Aynalı Pasaj... Refah şovenizminden refah cehaletine…
Afrika’dan bir gazetecinin geçtiği açlıktan ölmekte olan bir çocuğun tek bir fotoğrafı bile gündelik hayatın gündeminde yer bulurdu tüm dünyada. Türkiye’de de. Sokaktaki insan dert ederdi açları. Şimdi kimsenin umurunda değil. Yoksulların atık gıdalara ulaşma çabaları ise tüm dünyada kriminalize ediliyor. Müreffehler, atık canlılara olan düşmanlıklarından ötürü, atıklarının yığınları üzerinde oturmayı bile tercih ediyorlar.
Refah şovenizminden refah cehaletine…
Artık bir Live Aid konseri bile yapılmaz oldu. 13 Temmuz 1985 tarihinde gün boyunca biri İngiltere diğeri ABD’de olmak üzere iki merkezde İrlandalı rockçı Bob Geldof’un girişimiyle Afrika’daki aç insanlar için bağış toplama amacıyla düzenlenen konser maratonuna yüzlerce müzisyen katılmış, konserler dünya televizyonlarından uydu bağlantısıyla canlı yayınlanmış ve 1.9 milyar insan tarafından izlenmişti. Aynı gün içinde Sovyetler Birliği, Kanada, Japonya, Yugoslavya, Avusturya, Avustralya ve Batı Almanya’da da Live Aid kampanyasına paralel ve aynı hedefi güden konserler olmuştu. Gençlik ve onun müziği dünyanın yoksul halklarıyla büyük bir dayanışma içine girmişti.
O dönemler öyleydi. Afrika’dan bir gazetecinin geçtiği açlıktan ölmekte olan bir çocuğun tek bir fotoğrafı bile gündelik hayatın gündeminde yer bulurdu tüm dünyada. Türkiye’de de. Sokaktaki insan dert ederdi açları.
Şimdi kimsenin umurunda değil. Bir televizyon ya da gazetede yer bulsa bile dünyadaki açlık sorunu, kimse dönüp bakmıyor bu büyük trajedinin imgelerine, istatistiklere ise zaten göz atılmıyor.
Yoksul insanların istihdam edilmişleri, ucuz işgücü köleleri olarak araçsallıkları üzerinden şeyleştirilerek insan kimliğinden sıyrılıyor. İşsizler, hastalar, sığınmacılar ise toptan atık olarak algılanıyor şimdilerde.
Bir de elbette yeni tarz bir cehalet çağındayız artık.
Yıllar önce Tanıl Bora’dan duyduğum refah şovenizmi kavramı gibi bir de refah cehaleti var şimdi artık dünya ölçeğinde.
Enformasyon kaynaklarına en kolay ulaşabildiği düşünülen bir kesim, dünyanın refah nüfusu, tam da kendi refah sınıfı ya da çevresi dışında kalan koca bir dünya parçasını artık göremez olmuş durumda. Refah şovenizmi bu kesimleri, yani dünyanın (para) zenginlerini müreffeh bir cehalete savurdu, yerleştirdi.
Şunu biliyor mu refah içindekiler, müreffehler acaba, bilseler de kılları kıpırdar mı:
Şu sıralar Afrika’da son 40 yılın en büyük kuraklığı yaşanıyor ve milyonlarca insan açlıktan ölme tehlikesi ile karşı karşıya. Kuraklıktan ağır biçimde etkilenen insanların sayısı 811 milyon. Bunun 200 milyonu çocuk. Milyonlarca başka canlı türü de tehdit altında. Sadece Kenya’da 3 milyon çocuk yiyeceğe erişemiyor, açlık felaketi yüzünden okula gidemiyor, eğitim alamıyor. Gıdasızlıktan en fazla mağdur olan kesim yine her zamanki gibi çocuklar yani. Ebeveynler, küçücük kızlarını çeyiz parası için zengin adamlara evlilik prosedürü ile satıyorlar.
Kenya, Somali ve Etiyopya’da salgın hastalıklar hızla yayılırken, yoksul halkın hekim ve hastaneye erişimi de çok zayıflamış durumda. Kuraklık ve açlıktan en fazla etkilenen bölgelerde ve bu bölgelerden bir şekilde göç etmeyi başaran insanların şehir kenarlarında kurduğu kamplarda hekim ve sağlık görevlisi sayısı çok az, yetersiz. Türkiye dahil birçok ülkenin hekimleri ise refah şovenizminin merkezlerine, zengin ülkelere göç ediyor.
Refah şovenistleri, müreffehler, refah cahilleri dünya nüfusunun çok küçük bir azınlığını oluşturduğu halde anaakım medyanın haber merkezleri bu paralıların elinde, işgalinde ve yoksul ülkelerin toplumları dahil bütün dünya halkları için görünür, izlenir yeryüzü imgesi artık refah merkezleridir.
Paralıların, müreffehlerin dünya ölçeğindeki cehaleti yoksullara da sirayet ediyor.
Toplayıcı toplumdan dökücü, çöpe atıcı topluma ve espigoladors’un mücadelesi
Toplum biçimlerinin evrimi sürüyor… Bir zamanların toplayıcı toplumundan gele gele insanlık, dökücü, çöpe atıcı diyebileceğimiz bir toplum biçimine geldi.
Yoksullar açlıktan ölürken, dünya genelinde üretilen gıdanın üçte biri tabaklanmadan, tabağa konulmadan, bir sofraya getirilmeden çöpe gidiyor. Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerine göre bu miktar 1,3 milyar ton gıdaya tekabül ediyor. Yani kapitalist ekonominin ve yaşam biçiminin atıklaştırdığı gıdanın miktarı dünyadaki açlık sorununu ortadan kaldırabilecek seviyede.
Yoksulların atık gıdalara ulaşma çabaları ise tüm dünyada kriminalize ediliyor. Çöpleri karıştıran insanlar potansiyel suçlu muamelesi görüyor, fiziki ya da hukuki duvarlarla çevrilmiş refah şovenizmi yerleşimlerine atık gıda bulmak için yaklaşan insanlar düşman olarak görülüyor. Bu yerleşimlere, yaklaşan diğer canlı türleri ise öldürülüyor, en hafifinden esir alınıyor. Atık insanlar gibi atık canlılar olarak onlar da yavaşlatılmış bir ölüme terk ediliyor. Müreffehler, atık canlılara olan düşmanlıklarından ötürü, atıklarının yığınları üzerinde oturmayı bile tercih ediyorlar.
İspanya’da kurulan ve adını Katalanca toplayıcı anlamına gelen espigolar sözcüğünden alan sivil toplum örgütü, gıda çöpleştirme sorununa, savurganlığa karşı iğne ile kuyu kazarcasına mücadele ediyor. Market kriterlerine uymadığı ve pazarda alıcı bulmayacağı için üreticiler, toptancılar tarafından tarlalarda, ekim alanlarında, depolarda çürümeye, çöpleşmeye bırakılan ürünleri yerlerinden gönüllü olarak toplayan espigoladors mensupları şimdiye kadar 2084 ton gıdayı geri kazanmış. Bu rakam yıllık atıklaştırılan gıda miktarıyla karşılaştırıldığında küçük gibi görünse de, her biri 300 gram olan 6.600.531 porsiyon demek oluyor. Ki bu porsiyonları espigoladors açlık çeken, gıdaya erişemeyen insanlara servis etmiş bile.
Espigoladors sivil toplum örgütünün faaliyetlerine dair daha fazla bilgi edinmek isteyenler şu adresten ulaşabilirler...
Karl Kraus ve aforizmaları
Bugün Avusturyalı yazar, mizahçı, şair, oyun yazarı, dil, kültür ve medya eleştirmeni Karl Kraus’un 96’ncı ölüm yıldönümü. 1899-1936 yılları arasında Orta Avrupa kültür hayatında sarsıcı etki yapmış Die Fackel (Meşale) dergisini de yayımlayan Kraus’un aforizmalarının her biri edebi ve entelektüel değeri yüksek yapıtlardır. Karl Kraus’u, çok sevdiğim beş aforizması ile anmak istedim:
Sanatçı, çözümden bulmaca üreten kişidir.
Aile hayatı, özel hayata karışmaktır.
Erotizm, engelleri aşmaktır. En cezbedici ve popüler engel ise ahlâktır.
Sansürcünün anladığı hicivler haklı olarak yasaklanır.
Yalnız kalma ihtiyacına bir masada tek başına oturmak yetmez. Masanın etrafında boş iskemleler de olması gerekir. Garson gelip de boş iskemlelerden birini alırsa ancak, benim dost canlısı tabiatım uyanır. Boş iskemleler olmadan yaşayamam.
Haftanın şarkısı
Bu haftaki köşemin gündemi itibariyle haftanın şarkısı da Live Aid albümünden We are the World…