Babacan: Döviz rezervleri er geç idari ve yargı denetimine uğrar

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin kuruluşunun üzerinden 1 yıl geçti. Büyüyen sorunlara dikkat çekerek “İyi ki DEVA Partisi’ni kurmuşuz” diyen Babacan, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir davet gelirse yanıtınız ne olur?” sorusuna 75-80 yaşındaki bir teyzenin, “Bak, bir gün Tayyip seni çağırabilir, sakın ha!’ sözlerini aktararak yanıt verdi. Babacan, “Sistem mutlaka değişmeli ama ülkeyi yöneten zihniyet de değişmeli. Bunun yolu da ancak topyekûn iktidar değişikliğidir” dedi.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, partisinin birinci kuruluş yıl dönümünde büyüyen ekonomik sorunlara, hak ve özgürlüklerdeki ihlallere, hukuk alanındaki problemlere dikkat çekti, “İyi ki DEVA Partisi’ni kurmuşuz’ dedi. Ekonominin bakan değişikliğiyle değil, ülkenin hukuk devleti haline getirilmesiyle düzeleceğini söyleyen Babacan, İnsan Hakları Eylem planı içinse “Keşke insan hakları ekonomi dibe vurduktan veya AB’yle ilişkiler sıkıştığında hatırlanmasaydı. Okuyunca çok üzüldüm. Bandı 2002’ye sarmışız” dedi.

Döviz rezervlerindeki erime, yedek akçenin harcanması için “İçim cız etti” ifadesini kullanan Babacan, bu konuların er ya da geç idari ve yargı denetimine uğrayacağını vurguladı. İktidarın yeni partileri ölçemediği için seçim yasası değişikliğinde nihai bir karar veremediğini söyleyen Babacan, “Sistem mutlaka değişmeli ama ülkeyi yöneten zihniyet de değişmeli. Bunun yolu da ancak topyekûn iktidar değişikliğidir” dedi.
.

Babacan partisinin kuruluş yıldönümü dolayısıyla Ankara’da yazılı basının temsilcileriyle akşam yemeğinde bir araya geldi. Babacan özetle şunları söyledi:

DEVA PARTİSİ DAHA FAZLA SOKAKTA OLACAK: 81 ilin tamamında il başkanlarını görevlendirdik. 43 il ve 300’den fazla ilçede kongreleri tamamladık. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya gibi büyükşehirlerde il ve ilçe kongrelerine başlamadık. Buralarda üye kaydı olmamasına karşın şimdiden yaklaşık 25 bine ulaştı üye sayısı. DEVA partisi bundan sonra daha fazla sahada olacak. Vatandaşlarla birebir temas bizim için bu yıl en önemli çalışma olacak.

BİRİNCİ YILDA İYİ Kİ DEVA’YI KURMUŞUZ DİYORUZ: Birinci yılı doldurduğumuzda ‘iyi ki partimizi kurmuşuz’ diyoruz. DEVA Partisi’ni kurmaya karar verdiğimiz 2019’un şubat ayından bu yana ülkemizin hiçbir sorunu düzelmedi. Özgürlükler ve temel haklarla ilgili sorunlar büyüyor. İki yıl önce siyasal şiddet diye bir şeyi konuşmuyorduk. Gazetecilerimizin, düşünürlerimizin, siyasi partilerin üst düzey yöneticilerinin sırf yazdıkları ve söyledikleri sebebiyle fiziki şiddetle karşı karşıya kalması bu ülke için utanç kaynağı. Ekonomik sorunların sebebini teşhis ederken özgürlüklerle ilgili sorunların öncelikle ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’nin hukuk devleti niteliğiyle ilgili de çok ciddi sıkıntılar var. Anayasa rahatlıkla çiğnenebiliyor. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmuyor. Bu tablo felaket.

İNSAN HAKLARI EKONOMİ DİBE VURUNCA, AB’YLE İLİŞKİLER SIKIŞINCA HATIRLANMAMALI: İnsan Hakları Eylem Planını detaylı inceledik. Teknik düzenlemelere bakıldığında olumlu adımlar var. Ancak insan hakları alanı aynı zamanda ülkeyi yönetenlerin zihniyeti ile ilgili bir uygulama alanı. Kâğıt üzerine gayet güzel şeyler yazabilirsiniz ama uygulamaya bakmak lazım. Yürütme erkinin baskısıyla alınan yargı kararlarının olduğu bir ülkede insan hakları uygulamasının normal seyretmesini beklemek çok zor. AİHM’de sözleşmeye taraf 40 ülkenin dosya sayısını topluyorsunuz, sadece Türkiye’nin dosyası o kadar. Anayasa Mahkemesi esastan incelediği dosyalarda yüzde 95 oranında hak ihlali tespiti yaptı. Sayın Erdoğan’ın açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı’nın aslında Avrupa Birliği destekli bir proje olduğunu da görüyoruz. AB’nin martta Türkiye’yle ilgili tutumunu belirleyeceği önemli bir zirvesi var. Pek yapmazlardı ama ABD’deki yeni yönetimle koordine ederek Türkiye’ye ilişkin tutumunu belirleyeceği söylendi. Keşke insan hakları ekonomi dibe vurduktan veya AB’yle ilişkiler sıkıştığında hatırlanmasaydı.

EYLEM PLANINI OKUYUNCA ÜZÜLDÜM, BANDI 2002’YE SARMIŞIZ: İnsan Hakları Eylem Planının içeriğini okuyunca ben çok üzüldüm. Bandı 2002’ye sarmışız. 2002’de Türkiye’de sorun olarak gördüğümüz ne varsa hala gündemde, hala düzeltilmesi ile ilgili eylem planı açıklanıyor. Türkiye açısından üzücü bir tablo. İnsan haklarını Avrupa Birliği için değil, kendi vatandaşlarımız için düzeltmeliyiz.

BAKAN DEĞİŞTİREREK EKONOMİ DÜZELMEZ, BOŞUNA UĞRAŞMASINLAR: Ekonomiyle ilgili sorunların çözümü de hukuktan başlıyor. Ne yazık ki hükûmet bunu anlamakta güçlük çekiyor. Bakanı ve Merkez Bankası’nın başkanını değiştirip, ekonomiyle ilgili üç beş karar alınca ekonominin düzeleceğini zannediyor. Olmaz, hiç boşuna uğraşmasınlar. Ekonomiyi düzeltmenin yolu ülkeyi hukuk devleti haline getirmekten geçiyor.

SAMİMİ BİR AÇIKLAMAYLA SORUNLARIN YARISI ÇÖZÜLÜR: Bu bir siyasi duruş ve kararlılık meselesi. Uzun uzun reformlara planlara gerek yok. Samimi bir açıklama gelse bunun ekonomideki etkilerini hemen görürüz. Örneğin Anayasa Mahkemesi kararlarına saygılı olacağız, uymayan mahkemelere karşı HSK’yı göreve davet ediyoruz’ desinler; ‘Bizden yargıya pusula gitmez’ desinler; ‘Basın hürdür, şiddeti teşvik etmedikçe karışmayacağız’ desinler. Samimi bir saatlik bir açıklamayla sorunların en az yarısı çözülür. Ondan sonra tabii ekonomide yapılacak işler var. Bunun için de dürüst ve ehil kadro gerekli. 2003-2004’te, 2010-2011’de yaptık. Bu ülkenin ekonomisi bugünden daha kötüyken yaptık, yine toparlar. Bu ülkenin potansiyeli büyük.

YENİ PARTİLERİ ÖLÇEMEDİKLERİ İÇİN NİHAİ KARAR VEREMİYORLAR: (Seçim mevzuatında değişiklik hazırlığı) Parti programımızda seçim bölgelerinin daraltılması ve seçim barajının düşürülmesi ile ilgili görüşlerimizi yazdık. Çoğulcu ve temsil gücü yüksek bir demokrasi olması için Meclis’te temsil geniş, milletvekilleri daha güçlü olmalı. Yapılan çalışmanın detayını bilmiyoruz. Arada sızan ya da deneme açısından sızdırılan bilgiler var. En büyük problemleri biz başta olmak üzere yeni partileri ölçemiyorlar. Bir ölçseler o zaman hemen bir tedbir almaya çalışırlar ama ölçemiyorlar. Alandaki olumlu tutumun ne kadar somut desteğe dönüşeceğini ölçemiyorlar. Ölçemedikleri için de nihai bir karar veremiyorlar. Bir hükümetin seçimlerde başarılı olmasının yolu hizmet üretmek ve ülkenin sorunlarını çözmektir. Bunları yapamayıp kanunları değiştirerek kendilerine avantaj sağlayarak, muhalefeti engellemeye çalışmak beyhude çabalar. Bir iktidar bunlara mecbur kaldıysa, oyunun kurallarını değiştirerek iktidarda kalma çabasına girdiyse zaten o iktidarın bitiş dönemi demektir.

TEK YOL İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİDİR: (Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir davet gelirse yanıtınız ne olur?) Partinin isminin daha fazla duyulması için çalışıyoruz. Bizi tanıdıkça fark ettikçe destek neredeyse garanti gibi. Alternatif olmak tamamen zaman meselesi. Zemin buna çok müsait. Ankara’da herhangi bir taksi durağı, kahvehaneye oturun sorun. Ama kamera, fotoğraf makinası olmayacak. Çünkü etrafımızda 1 fotoğraf makine olsa bile insanlar kulağımıza eğilip fısıldıyor, gönlümüz sizinle, ayağınıza taş değmesin diyorlar. Zamanla durum çok değişecek. Önceki gün bir taksi durağında çay içerken 75-80 yaşında bir teyze geldi. ‘Ali Babacan burada mıymış?’ dedi. “Bak” dedi, ‘Bir gün Tayyip seni çağırabilir, sakın ha!’ dedi ve çıktı gitti. Durum bu. Tamamen ilkeler ve değerlerle ilgili. Biz parlamenter sistem dedik. Bunu konuşamadıktan sonra, mevcut sistemin devamında inat ve ısrar olduktan sonra biz kiminle neyi, nasıl konuşalım. Sorunların temelinde sistem ve zihniyet yatıyor. Zayıf bir ihtimal ama vatandaşın parlamenter sisteme desteğini görüp ‘gelin sistemi konuşalım’ diyebilirler. Sistem mutlaka değişmeli ama ülkeyi yöneten zihniyet de değişmeli. Bunun yolu da ancak topyekûn iktidar değişikliğidir.

S-400’DE HESAPSIZLIK, KAYBET-KAYBET: S-400 konusu, Türkiye’nin egemenlik alanında bir konudur. Hiçbir ülke Türkiye’ye şunu yap diyemez. Ama hükûmet aldığı kararın sonuçlarını hesap etmeli. Burada bir hesapsızlık var. 2 buçuk milyar dolar para ödendikten sonra bu sistemlerin kullanılamaması, kapağını hafif araladığınızda ciddi yaptırımlarla karşılaşılması tam bir hesapsızlık. Madem böyle bir adım atıyorsunuz diplomasisini yürütün. Kuyuya taş atıldı, kırk akıllı çıkarmaya uğraşıyor. Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılması büyük bir kayıp. F-16 sistemlerimiz yıpranıyor. Hem teknolojide bir nesil geride kaldı hem de uzun süre kullanıma bağlı bir yıpranma var. F-16’ları yerine yenileri tedarik etmek lazım. Bu mesele tam bir kaybet-kaybet oldu. 2,5 milyar dolar parayı kaybettik, F-35 için harcadığımız kaynakları kaybettik, F-35 projesinden atıldık, para verdiğimiz S-400’lerin de kapağını açıp kullanamıyoruz. Bu nasıl bilgisiz, bilinçsiz bir dış politikadır, anlamak güç.

ÇİN’LE İLİŞKİLERDE ÖRTÜLÜ FÜZE SİSTEMİ SIKINTISI: Çin’le ilişkilerde örtülü sıkıntılar var. Bunlardan bir tanesi de füze sistemlerinin satın alımında Türkiye’nin oluşturduğu güvensizliktir. Çin’le görüşüldü bir süre. Sonra anlaşıldı ki zaten Türkiye’nin istediği başka, o sistemlerin teknik özelliği başka. Koskoca bir ülkenin savunma sistemiyle ilgili bu kadar önemli bir konusunu bu kadar basit ve düz bir hatayla sürmesi, tabiri caizse sonradan uyanılması yazık.

TÜRKİYE SALGINDA VATANDAŞA EN AZ DESTEK VEREN G-20 ÜLKELERİNDEN BİRİ: Türkiye, salgın döneminde G-20 ülkeleri içinde vatandaşa en az destek veren ülkelerden oldu. Destek; kredi ve kredinin yeniden yapılandırılmasıydı. Bunlar da üstüne faiz eklenerek yapıldı. Problemler aslında büyüyerek ertelendi. Pandemi bitse dahi sistemde bir tortu kalacak. Bu tortuların en büyüğü de şirket borçları, hane halkı borcu ve bankaların sermaye ihtiyacı. Yeniden sermayelendirme ihtiyacının ortaya çıkması kaçınılmaz. Bu da şeffaf, adil ve ahlaki olmalı.

TÜRKİYE’NİN IMF’YE İHTİYACI YOK: Türkiye’nin IMF’ye ihtiyacı yok. Kendi iş insanlarımızın ve bu milletin kaynaklarını, doğrudan sermayeyi, genç nüfusu ve dünyadaki kaynak bolluğunu birleştirdiğimizde iş yürür. IMF’nin üzerine düşen fazla bir iş yok. Kendine çekidüzen veren, aklı başında adımlar atan ülkelere kaynak zaten geliyor. IMF, işler tersine dönüp de büyük merkez bankaları piyasadan para çekmeye başladığında, faizler dolar ve avro bazında yüzde 3-4-5 arttığında önemli oluyor.

MERKEZ BANKASININ NET REZERVİ AÇIKLANSIN: Taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan el ele verip Merkez Bankası’nın 130 milyar dolar rezervini çarçur etti. Sayın Erdoğan, Merkez Bankası’nın 95 milyar dolar brüt rezerv rakamını söylüyor fakat 139 milyar dolarlık borcundan bahsetmiyor. Bu şuna benziyor: Cüzdanındaki paradan bahsediyor ama kredi kartı borcundan bahsetmiyor. Merkez Bankasının, bankalara borcu var. Bir de swaplar yoluyla piyasadan aldığı 58 milyar dolarlık borç var. Sadece rezerv değil, yedek akçe hesabını da bir günde harcadılar. İçimiz cız ediyor.

REZERVLERLE İLGİLİ ER YA DA GEÇ İDARİ, YARGI DENETİMİ OLUR: Hukuki açıdan inceleme devletin yetkili organlarının yapacağı bir iştir. Zamanı geldiğinde bunların hepsi hem idari hem de yargı denetimine tabi tutulur. Er geç olur. Bu kadar büyük bir rakam ortada kalmaz. Ama toplumsal ve siyasi açıdan bakınca, Merkez Bankası’nın döviz rezervleri kuru kontrol etmek için bazen ölçülü bir şekilde kullanılabilir. Siz yanlış para politikasıyla iki yıl boyunca 130 milyar doları eritiyorsanız, bunun bir siyasi hesabının verilmesi lazım.