Ayvalık Film Festivali’ni bir sene, Leos Carax’ı on sene bekledik!
Sık sık film türlerini, konusunu ve taşıdığı sembolleri ‘bulanıklaştırdığını’ düşünecek olursak ‘Annette’ kuşkusuz her sinemaseverin beğeneceği bir film değil. Film, Carax’ın en zor anlaşılır filmi değil, hatta bu noktadan bayağı uzakta ancak karşımızda çok rahat ‘elde tutulur’, kolayca bir çerçeveye oturtabileceğimiz bir yapım da yok…
Göreceli olarak çok yeni bir film festivali olmasına rağmen (bu sene dördüncü defa düzenleniyor) ilk iki sene bizce çok dinamik ve farklı bir ortam sunan ve ardından pandemi yüzünden geçen sene çevrimiçi gösterimlerle sınırlı kalan 4. Ayvalık Film Festivali’nin açılış filmi ‘Annette’ gerçekten heyecan verici ve merak uyandırıcı bir ‘festival başlangıcı’ müjdeliyordu.
Dünya ‘Premiere’ini Cannes Film Festivali'nde yapmış olan ‘Annette’, az ama öz filmler sunan, özellikle Fransa’nın tanınan ve önemli yönetmenlerinden biri olan Leos Carax imzası taşıyor. Carax 37 senede sadece beş film yaratan, son filmi ‘Holy Motors’u ise on sene önce yapmış bir sanatçı… Ancak bu kadar mütevazi sayılabilecek sayıda film çekmesine rağmen Carax, her filmine kendine has yönetmen dokunuşlarını serpiştiren, hatta çoğu zaman özel bir ‘iz’ bırakan ve bunu ülkemizde de dikkat çeken ‘Les Amants du Pont-neuf /Köprü üstü aşıkları’ veya ‘Mauvais Sang/Kötü kan’ gibi yapımlarıyla kanıtlamış bir isim.
Yönetmenin son filmi ‘Holy Motors’ biraz fazla ‘radikal’ tutumuyla seyircileri adeta ‘ikiye’ bölmüştü. ‘Annette’ ise çok daha ‘ulaşılabilir’ (ya da anlaşılabilir), kendimizi içine ‘kaptırmaya’ daha uygun ve sanki Carax’ın geçmişte anlattığı büyük aşk hikayeleriyle aynı doğrultuda ilerleyen bir film. Ancak bizi şaşırtan nokta, yönetmenin bunu, eğlenceli ve gösterişli olmasına rağmen genelde senaryonun alt metnini, diyalog yoğunluğunu ve olay örgüsünü basitleştirme riski taşıyan bir ‘Müzikal film’ formunda vermesi ve bu ‘ağır’ yükün altından iki büyük oyuncusunun katkısıyla başarıyla kalkabilmesi oluyor.
Henry (Adam Driver) çok başarılı bir stand-up’çı ve kendisi gibi kariyer sahibi bir opera sanatçısı Ann’la (Marion Cotillard) ciddi bir ilişkisi olan orta yaşlı bir adamdır. Önce evlenmeyle sonra da bir çocuk sahibi olmayla taçlanan bu ilişki Henry’nin psikolojik dengesini yavaş yavaş kaybetmesiyle önce sekteye uğrar, ardından da alt üst olur.
ALDATICI BİR GİRİŞ…
Aslında ilk bakışta, ‘Annette’ genelinde hoş bir ‘peri masalı’, görkemli bir ‘müzikal’ izlenimi veriyor ve girişini, hayal dünyası, ‘sahte ikizler’ gibi temaların etrafında dolaşan ve şarkının, koreografinin ve oyunculuk performansının başkarakterlerinin hayatının merkezinde olacağına işaret eden çok başarılı bir sekansla yapıyor. Ancak Carax bu başarılı ama klasik açılışı, sonrasında ‘müzikal’ filmlerin değişmez kodlarını sarsmak, hatta zaman zaman çatlatmak için kullanıyor. İlk müzikal sekanstan sonra Henry’yi geceleyin, motorunun üzerinde son sürat sanki ‘Lost Highway’den fırlamış bir karakter gibi yollarda görüyoruz. Sadece başlı başına bile karanlık ve biraz ‘endişe’ verici olan bu sahne, bizi sakin akacak bir masal beklemememiz hatta belki de başkarakterlerin yavaş yavaş adeta bir ‘cehenneme inişlerinin’ her an başlayabileceği konusunda uyarıyor.
Henry karakterinin sergilediği esprili ama zaman zaman sert, çiğ sayılabilecek sözlerle, doğaçlamalarla akan stand-up şovu, -bu şov zaten normal şartlarda da ‘interactive’ yani seyircilerinin katılımına çok açık bir gösteriyken- burada seyirciler (klasik müzikallerin tam tersine) Henry’yi sorguluyor, sarsıyor hatta zaman zaman adeta onlar şovu yönetmeye başlıyor! Diğer tarafta Ann’ın sahnelerindeki keskin ve özenli koreografi, zaman zaman ‘pek doğal olmayan’ diyalogların şarkı yoluyla dillendirilmesi ve yine mekandaki bütün kişilerin biraz gerçeküstü bir şekilde aynı harekete başlamaları, bu iki karakterin gösterilerini çok ayrı noktalara savurabilecekken bir açıdan ikisinin de bir tür ‘birleşmeyi’ başlattığını gösteriyor. Ayrı yolları izleseler de….
BİZ DE KATILALIM…
Yönetmenin bahsettiğimiz sekanslarda olayın içine nerdeyse bütün karakterleri (başta seyirciler olmak üzere) katması gerçeklikle-(müzikal) gerçeküstülüğün arasında salınan filmin önünde yeni kapılar açıyor ve yönetmenin aslında ilerlemek istediği yolu gösteriyor: İster bir stand-up gösterisi ister bir opera olsun, en belirsiz olan nokta, yani seyircilerin tepkisi de koreografiye uyumlu ve ‘önceden belirlenmiş’ gibi duruyor. Dolayısıyla gösterinin merkezinde olan sanatçı asla ‘savunmasız’ veya ‘saldırıya açık’ bir hale düşmüyor, çünkü gördüğümüz her şey sahte ve yapay… Yönetmen bir anlamda gerçekliği kurmacaya dönüştürüyor.
Bunlara rağmen. ‘Annette’de asla kurmacanın ‘zaferiyle’ gerçekliği mahkûm etmiyor. Örneğin, mahkeme önünde gerçeği söylemeye yemin edemeyen birisi bunu sahnenin ortasında yapabiliyor. Aynı şekilde bir katili polis araştırmaları esnasında değil, bir konser sırasında keşfedebiliyoruz.
Gayet rahat ve akıcı bir şeklide doğru-yanlış ve gerçek-kurmaca temaları arasında gezinen yönetmen, sanki karakterlerini (hem de bizi tabii) ‘kararsızlığa’ sokuyor. Filmindeki zaman, mekân ve eylem atlamaları ile karakterlerini en sert bir şekilde kendileriyle yüzleşmelerine itiyor.
Hakkında çok sürpriz açık etmeden bahsetmeye çalışabileceğimiz ‘Annette’in, yani Henry ve Ann’ın çocuğunun ise hikayenin asıl denge noktasını oluşturduğunu ama aynı zamanda da anne-babasının nevrozlarını da ateşleyen bir karakter olduğunu söyleyebiliriz. Aslında kendisi bir post-modern Pinokyo izlenimi ve isteği taşıyor: Olduğu gibi sevilmek ve kabul edilmek… Başka bir şey için kullanılmak değil…
ANLAŞILMAZ DEĞİL, ‘ELDE TUTULAMAZ’!
Bütün bunların yanında Carax asla yak(ın)laştığı türün gerekliliklerini de yerine getirmekten uzak durmuyor. Filmdeki birçok sekans gerçekten hem görsel açıdan hem de duygusal yoğunluk açısından etkiliyor: Bu ister çiftin arasına dahil olan umutsuzca aşık bir orkestra şefi olsun, ister denizdeki bir fırtınada birbirinden ‘kopan’ bir çift olsun, isterse de bir piyanonun etrafında oluşan şefkat sahnesi olsun; bütün bu karakterler ve eylemler filmin iliklerine kadar bulaşan kazanma-kaybetme ve tekrar kazanma üçlüsüyle tam anlamıyla uyum içerisinde olan sahneler.
Sık sık film türlerini, konusunu ve taşıdığı sembolleri ‘bulanıklaştırdığını’ düşünecek olursak ‘Annette’ kuşkusuz her sinemaseverin beğeneceği bir film değil. Film, Carax’ın en zor anlaşılır filmi değil, hatta bu noktadan bayağı uzakta ancak karşımızda çok rahat ‘elde tutulur’, kolayca bir çerçeveye oturtabileceğimiz bir yapım da yok… Ama Carax’ın sinematografik dili filmin her karesinde hissediliyor ve insanlığın karanlık yüzü, kendisini sorgulaması, gerçek aşkın sorumluluğu gibi birçok temayı seyirciye tam anlamıyla nakletmeyi beceriyor. Filmin uzunluğu ise (2 saat 20 dk.) zaman zaman biraz yorsa da karşılıklı adeta ‘döktüren’ Adam Driver ve Marion Cotillard bu ağırlığın kolayca üstünü örtüyorlar.
Sonuç olarak Carax’ın yeni filmini tam 10 sene beklememize değdi mi? Bizce evet, değdi!