Ayvalık Film Festivali'nden ‘Cannes’ kardeşliği
Yönetmen ve senarist Michel Gondry’nin bir konuda hakkını vermemiz gerekir: Yönetmen sinemasında istediği şeyi yapıyor! Hikayesinin bir kargaşa içinde kaybolmasını değil bu kargaşayı ‘kucaklamasını’ en azından hazmetmesini hedefliyor. Usta yönetmen Ken Loach’ın son filmi ‘Umudunu kaybetme’ beklentilerimizi boşa çıkarmadı.
Geçen yazımızda başladığımız Ayvalık Film Festivali kapsamında gösterilen filmler hakkındaki değerlendirmelerimize devam ediyoruz.
Yaşadığımız ilginç bir tesadüften bahsetmek istiyoruz: katıldığımız Ayvalık Film Festivallerinde en beğendiğimiz yapımlar genelde festival haftasının ikinci yarısında karşımıza çıkmıştı! Genelde festivalin ‘açılış’ filmleri dikkat çekiciydi ve bazı filmlerin değişik gün ve saatlerde gösterildiğini hesaba katarsak bu ‘sıralama’ kişiye göre değişkenlik gösterebilir ama büyük beklenti yaratan yapımların bizim açımızdan tatmin edici karşılıklarını yine festival haftasının son günlerinde izleme şansı bulduk!
LE LİVRE DES SOLUTİONS/ ÇÖZÜMLER KİTABI
Yönetmen ve senarist Michel Gondry’nin filmlerini sevsek de sevmesek de bir konuda hakkını vermemiz gerekir: Yönetmen sinemasında istediği şeyi yapıyor!
Hatta bazen devasa olmayan bütçelerinin sınırlarını zorlayacak yıldız isimlerle çalışsa bile kendine has mizah duygusundan asla vazgeçmiyor, bazen absürt ve uçuk kokan hayal dünyasının ‘itici’ görünme tehlikesini göze alıyor. Gondry’nin ‘alter egosu’ olduğu açık olan ‘filmdeki yönetmen’ Marc’ın yapımcıların kısıtlamalarına boyun eğmeyip evindeki imkanlarla filmini tamamlamaya çalışmasını anlatan bu film, basit bir ‘yetersizliklerle çekilen film’ komedisi olabilecekken Gondry başkarakterine ciddi bir derinlik katarak hikayesini başka ‘sulara çekiyor’. Marc karakterinin şevkli olması ve fedakar ekibiyle çok kısıtlı bir bütçeye rağmen film projesini ‘düzlüğe çıkarma’ isteği hikayeye bir yere kadar yön veriyor. Asıl ilgimizi çeken Marc’ın istekli olduğu kadar aynı zamanda takıntılı hatta hafif nevrotik tavrının çevresindeki insanlarda nasıl duygusal dalgalanmalar yarattığı oluyor. Bir anlamda en kişisel filmlerinden birini sunan yönetmen filminde var olan kaotik ortamdan adeta ‘besleniyor’. Hikayesinin bir kargaşa içinde kaybolmasını değil bu kargaşayı ‘kucaklamasını’ en azından hazmetmesini hedefliyor. Başarısız bir film yönetmenliğinden kaldığı kasabanın belediye başkanlığına kadar giden bu ‘çılgın’ yolculuk bazı seyircileri yorabilir ama bizce ‘Çözümler kitabı’ hiç de es geçilecek bir sinema deneyimi değil!
THE OLD OAK / UMUDUNU KATBETME
Politik ve sosyal konuları ele alarak dünya sinemasında kendine özgün bir yer edinmiş olan usta yönetmen Ken Loach’ın son filmi ‘Umudunu kaybetme’ beklentilerimizi boşa çıkarmadı. Bir dönemin politik koşullarını bazen hikayelerinin merkezine bazen ise ‘arka planına’ koyan yönetmen bizce kendince bir ‘güncelleme’ yaşıyor ve bir kez daha etkileyici bir sinema dili yakalıyordu. Hatırlanacağı üzere Loach uzun kariyerinde birçok senaryosunu ‘Thatcher’ dönemindeki işçilerin yaşadığı zorluklar üzerine kurmuş ama bununla sınırlı kalmayıp İRA’dan başlayıp İspanya’da yaşanmış iç savaşa kadar uzanan önemli yapımlar çıkarmıştı. Bu sefer hikayesinin merkezine bir İngiltere kasabasında bar sahibi ‘sıradan’ bir adamla buraya gelmek zorunda kalan Suriyeli mülteciler arasında oluşan bağları koyan yönetmen, samimi ve gerçekçi tavrından taviz vermiyor, kişisel bir hikayeden nasıl evrensel sorunlara ulaşabileceğini tekrar gösteriyor. Avrupa ülkelerinde yükselişte olan ‘İslamofobi’ üzerine gibi görünen filmin odak noktası aslında daha çok Suriyeli mülteciler ve Esad yönetimi üzerine eğiliyor ve Loach zaman zaman takındığı ‘engagé’ daha doğrusu aktivist yanını unutmuyor. İşlettiği yerel barda huzurlu gözüken ama aslında travmatik bir geçmişe sahip bir adam, geldiği bu yabancı ülkede yönünü bulmaya çalışan genç bir Suriyeli kadın ve mültecilerin kasabalarına gelmelerinden rahatsız olan yerel halk ‘üçgeninde’ ilerleyen film, gerilimli ama bir o kadar da samimi bir atmosfer kurmayı başarıyor. Artık 87 yaşına gelmiş bir yönetmenin halen bu derece ‘enerjik’, ‘derinlikli’ ve incelikli bir yapım çıkarması gerçekten hayranlık uyandırıcıydı.‘The old Oak’ belki Loach’ın en iyi yapımlarından biri değildi ama filmin Türkçe çevirisinde olduğu gibi yönetmenden ‘umudumuzu kaybetmememiz’ yönünde adeta kanıt niteliğinde bir filmdi!
Festival kapsamında izlediğimiz diğer filmlerden kısaca bahsedersek: ne yazık ki oldukça erken bir yaşta kaybettiğimiz yönetmen Ömer Kavur üzerine olan ‘Kavur’ belgeseli bazı arşiv görüntülerini Anadolu’daki taşra görüntüleriyle harmanlayan ve bu görüntülerin eşliğinde Cem Yılmaz ve Funda Eryiğit’in dokunaklı ‘voice over’larıyla ilerleyen bir filmdi. Bir zamanlar kendisiyle tanışma ve öğrencisi olma şansına erişmiş olan benim gibi kişiler için film ayrıca bir önem taşıyordu. Bizce filmdeki önemli kusur, filmin yönetmenlerinin bu yönde ilerlemek istemediklerini anladığımız halde Ömer Kavur’un hayatından bahsederken kendisinin sunduğu az ama öz filmlerden hiç bahsedilmemesiydi.
Büyük bir merakla izlemeye gittiğim ‘Kabahatliler’ ise ilginç yönlerine rağmen ağır bir tempoyla akan, sonunda bir şekilde bağlanan ama hikâyecikler arasında ‘birbirinden kopukluk’ hissiyatı yaratan ve tam olarak kendimizi kaptıramadığımız uzun bir filmdi.
Bir diğer merak ettiğimiz ‘Şeflerin aşkı’ filmini bazı aksilikler yüzünden ne yazık ki izleyemedik!
Sonuç olarak bir kere daha renkli, sıcak ve enerjik bir havada geçen bir Ayvalık Filmi Festivali yaşadık. Emeği geçen herkese bir kez daha teşekkürler!