Aynalı Pasaj... Bilgi ve bilim üretimi apolitik midir?
Bilim üretiminin sınıfsal politik biçimlerini gözden kaçırmamak önemli ama bilimsel bilginin değerini ve insanlık ve canlılık için önemini vurgulamak da en az o kadar önemli. Tam da bu nedenle bilimsel bilgi üretiminin, demokratik politik ve insanî üretim odaklarını inşa etmenin yolları aranmalıdır.
Bilginin ve bilimin kimler tarafından, nerede üretildiği, üretiminin ve kullanımının ne ölçüde demokratik kanallardan toplumca belirlenip denetlendiği, egemen sınıfın amaçlarından nereye kadar bağımsız olduğu elbette önemli. Ama bu kriterlere ve bilgi ve bilimin sınıfsal (ekonomik, siyasi, askeri) kullanımına (hatta üretimine bakarak) bilgi ve bilimsel üretimden uzaklaşmak mümkün değildir. Bilgi ve bilim, yaşamın sürdürülebilmesi için elzemdir. Yine de şu perspektifi kaybetmemek lazım: Bilimsel üretimin, işletiminin ve kullanımının kamu tarafından belirlenmesi ve denetlenmesi, bilimsel gelişmelere, egemen sınıfın elinde olduğu durumlara nazaran çok daha büyük bir ivme kazandıracaktır. Bunun için de ta üniversitelere ve laboratuvarlara kadar uzanan demokratik kanalların inşa edilmesi, hükümetlerin eğitim ve bilime ayırdığı bütçenin belirlendiği tartışmalara toplumun en geniş kesimlerinin müdahil olması gerekir.
Egemen sınıf, bilimin sadece üniversitelerde ve laboratuvarlarda üretilmediğinin farkına çoktan varmıştır. Ve bu yüzden hiç beklenmedik yerlerde ve tasavvur edilmesi zor yöntemlerle bilgi, bilimsel bilgi üretmek için düzenekler kurar, kurumlar inşa eder.
Almanya’da Nazi iktidarı toplama kamplarını cezalandırma, yok etme kadar pozitif bilimler ve insanbilimleri için laboratuvar olarak kullanmıştır. Yöntemleri ise korkunçtur. Bütün dünyada silah endüstrisi, bilimsel bilginin egemenlerin lehine ve insanlığın zararına kullanımın en geniş kapsamlı örneklerinin ortaya çıktığı yerlerdir. Düzenli ordular, devletlerin ve egemen sınıfların organize zorunun kurumu olmanın yanı sıra tıp bilimi ve insan ve toplum bilimleri için sınıfsal enstitüler niteliğindedir.
Michel Foucault, cezaevlerinin her çağda ama özellikle modern çağda siyasi ve iktisadi iktidarların, bilgi ve bilim ürettiği kurumlar olduğunu ve bunun tarih boyunca sistematik olarak sürdürüldüğünü arşiv belgeleriyle de örnekleyerek ortaya koyar.
Bilim üretiminin sınıfsal politik biçimlerini gözden kaçırmamak önemli ama bilimsel bilginin değerini ve insanlık ve canlılık için önemini vurgulamak da en az o kadar önemli.
Tam da bu nedenle bilimsel bilgi üretiminin, demokratik politik ve insanî üretim odaklarını inşa etmenin yolları aranmalıdır.
Çünkü bilimsiz olmaz.
İtaatsiz Hikâyeler, cunta ve psikoloji
Psikoloji ve psikiyatri bilimi ve Freud’un başta psikanaliz olmak üzere terapi yol ve yöntemlerinin en gelişkin ve yaygın olduğu ülkelerden birinin Arjantin olduğunu öğrenmek bana ilginç geldi. Sonra sebebini anladım. Bu durum, bilimsel çevrelerde, Arjantin’de, 1976 – 1982 yılları arasındaki askeri diktatörlük döneminde işlenmiş cinayetlerin ve sistematik işkencenin bireyler üzerinde hâlâ süren etkilerine bağlanıyor. Arjantin toplumu, 30 bin muhalifin öldüğü bu kanlı dönemin acılarıyla yüzleşme ve anılarının üstesinden gelmenin salt siyasi ve hukuki süreçlerden geçmediğini öğrenmiş zaman içinde. Arjantin’de bugün, sadece askeri diktatörlüğün cinayet, iz bırakmadan ortadan kaldırma, kaybetme ve işkence eylemlerinin kurbanları üzerinden değil, bu cinayet, kaybetme ve işkence fiillerinin failleri üzerinden de gelişecek yaygın bir psikolojik terapi süreci gerekiyor toplumun ve bireylerin iyileşmesi için. Faillerden bahsediyorum ama bu, bu insanlık suçlarını işleyenlerin patolojize edileceği, birer psikolojik hasta olarak tanılanıp tanımlanacağı anlamına gelmiyor. Arjantin’de başka bir sorun tespit edilmiş, soru ortaya atılmış durumda. Bu insanlık suçlarını işleyen insanların aileleri, çocukları, torunları bu karanlık ve kanlı aile geçmişi ile nasıl yüzleşecek ve nasıl üstesinden gelecek? Arjantin insan hakları mücadelecileri bunu soruyor şimdi. Bu masum aile fertlerinin aklî ve vicdani rehabilitasyonunun yöntemi ne olmalı?
Bu soruları ortaya atan, Historias Desobedientes (İtaatsiz Hikâyeler) adıyla 2017 yılında kurulan bir sivil toplum örgütü ya da inisiyatifi. Kurucuları Liliana Furió ve Analía Kalinec. Bu iki kadın Arjantin askeri diktatörlüğünün bir başka açıdan kurbanları. Liliana Furió’nun babası Mendoza bölgesinin askeri istihbaratının şefiymiş. Biri reşit olmayan bir kişiyi kaçırmak olan, 50 insan hakları ihlali ile suçlanıyor. Furió, 2018 yılında anonim kalmaktan vazgeçmiş ve cunta kurbanlarıyla yan yana mitinglere katılmaya başlamış , kamuoyuna seslenmiş. Sonrasında yine diktatörlüğün suçlarının faillerinden bir başkasının kızı olan Analía Kalinec ile tanışıyor ve Historias Desobedientes hareketini oluşturuyor. Kalinec, bugün ömür boyu hapse mahkûm olarak cezaevinde olan babası için “Onu sevmek istemiyorum, bu çok acı veriyor” diyor.
İnisiyatif kurulduktan sonra askeri diktatörlüğün insanlık suçu faillerinin çok sayıda aile mensubu, çocukları, torunları birer birer anonim kalmayı bırakıyor ve İtaatsiz Hikâyeler hareketine katılıyor, cinayet, insan kaçırma, kaybetme ve işkence kurbanlarının yakınlarıyla ortak mücadeleye girişiyor. Historias Desobedientes, dünyada insan hakları ve geçmişle yüzleşme mücadelesinde bu türden tek örnek.
Hareketin kurucuları, sözün gücüne güvendiklerini söylüyorlar, konuşuyorlar ve geçmişle yüzleşmede Freud’un psikanaliz yönteminin bu yüzden çok önemli olduğunu söylüyorlar.
12 Eylül 1980 darbesinden bir örnek
12 Eylül 1980 darbesinin ardından askeri cunta ve cuntanın kurumları, siyasi tutuklu ve mahkûmları sınıfsal bilimsel araştırmalarında denek olarak kullanmış, psikolojik ve psikiyatrik testler uygulayıp sonuçları üzerinden muhalifleri patolojize etmeye, kapitalizm karşıtı mücadeleye klinik vaka tanısı koymaya çalışmıştır. Prof. Dr. Turan İtil ve Prof. Dr. Ayhan Songar, bu süreci cunta adına yürütmüşlerdir. Ama tarih, kapitalizm karşıtlığının ve sosyalizm mücadelesinin bireyler için de toplumlar için de sağlık belirtisi olduğunu göstermiştir, gösteriyor.
Dünyanın haline baksanıza şu kapitalizmde.
Haftanın Şarkısı
Bu haftanın şarkısı, Bruce Sprinsteen’in İnsan Hakları Beyannamesi’nin 40’ncı yılı olan 1988’deki Human Rights Now turnesinde söylediği ve aynı yıl yayımlanan EP’sine aldığı, sözleri ve müziği Bob Dylan’a ait Chimes of Freedom…