Babalar ve kızları!
"65", "hiç kafamı yoracak şeylere gelemem, sinemaya gideyim de biraz eğleneyim" diyenler için gayet iyi bir seçenek hafta sonunda. Seyir zevkini zorlamayacak klişeleri, yeterince tedirgin edecek gerilimi, kan dolaşımına hız kazandıracak aksiyonu ve bir miktar yürek paralayacak dramayı barındırıyor içinde...
Belki tarihin küçük denk gelişlerinden birisidir ama şu sıralar 'baba-kız' ilişkisi anlatan hayli film/dizi çıkıyor karşımıza. Geçen sene adından çok söz ettiren "Aftersun", 90’lı yıllarda Türkiye’de deniz tatiline gelen bir baba-kızı alıyordu merkezine. Kızın büyüdükten sonra o dönem çektikleri kamera görüntüleri ve hafızasından kalan imajlarla örülü yapım, hatırlamak ve geçmişin nostaljisine dair bir anlatıydı.
Yukarıdaki gibi 'öz' baba- kız ilişkisinin yanında 'babalık' kavramını merkezine alan anlatılar da gündemde şu an. Bu hafta gösterime giren ve Oscar’da uluslararası film kategorisinde aday gösterilen "Sessiz Kız" bunlardan birisi. Yoksul ve kalabalık ailesinden ayrılıp, yaz tatilini annesinin kuzeninin evinde geçiren bir kız çocuğunun hikâyesi "Sessiz Kız". Tatil için gittiği evdeki 'baba' ile kurduğu ilişki, sevgi, özveri ve babalık üzerine epey düşünmemize vesile oluyor.
Bu hafta sekizinci bölümü yayınlanan HBO dizisi "The Last of Us" ise yakın bir geçmişte patlayan bir salgın sonrası dünyanın kıyameti yaşadığı bir dünyayı anlatıyor. Salgının ilk günlerinde kızını kaybeden bir adamın, yirmi yıl sonra başka bir kız çocuğunu korumak mecburiyetinde kalması ve ikili arasında gelişen ilişki dizinin ana eksenini oluşturuyor. Diziye dair ayrı bir yazı gerektiği notunu düşerek, "The Last of Us" ile tematik olarak hayli akraba bir filme geçelim. Bu hafta itibariyle salonlardaki yerini alan "65". Övgüler alan "Sessiz Bir Yer" serisinin yaratıcıları Scott Beck-Bryan Woods ikilisini yazıp yönettiği yapım, bundan 65 milyon yıl öncesine götürüyor seyirciyi.
65 milyon yıl önce, başka bir galakside, başka bir gezegende her nasılsa dünyayla tıpatıp aynı bir medeniyet inşa edilmiştir. Tek farkları teknolojik olarak bizim şu anki durumumuzdan çok daha ileride olmaları. Uzay yolculuklarını komuta eden Mills, kızının tedavi masraflarını karşılamak için zorlu bir görevi kabul eder. Yaklaşık iki yıl sürecek bu görev sırasında öngörülemeyen bir meteor kuşağıyla karşılaşılır ve ağır hasar alan gemi, dünyamıza düşer. Ne var ki, dünya bugünkü halinden 65 milyon yıl öncesindedir. Yani dinozorlar çağında. Mills gemide dondurulmuş olarak seyahat eden herkesin öldüğünü düşünmektedir ancak küçük bir kız çocuğu olan Koa kurtulmuştur. İkili, vahşi yırtıcıların hüküm sürdüğü bu gezegende 15 kilometre uzaktaki kurtarma kapsülüne ulaşmaya çalışırlar. Üstelik dinozorların devrini bitirecek meteor yağmuru da hızla dünyaya doğru yaklaşmaktadır.
Tahmin edileceği üzere, kayıplarının acısını yaşayan bir kız çocuğu ile bir adamın zorluklarla mücadele edip hayatta kalmaya çalışırken 'baba- kız' denklemini inşa etmeleri üzerine kurulu anlatı. "65", yalnızca hikâyesini ele alış biçimiyle değil, onu işleme biçimiyle, seyircinin ilgisini diri tutacak gerilim unsurlarıyla da fazlaca klişe. Ama tuhaf bir biçimde de kendisini izletmeyi başarıyor. Bunda süresinin makul olmasının payı büyük. Filmin aksiyon ile drama arasındaki dozu iyi ayarlanmış. Bu da seyir zevkinin diri kalmasına olanak sağlıyor. İkili üzerindeki tehdidi bir an ortadan kaldırmayan yönetmenler, bunun tekrara düşme ihtimali olduğu anda hızla finale doğru kırıyorlar dümeni.
Film bu haliyle Ridley Scott’ın "Marslı"sından Alex Garland’ın "Yok Oluş"una kadar birçok yapıma referanslarla dolu. Ama asıl olarak M. Night Shyamalan’ın "Dünya: Yeni Bir Başlangıç" filmiyle hayli akraba olduğunu söylemek gerek. Bu filmde de göktaşlarına çarpan gemi dünyaya düşüyordu. Tek fark dünyaya düşen 'baba-oğul'un gezegenin ömrü tükendiği için bin yıl önce terk eden insan soyundan geliyor olmasıydı. Yine tehlikeli yaratıklarda dolu bir ortam söz konusuydu, yine kurtulmak için uzaklardaki uzay aracına ulaşmak gerekiyordu. Tabii bu filmde oğlan çocuğunun 'erkek' olma sürecini takip ediyorduk.
"65", "hiç kafamı yoracak şeylere gelemem, sinemaya gideyim de biraz eğleneyim" diyenler için gayet iyi bir seçenek hafta sonunda. Seyir zevkini zorlamayacak klişeleri, yeterince tedirgin edecek gerilimi, kan dolaşımına hız kazandıracak aksiyonu ve bir miktar yürek paralayacak dramayı barındırıyor içinde...