Aynalı Pasaj... Kitaplarla yaşamak serüvendir
Tüm dünyada göçmenlik, mültecilik ve sığınmacılık kavramlarıyla derecelendirilen bir yerinden yurdundan edilme, yersiz yurtsuzlaştırılma ve yerleşimsiz bırakılma sorunu yaşanıyor. Ve sadece Türkiye’de değil, birçok başka ülkede de farklı cenahlardan siyasetçi zevat, bu sorun, bu trajedi üzerinden prim yapma, popülizm gütme, oy devşirme faaliyeti yürütüyor.
Roland Barthes, 20’nci yüzyılın en önemli filozoflarından biri, edebiyat, sanat ve toplum alanlarında Marksizm’den el almış yapısalcı eleştirinin en önemli ismi ve göstergebilim ve anlambilimin (semioloji) kurucularındandır. Yazarlığımın, edebiyatımın gelişiminde en fazla etkisi olmuş kişidir, diyebilirim. Bugün de Fransa’da yetişmiş en parlak düşünürler arasında kabul edilen Roland Barthes’ı, 40 seneden fazladır okuyorum ve her defasında aynı entelektüel ve estetik hazzı alıyorum.
Yazı, kitap çok serüvenli şeyler. Ve bir yazarı 40 seneden fazladır düzenli olarak okuyorsanız, onunla çok derin, köklü bir yaşantınız oluyor. Onun kitapları artık sadece içerdikleriyle değil, nesne olarak da hayatınıza dair çok şey anlatıyor. Ben bunu Roland Barthes'la yaşadım, yaşıyorum. Anlatayım:
Roland Barthes’a, 1980 yılında Murat Belge’nin yazılarında rastladım. Ondan yapılmış kimi alıntılar beni anında cezbetti. İlk Türk Alman Kitabevi’nde buldum Barthes’ın bazı kitaplarını ve hemen paramı denkleştirip satın aldım. Sonrasında da sırayla Almanca’ya çevrilmiş kitaplarını art arda sipariş ettim kitabevinin sahibi Herr Mühlbauer’e. Askerde bile okumayı sürdürdüm onu, akşam içtimalarından sonra. 1983 yılının sonlarında Türk Alman Kitabevi'nden yine iki kitabını almıştım Roland Barthes’ın. Literatur oder Geschichte (Edebiyat Ya Da Tarih) ve Elemente der Semiologie (Semiolojinin Öğeleri). Ancak bu kitapları henüz okumaya başlamıştım ki, tutuklandım. 1985'te cezaevinde (Metris) ikinci yılımda annemden ziyarete gelirken evdeki Barthes kitaplarının bazılarını bana getirmesini istedim. O sırada İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencisi olduğum içindir herhalde, kitaplar kontrol edildikten sonra bana verildi. Cezaevinde iki sene boyunca Barthes'ı yeniden ve yeniden okudum. Dördüncü sene Gerede Cezaevi'ne nakledilirken bütün Almanca kitaplarımı yanıma almıştım. İstanbul’dan Bolu’ya duraklamalar, savcı beklemeler, mahkûm indirmelerle, ring arabasında kollar arkadan zincirli 18 saat süren bir yolculuk sonrasında Gerede Cezaevi’ne gelip de eşya bohçamı açtığımda yazı masamda çektiğim fotoğrafta gördüğünüz iki Roland Barthes kitabımı bulamadım. Çok üzülmüştüm, kitapların içeriği, bu iki kitaptan öğrendiklerim hafızamdaydı ama yine de ikisini de arzuluyordum. Elimde, gözümün önünde olmasını istiyordum ikisinin de. Yıllarca sahaflarda bakındım. Ama samanlıkta iğne aramak gibiydi.
Geçen Pazartesi, Nadir Kitap üzerinden satış yapan iki sahafta Barthes'ın bu iki kitabına rastladım. Hemen sipariş ettim sevinçli bir umutla. 30 dakika kadar sonra Eflatun Sahaf'tan Hakan arkadaş aradı ve turuncu kaplı, Literatur oder Geschichte’yi paketlerken üçüncü sayfada benim ismimi gördüğünü söyledi. İlk sayfada da Metris Cezaevi'nin 'Görülmüştür' mührünü. Dönüp dolaşıp bana döndü geçen Salı günü yani. Hiç unutmamıştım ikisini de. Unutmam elbette, öyle önemli ki benim için bu iki kitap, öyle önemli ki Barthes.
Reel siyaset ve çocuklar
Reel siyaset düşüncesizdir. Siyasetçisi de haliyle söylediği lafın nereye varacağını düşünmez ki, söylediği lafı da zaten etraflıca düşünmemiştir.
Şu sıralar, tüm dünyada göçmenlik, mültecilik ve sığınmacılık kavramlarıyla derecelendirilen bir yerinden yurdundan edilme, yersiz yurtsuzlaştırılma ve yerleşimsiz bırakılma sorunu yaşanıyor. Ve sadece Türkiye’de değil, birçok başka ülkede de farklı cenahlardan siyasetçi zevat, bu sorun, bu trajedi üzerinden prim yapma, popülizm gütme, oy devşirme faaliyeti yürütüyor. Türkiye’deki sağ ulusalcıdan aşırı milliyetçi, aşırı sağcıya bazıları ise artık toplumda alttan üste çıkmış bir zenofobiyi ekonomik istikrarsızlık ve sıkıntı döneminin şartlarını istismar ederek faşizmle kaşıyor.
Ve bu ortam sadece yetişkin sığınmacıların hayatını karartmakla kalmayıp onların savaş travmasını henüz atlatmakta olan çocuklarına kadar uzanan bir ayrımcılık ve zorbalığa sebep oluyor. Ve maalesef bu seyrek de olsa ilkokullarda, ilkokul çocukları arasında bile meydana geliyor.
Taze dimağları sayesinde dilimizi çabucak öğrenmiş, bir ilkokula yazılma şansını elde etmiş, yeni bir yuva bulmanın huzuru ile savaşın travmasından sıyrılıp neşesine kavuşan o çocukları ve ailelerini tekrar gerisin geriye, acıyı ve korkuyu yaşadıkları çıkış ülkelerine geri göndermekle tehdit eden, bunu pervasızca ve böbürlenerek dile getiren, seçim vaadi olarak sayıklayan siyasetçiler, çocuklara, önce sığınmacı çocuklara, sonra bu ülkenin çocuklarına, ilkokul çocuklarına bile ne yaptıklarının farkında değil elbette. Ya da farkında, ama orası önemli değil onlar için…
Faulkner okurları şanslı
Bugün büyük yazar William Faulkner’ın 105’inci doğum günü. ABD’li romancı ve öykücü, ülkesinin güney kent ve kasabalarındaki toplumsal yaşamın dekadansını son derece gerçekçi resmederken, anlatısında bilinç akışı ve çoklu anlatım tekniklerini kullanmıştır. Ses ve Öfke (The Sound and The Fury), Döşeğimde Ölürken (As I Lay Dying), Ağustos Işığı (Light in August) adlı şahane üç romanını önemle ve sevgiyle tavsiye ederim. İkinci ve üçüncü romanlarda, Murat Belge çevirmenliğini konuşturmuştur. Birinciyi de Rasih Güran iyi çevirmiş. Faulkner’ın Türkçe okurları şanslı yani… Faulkner okurları şanslı…
Haftanın Şarkısı
Rock’n’Roll’un Güneyli öncülerinden, çalkalayarak (shaking) Sivil Haklar Hareketini başlatan Elvis Presley’den, In the Ghetto…