Babala TV’de Barış Atay vakası
Barış Atay, daha çok salondakileri milliyetçi hamasetten arınmış başka bir itiraz diline çağırarak kendi sözünü aktarabildi: Laikliği illa göçmen karşıtı, akıl ve aydınlanmayı illaki “seçkinci”, özgürlüğü illaki bireyci, yurt sevgisini illaki milliyetçi ve Türkçü olmadan savunabilen ve hepsini sınıf perspektifiyle işleyebilen, ilişkilendirebilen bir itiraz dili.
Türkiye’de bazen öyle vakalar ortaya çıkıyor ki bütüncüllüğü içinde siyasal durumu kavramak ve tartışmak açısından meclisteki grup konuşmalarından, siyasetçilerin birbirleriyle girdiği ateşli polemiklerden ve Ankara’daki “kulis bilgilerinden” daha iyi bir çıkış noktası olabiliyor.
Oğuzhan Uğur’un kendisine ait bir Youtube kanalı olan Babala TV’de çeşitli aralıklarla yaptığı Mevzular Açık Mikrofon programını Türkiye’nin siyasi durumunu bütüncüllüğü içinde anlamaya yönelik bu tür elverişli çıkış noktalarından biri olarak görebiliriz. Oğuzhan Uğur; geçtiğimiz hafta “Seküler milliyetçilik diye bir şey var mı” başlıklı yazıda çözümlemeye çalıştığım AKP muhalifi Türkçü milliyetçiliğin temsilcilerinden biri aslında. Uğur’un çeşitli siyasal parti ya da akımlardan önemli figürleri programına konuk ederek onları tamamen zıt görüşte olan seyircilerin sorularıyla baş başa bıraktığı bu programın her bir bölümü Youtube’da milyonlarca kez izleniyor. Kendisinin geleneksel medya ile hiçbir temas kurmaksızın kısa süre içerisinde büyük bir popülerliğe ulaşması başlı başına Türkiye’deki ideolojiler alanının, milliyetçiliğin ve özel olarak da medya-siyaset ilişkisinin durumunu anlamaya yönelik bir veri olarak değerlendirilebilir. Böyle bir değerlendirmeyi, gazeteci Ozan Gündoğdu, “Trend Topic” isimli podcast kanalında Ekim 2022’de yaptığı programda son derece ufuk açıcı bir şekilde yapmıştı.
Aynı programa geçtiğimiz hafta TİP milletvekili Barış Atay’ın katılması ile ortaya çıkan durum ise “vaka içinde bir vaka” olarak görülmeyi, ayrı bir başlık altında ele almayı hak eden pek çok yön taşıyor. Sosyalist bir milletvekili olarak Atay’ın katıldığı program bugüne kadar 7 milyondan fazla kez izlendi. Bu sayı; “merkez” siyasetin içerisindeki Ahmet Davutoğlu ve Metin Külünk gibi “mühim” figürlerin konuk olduğu bölümlerden çok daha fazla bir izlenme sayısına tekabül ediyor. Programa katılan bir yandan AKP muhalifi diğer yandan ekseriyetle Türkçü-milliyetçi pozisyona sahip gençler Atay’a çoğunlukla “vatan-millet sevgisini” sınayan dikenli sorular yönelttiler. Program; böyle bir formattan beklenilebileceğinin aksine Barış Atay’ın soruların etrafından dolanan bir ikirciklilik halinde kaldığı ya da dinleyicilerle köprüleri tamamen atarak kendi ideolojik/siyasal pozisyonunu onlara hırçınca deklare ettiği kişisel bir performansla noktalanmadı. Program her ne kadar Atay’ın kişisel özelliklerinin izlerini taşısa da onun şahsını aşarak sol/sosyalist bir Türkiye okumasının ona önyargılı veya karşıt bir toplumsal saha içerisinde geniş bir ilgi görmesi sonuçlandı.
Programın politik bir iddianın yayılımıyla sonuçlandığının en önemli göstergesi, çoğunluğu genç ve bugüne kadar sol bir siyasallaşma içerisinde olmamış karşıt görüşten binlerce insanın Atay’ın yalnızca imgesini değil siyasi sözlerini sosyal medyada dolaşıma sokmalarıydı. Üstüne, TİP temsilcilerinin yaptıkları açıklamalara göre, programın ardından üç gün içinde yaklaşık 5000 kişi bu partiye resmi üye olmak için başvurdu.
Bu tablo karşısında pek çok insan haklı olarak Atay’ın sanatçılıktan da gelen belagat yeteneğine, bilgi düzeyine, sabır ve kararlılığına vurgu yaptı. Bunların ortaya çıkan sonuçta çok büyük bir pay sahibi olduğu muhakkak.
Öte yandan Atay’ın katıldığı program bunu aşacak şekilde “post-truth” ve “sinizm” gibi kavramlarla “doğruların” iletişiminin artık imkânsız ilan edildiği bir dönemde bunun hâlâ nasıl mümkün olabileceğine dair çok önemli ayrıntı, dersler içeriyor. Pek çok izleyici Atay’ın politik perspektifini; onun sosyal medyada yazdıklarını kendisine karşı bölük pörçük aktararak, toplumda kendisine karşı infial uyandıracak en kolay yaftalamaları yüzüne haykırarak veya savunduğu sosyalist değerleri sarkastik bir şekilde alaya alarak “tartışılır” kılmaktan uzak tutmaya çalıştı. Fakat buna rağmen örneğin Atay tarafından aktarılan, sosyalistlerin barınma hakkına yönelik görüşleri salonda bir ağırlık kazanabildi.
Peki ortaya çıkan bu beklenmedik sonuç Türkiye’nin bugünkü durumuna dair bize ne ifade ediyor? Öncelikle Atay’ın karşısındaki izleyici kitlesinin profilinden bahsetmemiz gerekiyor. Dikkat edildiyse soru soranlar arasında AKP-MHP bloğunu destekler gibi gözükenler azınlıkta bulunuyordu. Çoğunluk, AKP’nin İslamcı-milliyetçi “millet” kurgusuna yabancılaşmış ve hatta ona karşıt bir “milliyetçi” söylem içerisinden konuşan insanlardan oluşuyordu. Program yapımcısı Oğuzhan Uğur’un pozisyonunun da benzer özelliklere sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Atay’ın çoğunlukla bu profilde gençlerin doldurduğu salondan, bir katılımcının hayıflanarak ifade ettiği gibi onları “avucunun içine alarak” çıkmasının arkasında ne olabilir? Atay’ın bu gençleri benimsedikleri katı doktriner milliyetçi pozisyonları terk etmeye zorlayacak karşıt bir hümanizme hemen oracıkta ikna etmiş olduğunu sanmıyorum.
Atay, daha çok salondakileri milliyetçi hamasetten arınmış başka bir itiraz diline çağırarak kendi sözünü aktarabildi: Laikliği illa göçmen karşıtı, akıl ve aydınlanmayı illaki “seçkinci”, özgürlüğü illaki bireyci, yurt sevgisini illaki milliyetçi ve Türkçü olmadan savunabilen ve hepsini sınıf perspektifiyle işleyebilen, ilişkilendirebilen bir itiraz dili. Bu dilin “davetkarlığı” bir yandan salondakilerin yanılsamalarını boşa çıkaran bir özgüvenle donanmış olmasından diğer yandan da onlara ezici bir kibir ve mutlak bir karşıtlık ilişkisi kurmamasından geliyordu. Atay, bu sayede salondaki yerleşik iktidara yönelik tepkiler ile Türkçü milliyetçilik arasındaki bağlantıyı hiç değilse o an için koparmayı başararak kendi sözünü aktarılabilir kıldı. Atay’ın etkisi; toplumun ortak duyusundaki eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum tahayyülüne açılabilecek yerleşik öğelerle, (yani Gramsci’nin kavramıyla iyi duyuyla) temas halinde kalan bir sol söylemin toplumsallaşma olanaklarına sahip olabileceğini gösteriyor. Ve aynı zamanda bu temas koparıldığı oranda geriye kalan büyük boşluğun faşizm tarafından kolaylıkla doldurulabileceğini de. Bu sonuç alıcı tutumun ve dilin yalnızca bireysel bir tercih değil daha çok üzerinde ortaklaşılmış bir siyasal perspektifin yansıması olduğu Barış Atay’ın kurduğu neredeyse her cümlede partisi TİP’e göndermede bulunmasından anlaşılıyor.
Günümüzün ideolojik kriz ortamında tüm dünyada, sağ popülizm ve faşizm karşısında solun toplumsallaşma kanalları ve yöntemleri üzerine tartışmalar yürütülüyor. Barış Atay’ın katıldığı programının yarattığı sonuçlar, bu meselenin Türkiye bağlamındaki yansımalarını tartışmak açısından önemli veriler sunuyor.