Aynalı Pasaj... Yaratıcı Yıkım, kapitalizmin becereceği iş değil
Kapitalizm, Schumpeter’in dar yaratıcı yıkım kavramıyla umut vaat edebileceği, startup gençliğinin heba edilmiş heyecanıyla suni teneffüs yapılabilecek aşamayı çoktan geçti.. Dünyayı kurtaracak olan, gençliğin, işçilerin, sanatçıların, entelektüellerin, işsizlerin ve yoksulların başlayıcılık duygusunu coşturacak, Marksizm’den feyzalmış devrimci bir yaratıcılıktır.
Yaratıcı Yıkım, kapitalizmin becereceği iş değil
Kapitalizmin, insanlık tarihi kadar olmasa da, ortalama insan hayatı ölçeğinde epey uzunca bir zamana yayılmış ama yine de ölümcül küresel krizi (artık buhran diyebiliriz) sürerken, kapitalist ideologların şapkadan çıkardıkları son tavşan da startup oldu. Kapitalizmin şimdilerde kendi doğurganlığına kanıt olarak lanse ettiği bu yeni girişimci, yeni müteşebbis tavşan-firmalar genç kuşakların yaratıcılığını istismar etme ve yönlendirmenin, sistemin ideolojisine kanalize etmenin yeni yolu oldu. Bir asır önce gençliğin coşkulu yaratıcılığı, üretici heyecanı, estetik yıkıcılığı, sanat ve siyasette devrimsel bir yenilenme, özgürlükçü bir ütopya inşasına yol açıp modernizmin önündeki son bentleri de yıkmışken, bugün aynı coşku pazarda pay arayışında helak oluyor. Gençler artık sanat, edebiyat ve siyaset alanlarında arayışta değiller, dev firmaların vadilerinde yollarını bulmaya çalışıyorlar; radikal şık kapüşonlarının içinde hızlı üreyen ama çürümüş üretici güçler ve üretim ilişkilerinin bütün sosyolojik-genetik hastalıklarından mustarip, günümüzün tüketim iştahında telef olacak tavşanlarıyla.
Yeni, yenilikçi olduğu iddia edilen, varsayılan ürünleri üzerinde, üretici güçlerin ayakbağı olmuş eski üretim ilişkilerine rağmen yine de hızla büyüyeceğini umdukları firmalar bina etmenin illüzyonuna kapılmış bu gençler, 1940’larda Avusturyalı ekonomist Joseph Schumpeter’in kapitalizmin gücü olarak tedavüle soktuğu Yaratıcı Yıkım-Schöpferische Zerstörüng kavramının günümüzdeki temsilcileri midir? Kapitalist ideologlara göre öyle olmalı ve sermaye sahiplerinin içini ferahlattığı kesin. Özgürlük istençleri ve estetik arzuları iğdiş edilen gençleri satın almanın pek de zor olmadığını tahmin edebiliyorlar.
Joseph Schumpeter’in, her ekonomik gelişmenin bir yaratıcı yıkıcılık süreci üzerine inşa edildiğini ileri süren yaratıcı yıkım kavramı kapitalistlerin polemik cephaneliğinde en önemli argüman silahı olmuşsa da, aslında hiç de orijinal değil. Karl Marx ve Friedrich Engels, Komünist Manifesto’da, Schumpeter’den bir asır önce, yeni düzenin, gelişmekte olan üretici güçleri ve onların gelişiminin önünü açacak yeni üretim ilişkileri sayesinde eski düzeni yıkıp yerine geçmesini bilimsel ve şiirsel biçimde farklı sözcükler ve kavramlarla tarif etmişlerdir. Onlar yıkımdaki yaratıcılığı ya da yaratıcılıktaki yıkıcılığı çok daha geniş bir perspektiften betimlemişlerdir. Ama kapitalistler bilse de bilmezden gelirler esas yaratıcı yıkımın komünizm olduğunu. Oysa Schumpeter’in yaptığı Marksizm'in ekonomiye ve emek-sermaye çelişkisine dair bu tezini kapitalist paradigmaya hapsetmesi ve emek-sermaye çelişkisini gözardı edip toplumsal yaşamdan koparmasıdır.
Schumpeter ile hemen hemen aynı dönemde Bertolt Brecht, Marksizm’den el alarak sanat, edebiyat ve estetikteki yaratıcı yıkıcılık coşkusunu Başlayıcılık Duygusu-Beginnergefühl olarak adlandırmıştır. Radikal modernizmin, uzlaşmaları yıkma, algıda devrim ve yeniyi düşlemleme heyecanı ve teorikpratiğidir bu, sanat, edebiyat, estetik ve hatta siyasette.
Epeydir düşündüğüm bu konuları bu hafta Avusturyalı gazeteci yazar Robert Misik’in yeni kitabından haberdar olduğumda bir kez daha yazı masama koydum.
Gazete yazıları kadar yazdığı kitaplar ile de Avrupa sosyalist çevrelerinde çok önemsenen Robert Misik, Das grosse Beginnergefühl-Moderne, Zeitgeist, Revolution (Büyük Başlayıcılık Duygusu-Modernizm, Zamanın Ruhu, Devrim) adlı yeni kitabında yaşadığımız şu dönemde her türden ütopik iyimserliğin kaybolmuş olduğunu belirtiyor ama bunun nihai bir sonuç olmadığını ileri sürüyor, ortaya koyuyor. Misik, sol sanatın son 200 yılında Heinrich Heine’den Elfriede Jelinek’e, Patti Smith’ten Soap&Skin’e, Bauhaus’dan Belediye Toplukonutları’na kadar birçok örnekten yola çıkarak sanatın bugün de büyük görevinin aşılmış olana isyan ve stillerin devrimiyle arzuda aşırılık ve yoğunluk olduğuna işaret ederken, aynı zamanda ticariliğin, eğlence kültürünün ve daha önce yapılmışın ötesinde bir estetik programın ana hatlarını çiziyor.
Böylesi bir estetik program, benim birkaç yıldır arzu toplumu olarak adlandırdığım toplumsallığın en önemli adımlarından biri olacaktır.
Kapitalizm, Schumpeter’in dar yaratıcı yıkım kavramıyla umut vaat edebilecek, startup gençliğinin heba edilmiş heyecanıyla suni teneffüs yapılabilecek aşamayı çoktan geçti.
Dünyayı kurtaracak olan, gençliğin, işçilerin, sanatçıların, entelektüellerin, işsizlerin ve yoksulların başlayıcılık duygusunu coşturacak, Marksizm’den feyzalmış bir devrimci yaratıcılıktır.
İnsanın ideolojik esareti
Geçen haftaki köşemde insanın öyle evrenin ve hayatın merkezi filan olmadığından, doğada bir fonksiyon olduğundan bahsetmiştim. İnsan tarihte sadece alet üreten, bilinçli eylemi ile doğadan yeniden üretim yapan bir canlı değil, aynı zamanda kendi kendisini insan olarak inşa eden bir doğal fonksiyondur.
İnsan, dünyayı ve evreni seyredip kendisini bir yere koymaya çalışırken, ağırlıklı olarak korkuları ve çaresizlikleri üzerine bina ettiği ideolojilerle kendi kendisini inşa etmiştir.
Ama tam da bu ideolojiler kendisini tutsak etmiş, özgürlüğünü elinden almış, onu doğadan koparmıştır.
Toplum içinde nereye bakarsak bakalım insanın gönüllü olarak kendisini tutsak etmesinin sonuçlarını, süreçlerini görüyoruz.
Yeni bir doğa ve ekoloji hareketinin en önemli hedeflerinden biri de insanın kendisini yeniden doğanın bir fonksiyonu olarak kavraması olmalıdır.
Özgürlüğüyle yeniden tanışan insan, doğada sebep olduğu yıkımın kendi yıkımı da olduğunu görecektir.
Bir sergi, bir kitap
Fotoğraf sanatçısı Manuel Çıtak, ilk kişisel sergisi ‘islomania’yı 2 Temmuz 2022’ye kadar İstanbul’da Depo’da sergiliyor. Tanıtım bülteninde Çıtak’ın sergideki eserleri doğanın el değmemişliğini ve azametini gösteren yakın dönem işleri olarak tanımlanıyor. Adını Lawrence Durell’in ‘Reflections on a Marine Venus’ adlı kitabında bir hastalık olarak tanımladığı ‘ada sarhoşluğu’ndan alan ve küratörlüğünü Refik Akyüz ve Serdar Darendeliler’in üstlendiği sergideki fotoğraflarda genel manzaralardaki büyük boşluklarda, ölçeği doğanın içindeki insanlar belirliyor. Gezmenizi tavsiye ederim.
Nurhan Suerdem, 2019 yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlanan ilk kitabı Maruzatım Var ile Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazanmıştı. O ilk kitabına bayılmış, ne zaman ikincisi çıkacak diye merak ediyordum. Bu ay Nurhan Suerdem’in yeni öykü kitabı Duyuyor musun yine İletişim Yayınları’nda yayımlandı.
Nurhan Suerdem’in her biri birer gündelik hayat kahramanı olan öykü karakterleri, hoyratlıklara ve mutsuzluğa zarafetle direnen insanlar. Yazarın dili kullanımındaki zarafeti ile kahramanlarına yaklaşımındaki şefkat birbirine denk düşüyor. Has öykü okumak için Nurhan Suerdem doğru tercihtir.
Haftanın Şarkısı
Bugün ABD’li rock müzisyeni Melissa Etheridge’in 61’nci doğum günü. İki Grammy ve bir Oscar ödülü sahibi Etheridge, ülkesinde önemli bir kadın hareketi ve LGBTI hareketi savunucusu olarak tanınıyor. 2004 yılında yakalandığı göğüs kanserini bir yıl içinde başarılı operasyonlar ve kemoterapi ile yenen Melissa Etheridge, bütün bu süreci kamuoyu ile paylaşmıştı. Bu haftanın şarkısı Melissa Etheridge’in 2021’de çıkardığı One Way Out.