunca, izlediğimizi sindiremiyoruz, kendimize mal edemiyoruz, içselleştiremiyoruz. “Teflon izleyicilik” gibi yeni bir kavram oluştu belki de. Üstüne yapışmadan akıp gidiyor her şey.
Teflon izleyicilik kavramı güzelmiş, “binge watching” Türkçeye böyle çevrilebilir. Uzun zamandır sinema filmi izleyemiyorum, ne salonda ne dijital platformlarda çünkü o kadar konsantre olacak kafam yok, psikolojim müsait değil diyen insanlar, bir oturuşta on bölüm arka arkaya bir dizinin bir sezonunu bitirebiliyorlar. Bunlar ilginç deneyimler, sadece bir izleme ve bakışla ilgili değil, pandemiyle beraber ekran karşısında geçirdiğimiz zaman sonrasında bir kitap okurken konsantre olamamak, oradan oraya atlamak, haberlerin pek çok insan için Twitter akışından ibaret olması gibi.
Bence biz bu çokluk içinde hep böyle yeniyi daha farklı olanı ararken yorulup sonra yine eskiye, daha sadık olduğumuz bir şeye dönme eğilimindeyiz gibi geliyor.
Herkesin beğenmeyip şikâyet ettiği içeriklerin bile binlerce saat izlendiğini de unutmayalım. Özellikle yerli bir yapım geldiğinde, Netflix’i önde tutarsak en çok abonesi olduğu için, bir yerli yapım yayınlandığında beğenilmese bile saatlerce izleniyor.
İzleme alışkanlıkları da değiştiği. Sözgelimi TV’de bir dizi izlerken, “Şunu durdurayım da gidip bir kahve, çay alayım” diye geçiyor insanın içinden. Şurayı anlamadım geri alayım, uzun uzun bakışıyorlar ileri alayım, bir sonraki bölüme bakıp merakımı gidereyim gibi davranışlar dijital platformlarla hayatımıza girdi. Bu arada bir dizinin yeni bölümü için bir hafta beklemek, fragman yayınlanınca ipucu çıkartmaya çalışmak, merak etmek… Bunlar da kalmadı.
Disney+ her hafta bir bölüm yayınlamayı denedi. Aslında o bölüm yayınlandıktan sonra sosyal medyada tartışılması, etrafta konuşulması da önemli veriler sağlıyor.
Ama televizyon deneyimi bambaşka bir şey. Bir grup insan Dijitürk, Dsmart, Tivibu üzerinden izleyenler belki “durdur, başlat, kaydet” gibi olanaklara sahip ama televizyon hâlâ kendi zamanlamasını izleyiciye dayatan bir mecra. Onun bir zamanlaması var, siz izleyici olarak ona uyuyorsunuz, uyarsanız. Öbür tarafta izleyici hem zaman hem içerik açısından çok daha aktif bir moda geçiyor. Ama dijital platformlar bu kadar çoğaldı, çok fazla içerik var derken televizyon da ölmüyor. İnanılmaz bir televizyon izleyicisi var. Reytingler eskisi kadar yüksek değil, çünkü rekabet de çok seçenek de çok.
Dijital platform deneyim olarak sizi ekrana sabitliyor. Ama TV izlemek aynı anda bir sürü şey yapmak anlamına geliyor. O yüzden aynı anda bir sürü şey yapmak isteyen, yapması gereken, hatta arada reklamlarda zap yapmak isteyen, habere, tartışma programına uğramak isteyen insanlar TV izliyor. Konsantrasyon anlamında farklı gereklilikleri var ikisinin de.
Televizyon gelince oturma odalarının şekli değişti ama televizyon bir yandan da arka plan sesi de oldu. Fasulye ayıklarken dinlenebilen, bakılabilen bir mecra aynı zamanda. Evde açık bir sesti, o özelliği hala devam ediyor.
Ama dijital platform, bu zamanı bu diziyi izlemeye ayırmalıyım konsantrasyonu gerektiriyor. Yabancı dilde yayınlar, alt yazılar da bu durumu gerektiriyor.
Tabii hayatımıza bir de ikinci ekran girdi. Cep telefonu, tablet ya da bilgisayar da olsa, neredeyse o konsantre olduğumuz izleme anlarının dışında hiçbir zaman sadece tek bir ekrana bakmıyoruz. Hep birden fazla ekranla meşgulüz ve televizyon o ikinci ekranlara daha fazla izin veriyor.
Televizyon dünyasında yıllardır “yerli dizi yersiz uzun” tartışması var. Dijital platformlara içerik üreten yapımcılar da aynı ise televizyon dizilerine olumlu bir etkisi olacak mı bu durumun?
Sürenin kısalmasına bir etkisi olacağını sanmıyorum: O televizyonun kendi matematiği ile ilgili bir şey. Prime time’daki reklam geliri bir diziyi karşılıyor diyelim. Dizi sürelerinin uzunluğu bir yana maliyetlerinin de çok yüksek olduğunu biliyoruz.
Süreyi etkilemese de sektördeki çalışma koşullarına daha bir düzen geldiği konuşuluyor. Çok güvencesiz bir alan bu sektör. Dijital platformların daha özenli davrandığı söyleniyor. Büyük de bir istihdam yaratıyor. Uluslararası ekiplerle yerli ekipler kaynaşıyor, elbette bunun çalışma koşullarına bir yansıması olacaktır.
'YOK SAYILANIN HİKÂYESİNİ DAHA FAZLA GÖRMEYİ İSTERİM'
Televizyonda çok fazla muhalif içerik göremiyoruz. Aile yapısı, politik kaygılar, milli hassasiyetler falan senaristleri bağlıyor. Peki dijital platformlarda TV’de göremeyeceğimiz içerikleri görebilecek miyiz?
Dijital platformlarda TV ekranında olmayan yerli içerikler şu anda da var. Fantastik hikayeler veya televizyonda kendine yer bulamayan kimlikler mesela. Televizyonun bir temsiliyet krizi yarattığı aşikâr. LGBTİQ+ bireyler, farklı etnik kimlikler, mülteciler TV ekranında yok. Dijital ekranda biraz varlar diyelim, çünkü RTÜK dijital platformları kendi yetki alanına aldı. Bu sebeple yaşanan bir krizden ötürü Ece Yörenç’in Netflix Türkiye için yazdığı diziyi geri çektiğini, dizinin (Şimdiki Aklım Olsaydı) daha sonra İspanya Netflix için üretildiğini biliyoruz. Orada eşcinsel karakterin senaryodaki varlığına karşı çıkılmıştı. Tabii bir hikâyede bile kendinden farklı olana tahammülü olmayan ve kendi genel geçer normlarını; aile, kültür, iktidar gibi kavramlarla yeniden üreterek hikâyeler anlatılmasını isteyen bir yaklaşım olmasaydı keşke. Dijital platformlarda bu hikâyelerin çoğalmasını, yok sayılanın, ötekileştirilenin veya toplumun hafızası içinde hasar almış konuların hikâyesini daha fazla görmeyi isterim.
Televizyon ekranında da hakkını vermemiz gereken yapımlar oluyor. "Behzat Ç." TV ekranında yayınlanırken pek çok şey söyledi. Şu anda "Yargı" dizisi mesela televizyon ekranında istediği her sözü söyleyebiliyor. Daha da keskin bir şekilde söylemek ister miydi Sema Ergenekon bilmiyorum ama ülkedeki her gündemi hikâyenin içine çok güncel bir şekilde taşıyabiliyor.
Yabancı platformlar Türkiye’ye gelirken, Türkiye yapımı diziler de dünyaya açıldı. Bu da dizilerin içeriklerini etkiliyordur.
Bazen izlediğimiz hikâyelerin esas alıcısı Türk izleyicisi değil de özellikle TV dizileri için başka birileri mi diye düşündüğümüz oluyor. Ki bu yanlış bir düşünce değil.
Burada da satışlar devreye giriyor. Dünyada dizi ihracatında ikinciyiz ABD’den sonra. Dizilerimiz İskandinav ülkelerinde bile izleniyor. Girilmesi çok zor bir pazar örneği olarak söylüyorum. ABD’de "Muhteşem Yüzyıl" izlendi.
Şu anda bazı düşük reytingli diziler var mesela, 2-3 reyting alan bir işin TV’de devam ettiğini görüyoruz. Bu demektir ki önceden anlaşması yapılmış ve o sırada zaten yurt dışı satışı garantilenmiş. Bizim hikâyelerimizi dinlemeye aşırı istekli bir bölge var. Latin Amerika ülkeleri. Zamanında biz onların işlerini izlemiştik, şu anda Latin Amerika ve İspanya’da bizim dizilerimiz fenomen dizi olarak yayınlanıyor. Orta Doğu ve Balkan ülkelerini saymıyorum bile. Oyuncularımız oralarda çok ünlü, bizdeki aile hikâyeleri, kültürel olarak muhafazakâr bir ortam olan oralarda da çok tutuyor. Hikâyenin alıcısı aslında her zaman Türkiye’deki alıcı olmak zorunda değil. Çok yerli gözüken bir işin bile karşılığı başka bir ülkede başka bir kültürde olabiliyor.