YAZARLAR

Azizler: Komik ıssız adamlar

Uzun bekleyişe değdi mi? Kendi adıma buna evet yanıtını vermek zor. Sinema duygusunun biraz geri plana itildiği, daha çok televizyon filmi hissinin ağır bastığı bir iş olmuş “Azizler”.

Dile kolay tam 11 yıldır Taylan Biraderler'in yeni filmini bekliyordu hayranları. Çünkü 2009’da gösterime giren “Vavien” yalnızca yönetmenlerin değil, memleket sinemasının de en iyi yapımlarından birisi olarak tescillendi. Engin Günaydın, Binnur Kaya, Settar Tanrıöğen ve vazgeçemedikleri oyuncuları İlker Aksum’dan mürekkep kadrosuyla unutulmaz bir filmdi gerçekten. Yağmur ve Durul Taylan arada boş durmadılar tabii, “Muhteşem Yüzyıl” ve “Vatanım Sensin” gibi iki önemli diziye de imza attılar. Ama “Okul”, “Küçük Kıyamet” ve “Vavien”i bilen seyirci için yeni bir film dört gözle bekleniyordu.

Beklenen film, 8 Ocak itibarıyla Netflix’te yayınlanmaya başladı. "Vavien"deki kadrodan Settar Tanrıöğen’i çıkarıp yerine Haluk Bilginer’in geldiği, Fatih Artman, Öner Erkan ve İrem Sak ile kadronun güçlendirildiği bir film “Azizler”. Bir de senaryo için yanlarına Berkun Oya’yı aldıkları düşünüldüğünde heyecan daha da artıyor. Diyeceğimizi şimdiden diyelim: Kadrosunun vaat ettiklerini bir noktaya kadar yerine getiren, yer yer absürt olmayı başaran, kimi yerlerde dokunaklı ama toplamda hem yönetmenler hem de oyuncular açısından yeni bir şey ortaya koyamayan bir yapım olmuş “Azizler”.

Hikaye, bir reklam ajansı etrafında şekilleniyor. Bu ajansta çalışan Aziz (Engin Günaydın), ablası, eniştesi ve yeğeni tarafından evi işgal edildiği için pek mutsuz. Üstüne bir de sevgilisi Burcu’dan (İrem Sak) ayrılmayı bir türlü beceremiyor. Aynı ajansta çalışan ve eşi öldüğü için yalnızlıktan mustarip Erbil (Haluk Bilginer) ise bir an önce ölüp karısı Kamuran’a kavuşmanın ya da iş yerinde gözüne kestirdiği kadınla birlikte olmanın rüyasını görüyor. Ajansın patronu Alp (Öner Erkan) onca paraya rağmen kendisini yalnız hissederken, bir başka çalışan Cevdet de ondan farklı değildir.

Film, ağırlıklı olarak Aziz ve Erbil’in dünyalarına girip çıkarken diğerlerine de şöyle bir uğruyor. Aziz’in yalnız kalma çabası ile Erbil’in yalnızlıktan kurtulma isteği arasındaki tezat aynı zamanda ikiliyi bir arada tutan güçlerden. Ancak para ve iktidarın mutluluk getirmediğine dair Alp üzerinden inşa edilen, onun yalnızlığına sürekli vurgu yapılan bölümlerin fazla kör gözüm parmağına olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Alp’in Aziz’e olan düşkünlüğünün ardında yatan motivasyonu anlayamadığımız gibi, aralarında inşa edilen tuhaf ilişki de bizi ikna edemiyor maalesef. Cevdet’in dünyasına ise fazlaca girme fırsatımız olmuyor.

Aziz ve Erbil’e dönersek. Haluk Bilginer’i daha birkaç hafta önce yine aynı platformda bir başka filmde (Dokuz Kere Leyla) karısıyla sıkıntıları olan, ölümün ortalıkta gezdiği komikli bir filmde görmüş olmamız bir tekrar hissi uyandırıyor kuşkusuz ama nihayetinde fark yaratmayı başarıyor usta oyuncu. Engin Günaydın da yakın dönem filmlerindekileri (Yeraltı, İçimdeki Ses, Aile Arasında) andıran bir karakter olsa da Aziz’e bambaşka bir hava katmayı başarıyor. Ama sıkıntı oyuncularda değil zaten, hikayenin yüzeysel kalmasında.

Öncelikle dört adamın çektiği yalnızlığı niye izleyelim? Alp ve Cevdet’in motivasyonları için yeterince alan açılmadığından ister istemez yüzümüzü Aziz ve Erbil’e dönüyoruz. Ancak onların da karakterleri hakkında fazlaca bir bilgi sahibi olma fırsatımız olmuyor. Ne Aziz’in Burcu’yla ne de Erbil’in Kamuran ile geçmişlerine dair ipuçları biliyoruz. Karakterlerin yalnız kalma, yalnızlıktan korkma, ölmeyi isteme ya da hayata tutunma motivasyonlarına dair o kadar az done var ki filmin içinde haliyle iş biraz komediye kalıyor. Filmin en iyi işleyen yönü burası. Erbil ile buzdolabında asılı fotoğraf karesi olarak filme dahil olan Kamuran arasındaki dinamik, filmi canlı tutan ilk etmen. Binnur Kaya’nın siyah beyaz bir fotoğraf karesinin içinde bile muhteşem olabileceğine şahitlik etmek heyecan verici açıkçası. Ancak, bu dinamik kanımca çok da gerekli olmayan bir geri dönüşle akamete uğratılıyor. Kamuran’ın nasıl öldüğüne dair bu geri dönüş hem beklenen duygusal etkiyi yaratamıyor hem de seyircinin Kamuran ile kurduğu komedi bağını akamete uğratıyor.

Öte yandan Aziz’in evine çöken kız kardeşi ve ailesi kendi başlarına bir parantezi hak ediyor. Özellikle de Aziz ve yeğeni Caner arasındaki dinamik filmin en komik yönü. Çocuk oyuncu Göktuğ Yıldırım’ın büyümüş de küçülmüş halleri (ki karakter de öyle), neredeyse Engin Günaydın’dan rol çalacak performansı görülmeye değer. Üstelik Caner karakteri, filmdeki bütün karakterler içinde sorunlu olduğuna doğrudan vurgu yapılan tek ‘erkek’ olarak kurulmuş görünüyor. Erkekler hikayesi olarak inşa edilmiş bu yapı içerisinde ‘erkeklik’ temsilinin bir karikatür olarak çocukta toplanması ironik. Ama öte yandan Caner karakterinin maskülen erkek çocuğu haliyle filmde ‘komik’ olmak dışında bir işlevi var mı tartışılır. Yani kendisini izlettiren ama işlevsiz bir karakter. Öte yandan filmde en akılda kalacak sahneler onunkiler olacaktır.

Özetle, uzun bekleyişe değdi mi? Kendi adıma buna evet yanıtını vermek zor. Sinema duygusunun biraz geri plana itildiği, daha çok televizyon filmi hissinin ağır bastığı bir iş olmuş “Azizler”. Bunu Taylan Biraderler'in verdikleri uzun araya yorup, yeni filmleri için geri sayıma başlama anı olarak kabul edelim…