'Bağır bağır bağır bağırıyorum'
Yayınevinin, yasal mirasçılarının, hatta yayıncıların öncülük etmesi gereken Nâzım Hikmet’in edebî mirası sahiplenilmeli, külliyatın olabildiğince doğru ve eksiksiz toparlanması sağlanmalıdır.
M. Melih Güneş
Eserlerindeki her sözcüğe, büyük ve küçük harflere, noktasına, virgülüne sahip çıkan Nâzım Hikmet’in eserlerinin elbette ki noktasına virgülüne bile dokunulmamalıdır. Ancak bu tutum yeni bulunan bilgileri ve eserlerini de görmezden gelecek bir tavra dönüşmüş durumdadır.
Uzun zamandır Nâzım Hikmet’in eviyle, eşyalarıyla, eserleriyle, özellikle Rusya’daki ona dair bazı arşiv belgeleriyle haşır neşirim. Türkiye’de ise bir yandan hem doğum hem ölüm yıldönümlerindeki görkemli anma törenlerinde şairle kucaklaşan, eserleri ve ömrüyle efsaneleşmiş büyük şairle adeta büyülenmiş bir halk; bir yandan Nâzım Hikmet’e ait gözden geçirilmesi gereken eksik bir külliyat, Rusçada yayımlandığı halde Türkçede basımı henüz kabul edilmemiş eserler içeren bir edebî miras, müzeleşememiş, bir araya getirilememiş dağınık ve yitirilmek üzere olan bir tereke yıllardır gözümüzün önünde durmaktadır.
NÂZIM HİKMET'İN EDEBİ MİRASI İÇİN SSCB'DE YAPILAN ÇALIŞMALAR
SSCB Merkezî Edebiyat ve Sanat Arşivi, Nâzım Hikmet’in 3 Haziran 1963’te ölümünden sonra eserlerine sahip çıkmak amacıyla oluşturulan Nâzım Hikmet’in Edebî Mirası Komisyonu’nun kendilerine gönderilen mektubunu hemen ertesi günü 20 Haziran 1963’te yanıtlayarak “Nâzım Hikmet’in edebiyat arşivini ve kütüphanesini, edebiyat çalışmalarıyla ilgili sinema, fotoğraf ve diğer birikimlerini korumak üzere teslim almaya hazır olduklarını, şairin sanatsal mirasının toplanması, gerekli muhafaza şartlarının sağlanması ve Hikmet’in arşivinin bilimsel tanımlaması için yapılacak çalışmaların sorumluluğunu aldıklarını” Komisyon’a bildirir. Edebî Miras Komisyonu, bunun üzerine 25 Haziran’da toplanır ve çalışmalarına yön verir.
Komisyon, Nâzım Hikmet’in eserlerinin telif gelirlerinin dağılımını da karara bağlar ve komisyon başkanı sıfatıyla Konstantin Simonov, veraset konusunun netleştirildiğini Polonya’da yaşayan Münevver Andaç’a 25 Aralık 1963 tarihli “…Müellif Hakları Koruma Müdürlüğü’nün mektubunu, vasiyetnamenin ve belgenin fotokopilerini ve Münevver Andaç’la Nâzım Hikmet’in Edebi Mirası Komisyonu arasında yapılan sözleşmenin bir kopyasını ekte gönderdiği” bir mektupla iletir. Hemen akabinde SSCB Yazarlar Birliği Birinci Sekreteri K. A. Fedin ile Nâzım Hikmet Edebi Mirası Komisyonu Başkanı K. M. Simonov imzalarıyla SBKP Merkez Komitesi'ne gönderilen 29.01.1964 tarihli ve 57 sayılı bir mektupla Nâzım Hikmet’in ölümünden sonra ortaya çıkan bazı konuların görüşülmesi rica edilerek Komisyon kararlarının bazılarıyla birlikte, SSCB ve diğer ülkelerdeki telif gelirlerinin Polonya’da yaşayan Münevver Andaç’a iletilme yöntemleri de sıralanır (Moskova’ya ilk 1965’te giden Aziz Nesin ise vasiyet konusunu Simonov’la birlikte konuşarak karara bağladıklarını yazar. Simonov’un bu mektubundaki bilgiden, kararı Aziz Nesin’e de fikir payı verircesine söylettiği ya da Aziz Nesin’in çoktan verilmiş bir kararı bu şekilde yansıttığı düşüncesi oluşmaktadır.).
Her türlü belge ve bilginin Devlet Sanat ve Edebiyat Arşivi’nde toplanması, yayımlanmamış eserlerinin Rusça yayınlanması, Romantika (Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim) adlı romanın SSCB’de yayınlanması, şair için Novodeviçiye Kabristanı’nda bir anıt-mezar yapılması, Boğazlar’dan geçecek bir gemiye Nâzım Hikmet adının verilmesi, tüm külliyatının Türkçe olarak Bulgaristan’da yayınlanması gibi Komisyon kararlarının pek çoğu böylece gerçekleşir.
NÂZIM HİKMET'İN SAĞLIĞINDA TÜRKİYE'DE YAYIMLANAN KİTAPLARI
Nâzım Hikmet’in eserleri Türkiye’de 1965’te tekrar yayımlanmaya başladı. O tarihe değin, şairin sağlığında Türkiye’de yayımlanan kitapları yakın zamanda söylendiği gibi sekiz adet değil, emin olunduğu kadarıyla ve başlıcalarıyla aşağıdaki gibidir:
- Dağların Havası (Akbaba Neşriyatı [Marifet Matbaası], 1925, yazar adı olmaksızın yayınlanmıştır.)
- 835 Satır (Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, 1929)
- Jokond ile Si-Ya-U (Akşam Matbaası, 1929)
- Varan 3 (Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, 1930)
- 1+1=Bir (İlhami Matbaası, 1930, Nail V. [Çakırhan] ile)
- Sesini Kaybeden Şehir (Remzi Kitaphanesi, 1931)
- Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (Sühulet Kütüpanesi, 1932)
- Kafatası (Semih Lütfü Sühulet Kütüpanesi, 1932)
- Gece Gelen Telgraf ((Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, 1932)
- Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi (Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, 1932)
- Orman Cücelerinin Sergüzeşti (Sühulet Kütüpanesi, 1932, Naime Hassan adıyla, uyarlama)
- Seçilmiş Şiirler (Sinan Matbaası Neşriyat Evi, 1932)
- Unutulan Adam (Resimli Ay Matbaası, 1935)
- Taranta-Babu’ya Mektublar (Beyazıt Bozkurd Matbaası, 1935)
- Portreler (Yeni Kitabcı, 1935)
- Yeşil Elmalar (İnkılap Neşriyatı, 1935, Nâzım Hikmet adı yazılmaksızın)
- Sovyet Demokrasisi (Selamet Basımevi, 1936)
- Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı (Yeni Kitabcı, 1936)
- Alman Faşizmi ve Irkçılığı (Kader Basımevi, 1936)
- İt Ürür Kervan Yürür (Yeni Kitabcı, 1936, Orhan Selim adıyla)
- Kağıtta Kalmıyacaktır (1939, Mehmet Ran adıyla)
- Harb ve Sulh (Maarif Vekaleti, Milli Eğitim Bakanlığı, 1943-1949, Zeki Baştımar ile çeviri)
- La Fontaine’den Masallar (Ahmet Halit Kitabevi, 1949, Ahmet Oğuz Saruhan adıyla, çeviri)
Sağlığında, dünyada kırktan fazla dilde yayımlandığı bilinen kitaplarının toplam sayısı ise iki yüze yakındır.
NÂZIM HİKMET'İN ÖLÜMÜNDEN SONRA ESERLERİNİN TÜRKİYE'DE YAYINLANMASI
1965 yılında, şairin oğul yerine koyduğu (önceki eşlerinden Piraye Hanım’ın oğlu) Memet Fuat ile Piraye Hanım’ın damadı ve Nâzım Hikmet’in baba bir kardeşi olan Metin Yasavul, birlikte kurdukları De Yayınevi’nde şairin kitaplarını yayımlamaya başladılar. İzlem Yayınları, Pınar Yayınevi, Evren Yayınları, Dost Yayınları, Kovan Kitabevi bu yıllarda peş peşe Nâzım Hikmet’in kitaplarını (yakın zamanda daha net anlaşıldığına göre, herhangi bir müellif hakkı ücreti ödemeksizin) yayımladılar. Bazı kitaplar kovuşturmaya uğradı.
Türkiye’de kısaca “Sofya Baskıları” olarak adlandırılan ve SSCB’deki Nâzım Hikmet Edebi Mirası Komisyonu kararlarından biri olan, şiirlerini, oyunlarını, romanlarını, masallarını, öykülerini içeren külliyat ise Türkçe olarak, Ekber Babayev’in editörlüğünde 1967-1972 yılları arasında, toplam 4164 sayfa tutan sekiz ciltte Bulgaristan’da yayımlandı.
1975 yılında Cem Yayınevi, Nâzım Hikmet’in şiirlerini Tüm Eserleri başlığı altında, açıklama ve karşılaştırmalarla yayımlamaya başladı (Bu dizinin Münevver Andaç’ın bilgisi ve izniyle yayımlandığı bilinmekte). Kitabı hazırlayanlardan Şerif Hulusi’nin ölümüyle yalnız kalan Asım Bezirci ikinci ciltten itibaren tüm çalışmayı üstlendi. Bu sekiz cilt, açıklama ve notlardan dolayı hâlâ vazgeçilmez bir başvuru kaynağıdır.
Nâzım Hikmet’in yapıtları 1987 yılında Adam Yayınları tarafından yayınlanmaya başladı. Memet Fuat editör, Asım Bezirci araştırmacı olarak birlikte, şairin tüm yapıtlarını, yazılarını, bazı mektuplarını 1990 yılında, yirmi sekiz ciltte tamamladılar. Memet Fuat, 1951 ile 1963 yılları arasında yazdığı şiirlerin başlıca kaynağının, editörlüğünü Ekber Babayev’in yaptığı Bulgaristan basımları olduğunu; sırasıyla Cem Yayınları, Adam Yayınları ve Yapı Kredi Yayınları’nın son on iki yılın şiirlerini bu kitaplardan aldığını belirtir.(1)
2001 yılında, şairin doğumunun 100. yıldönümüne doğru Yapı Kredi Yayınları “yeniden gözden geçirilerek” yayımlandığını belirttiği külliyatı, yanlışsız ve eksiksiz olduğu söylenen Adam Yayınları’ndaki halleriyle, şiirleri sekiz, oyunları beş, yazıları altı, romanları üç, masallar, hikâyeler ve çeviri hikâyeleri birer ciltte olmak üzere toplam yirmi beş kitap olarak yayımladı. Öteki Defterler, Fatma Ali ve Diğerleri, Bu Şehir Güzelse Senin Yüzünden, Hasretle (mektuplar), Hanene Huzur Dolsun Sevdalı Bulut (çizgi film senaryoları) gibi son yıllarda gün ışığına çıkan bazı yapıtlarla birlikte yayınevinin Nâzım Hikmet’le ilgili yayımladığı kitapların sayısı altmışı aşmıştır.
HALİHAZIRDAKİ KÜLLİYATTA BİLİNEN EKSİKLER/YANLIŞLAR
Zaman içinde yapılan araştırmalar ve bulgular sonucunda Nâzım Hikmet’in mevcut külliyatındaki eksik ve yanlışlar belgeleriyle gün ışığına çıkmıştır. Bunlardan başlıcaları şöyle sıralanabilir:
- Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanında olduğu gibi, yanlışlıklar yıllarca yurt dışındaki çevirilere de yansımıştır. Kitaplarda “Tüm külliyatı gözden geçirerek yayınladığını” belirten YKY, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanıyla ilgili eksik ve yanlışlar TKP tarafından gündeme getirildiğinde, “Nâzım Hikmet’in Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan bütün eserleri, bir önceki yayınevi olan Adam Yayıncılık’ın 90’lı yıllardaki baskılarının aynısı” olduğunu 18 Kasım 2017’de bir duyuruyla beyan etmiştir. Romanın sonrasındaki baskılarında bazı düzeltmeler yapılsa da Nâzım Hikmet’in arşivdeki belgeleri yerine Bulgaristan’da yayımlanan Yaşamak Güzel Şeydir Kardeşim kitabına itibar edilmesi tercih edildiği için roman hâlâ yanlışlar içerir.
- 1928 Bakû baskısı Güneşi İçenlerin Türküsü’nde olup da külliyatta olmayan “Kom-Genç Birliği’ne” şiirinin dizilişi Babayev’in Sofya baskıları sayesinde netlik kazanmıştır. 1. Cilt’teki dizgi hatasıyla şiirin ancak sonu yayımlanmış, Babayev bunu hemen bir sonraki 2. Cilt’te düzeltmiş ve yayımlamıştır. Ancak bu düzeltme gözden kaçtığı ya da 2. Cilt’in sonundaki “açıklamalar”a itibar edilmediği için şiir Türkiye’de isimsiz olarak yalnızca son kısmındaki “Hari, hari, / hurrra, hurrra, / hurrrra! / Geçti bize / diktatura!...” dizeleriyle Türkiye’deki baskılara geçmiş, külliyata güdük bir heybetle kurulmuştur. Bu küçük örnek bile, Nâzım Hikmet’in şiirlerinin toplu olarak yayımlanan ilk kitabı Güneşi İçenlerin Türküsü’nün dahi yeterince incelenmediğinin ya da eserlerin güncellenmediğinin anlaşılarak, külliyatın tekrar gözden geçirilmesi gerektiğine dair bir ipucudur.
- İlkin 1938’de yayımlanmış olan ve “Senin adını / kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım”, “Bugün Pazar” gibi şiirlerle aynı dizide olan “Sana fevkalâde mühim bir fikir söyliyeyim” dizesiyle başlayan şiir bile külliyatta yoktur. 1938, 1946, 1969, 1970 ve 2003 yıllarında (bir YKY yayını Kurtuluştan Sonrakiler’de) Türkiye’deki bazı antoloji ve kitaplarda da yayımlanan, Nâzım Hikmet’in bir mektubunda Münevver Andaç’tan bulmasını özellikle istediği on dört şiiri arasındaki şiir, kendi seçtiği şiirlerinden oluşan 1962 baskısı Rusça kitapta ve İtalyanca, Japonca, İspanyolca, Fransızca gibi pek çok yabancı dilde şairin sağlığında yayımlanmıştır.(2)
- Memleketimden İnsan Manzaraları’ndaki, 1950’lerde “Moskova Senfonisi” başlığı altında yayımlanmış kısmın üç yüzden fazla dizesi mevcut külliyatta yer almamaktadır. Gün ışığına çıkardığım bu eksik kısımlar ilk kez “Tarihimin Adını İnsan Manzaraları Koydum” başlıklı yazımla 3 Haziran 2019 tarihli Birgün gazetesinde ve daha ayrıntılı olarak Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde adlı kitabımda yayımlanmıştır.
- YKY yayını Bahtiyar Ol Nâzım adlı kitapta 2008 yılında yayımlanan “Martılara rastlamadım” ile “Bitirdin dokuzunu Anuşka” dizeleriyle başlayan iki şiir hâlâ külliyata girmeyi beklemektedir.
- YKY ve İş Kültür Yayınları ortak yayını Büyük İnsanlık adlı kitapta 11 yıl kadar önce ilk kez yayımlanan “Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden” ile “Bir ucu bir kuyuda kaybolan rüzgârlı bir şosede” dizeleriyle başlayan iki şiir dahi yıllardır yeni baskılara dahil edilmemektedir.
- “Çoban Ali” şiiri de eksiklik ve farklılıklar içerir.
- Ocak ayında yayınladığım Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde başlıklı kitabımda, Memleketimden İnsan Manzaraları içinde yer alan “Memetçik Memet” olarak bilinen kısımda yer almayan bir parçası Bulgaristan’da Türkçe yayımlanmış 1951 baskısı bir kitaptan alıntılanarak yayımlanmıştır.
- Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde’de belgeleriyle görülebileceği gibi külliyatın eksiklikleri örneklerle çoğaltılabilir. Örneğin “Benim oğlan fotoğraflarda büyüyor” şiiri, Türkiye’de bilinmeyen “Kore’ye Giden Gemi” şiirinin içinde bir parçadır.
- “Pekin’de Ak Güvercin”, “Bayrak ve Ak Güvercin”, “Yeni Çin Seddi”, “5 Mart 1953”, “Posta Güvercini” adlı şiirler ile 2020 Mayıs ve Temmuzu’nda TÜSTAV’ın Komintern Arşivi’nden gün ışığına çıkan “İstanbul’da 1 Mayıs”, “Beyanname”, “Gecenin Penceresinde”, “İtiraf” adlı şiirler olmak üzere dokuz şiir de kitapların yeni baskılarında bulunmalı, külliyata girmelidir.
- Ayrıca henüz Türkçeleri bulunmayan ancak Türkçeye çevirileri yayımlanmış olan “Hatırlıyorum”, “Nâzım’ın Oğlu Memed’in Fransa’ya Mektubudur”, “Henri Martin’in Sesi”, “Büyük Sevdaların Adamı”, “Ninni”, “İki Ruh Hali”, “Bakû’ye Gidiyorum Ay Balam” adlı yedi şiir daha vardır.
- Nâzım Hikmet’e ait olduğunun kesinleştirilmesi beklenen “Bil Bakalım!” ve “Olur mu Bu?” adlı iki şiir daha vardır.
- Rusçadan çeviri bazı oyunları külliyatta yayımlanmış olmasına karşın, SSCB’de ve İtalya’da yayımlanmış olan, Vera Tulyakova ile birlikte yazdığı “İki İnatçı” oyunu bile hâlâ Türkçeye çevrilip yayımlanmayı beklemektedir.
- Nâzım Hikmet’in kıymet verdiği “Prag Saatleri” oyunu da halen Türkçe’ye çevrilip yayımlanmamıştır.
- Bir film senaryosu olan “Aynı Mahalleden İki Delikanlı”nın Türkçeye çevirisi 1978 yılında yayımlanmış olmasına rağmen külliyatında yer verilmemekte, diğer senaryoları gibi günümüzde adeta yok sayılmaktadır.
- Nâzım Hikmet’in sorunlu hale getirilen eserlerine dair bir başka örnek verilecek olursa; hapishanedeyken Zeki Baştımar’la birlikte çevirdiği Harb ve Sulh, Savaş ve Barış adıyla Can Yayınları tarafından 2010 yılında yayımlanırken Nâzım Hikmet adına yer verilmez. Uyarım üzerine 2016 yılındaki ikinci baskısından itibaren kapak ve künyeye şairin adı eklense de kitaptaki Nâzım Hikmet biyografisinde yanlış bilgiler bulunmaktadır. Yayımlanan metin ise aşağıda görüleceği gibi bambaşka bir dil içerir. Bir örnek verilecek olursa:(3) Nâzım Hikmet ve Zeki Baştımar çevirisi olan ilk baskıda “Petersburgda da Moskovada olduğu gibi nazik, sevimli insanların havası Piyer’in etrafını sardı. Prens Vasili’nin kendisine sağladığı mevkii, yahut daha doğrusu unvanı, (çünkü hiçbir iş görmüyordu) reddedemedi, tanışmalar, davetler, kibar âlemi meşguliyetleri o kadar çoktu ki Piyer bir zihin bulanıklığı, bir telaş, boyuna yaklaşan fakat bir türlü gerçekleşmeyen bir saadet hissini Moskovadakinden daha çok duyuyordu.” (Harb ve Sulh, I. Cilt, 2. Kitap, s.7) olan kısım günümüz baskısı Savaş ve Barış’ta şöyle “düzeltilmiş”tir: “Petersburg’da da Moskova’da olduğu gibi nazik, sevimli insanların havası Piyer’in çevresini sardı. Prens Vasiliy’in kendisine sağladığı konumu, daha doğrusu unvanı (çünkü aslında hiçbir iş yapmıyordu) reddedemedi, tanışmalar, davetler, sosyete meşguliyetleri o kadar çoktu ki Piyer bir zihin bulanıklığı, bir telaş, hep yaklaşan ama bir türlü gerçekleşmeyen bir mutluluk duygusunu Moskova’dakinden daha çok duyuyordu.” (Savaş ve Barış, I. Cilt, s. 307).
MEVCUT KÜLLİYATIN 'NOKTASINA VİRGÜLÜNE DAHİ DOKUNMAMALI' MI?
Bu kısa ve başlıca örneklerden de anlaşılacağı gibi Nâzım Hikmet’in tüm şiirlerinin eksiksiz ve yanlışsız olmadığı barizdir. Ne kadar titizlenilse de Nâzım Hikmet’le ilgili çalışmaların yanlış ve eksiklikler içermesi olağan ve hoşgörüyle karşılanabilir. Nâzım Hikmet’in eserlerini titizlikle 2000’li yıllara ulaştıran Asım Bezirci, Şerif Hulusi, Memet Fuat ve Ekber Babayev’in çalışmaları, emekleri, hürmeti hak etmektedir.
Bir mektubunda “Eleştiri dinlerim, ama virgülümü vermem!” diyen, eserlerindeki her sözcüğe, büyük ve küçük harflere, noktasına, virgülüne sahip çıkan Nâzım Hikmet’in eserlerinin elbette ki noktasına virgülüne bile dokunulmamalıdır. Ancak bu tutum yeni bulunan bilgilerini ve eserlerini de görmezden gelecek bir tavra dönüşmüş durumdadır.
Öyle ki; Nâzım Hikmet’in eserlerini günümüzde yayınlayan yayınevinin bazı yayınlarında yeni bulunan eserlerine yer vermesine karşın “bütün eserleri” ısrarla hâlâ güncellenmemekte, yeni bulunan şiirlerine kitaplarında yer verilmemekte, Adam Yayınları’ndaki haliyle “olduğu gibi” yayınlanmaya devam edilmektedir. Asım Bezirci’nin 1980 yılında, Cem Yayınevi’ndeki şiirleri son sekizinci ciltle tamamlarken “Yine de şiirlerin son biçimlerinin, ancak Moskova’daki Nâzım Hikmet Arşivi’nde bulunan metinlerin yayımlanışından yahut incelenmesinden sonra kesinleşeceğini belirtmek isteriz” uyarısı dikkate alınmamaktadır. Bu prensip, Memet Fuat’ın “… Ben onu son biçimine getirdim. Basacak olan herkes benim hazırladığım biçimini kopyalayıp bassın ki, Nâzım kuşaktan kuşağa yanlışsız olarak ulaşabilsin” sözünün sonucu olabilir mi? Bu “dokunmama” öyle bir hale varmıştır ki yayınevinin tüm Nâzım kitaplarında şairin doğum günü 14 Ocak 1902 olarak değiştirilmesine karşın, geçtiğimiz aylarda yayımlanan Memet Fuat’ın A’dan Z’ye Nâzım Hikmet Ansiklopedisi’ndeki 20 Kasım 1901 doğum tarihi düzeltilmemiş, editoryal bir açıklamaya dahi gerek görülmemiş, yanlış bilgi üstelik açıklamasıyla 2002’deki baskısında olduğu gibi aynen yayımlanmıştır (Ansiklopedinin sonundaki Nâzım Hikmet şeceresindeki isimler eksiklik ve/veya fazlalıklarıyla ayrıca dikkat çekicidir. Piraye Hanım önceki kocasından olan torununun çocuğuna kadar yer alırken, Münevver Andaç’ın torunlarıyla -ki bu torunlar, Nâzım Hikmet’in özbeöz oğlu Mehmet Hikmet’in anne bir kız kardeşinin çocuklarıdır- Vera Tulyakova’nın çocuğuna ve torununa yer verilmez.).
NÂZIM HİKMET SAHİPSİZ Mİ?
2010 Ağustosu’nda Milliyet Kitap’ta yayımlanan, güncelliğini ne yazıktır ki hâlâ koruyan yazıma, içeriğinden dolayı “Nâzım Hikmet sahipsiz mi?” başlığı uygun görülmüştü. Gündüz Vassaf’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan yazısındaki(4) “Ona olan sevgimizden, ihtiyacı olmadığı halde sahiplenmek arzumuzdan…” sözü 13 yıl önceki bu başlığı ve yazımı anımsattı. Vassaf’ın söylemek istediği sahiplenme arzusu, kendisi de zaten bir değer olan kişilerin Nâzım’la benzerlikler kurarak boy gösterme halleri, birlikte aynı filme dahil olunması, yan yana heykellerinin diktirilmesi gibi kendini onunla özleştirip eşleştirecek denli sahiplenmesi olduğu halde başka bir içerikteki “Nâzım Hikmet sahipsiz mi?” başlıklı yazımı çağrıştırdı.
30 küsur yıl kadar önce vaktin ANAP milletvekillerinden biri Nâzım Hikmet’e sözle hakaret edince şairin kız kardeşi Samiye Yaltırım merhum ağabeyine ve ailesine sahip çıkarak dava açmış ve kazanmıştı. 5 yıl kadar önce de bir internet gazetesi şaire ve ölmüş karısına, bir kitaptaki lafları evirip çevirip manşette bir iftirayla yayınladı ve bildiğim kadarıyla benden başka kimseden tepki gelmedi (Nâzım Hikmet’in adını taşıyan vakıfta sonradan yönetim kurulu üyesi de olan sitenin o dönemki bir çalışanı bir yıldan fazladır artık başka bir kurumda, manşet ve yazı ise hâlâ sitede durmaktadır.). Samiye Yaltırım artık yoktu, oğlu Mehmet Hikmet ise her her türlü kışkırtma ve sataşmaya bile kararlılıkla kendini medyaya tamamen kapatmış, babasının eserlerinin doğru değerlendirilmesine özen göstermekteydi. Nâzım Hikmet araştırmacılarının, adını taşıyan kurumlarınsa ilgi alanında değil gibiydi Nâzım Hikmet’e iftira atılması ya da hakaret edilmesi. Oysa Nâzım Hikmet, eserleri ve ömrüyle manevi varlığını halkının kucaklayıp sahiplendiği nadir yaratıcılardan.
'KUYUDAN ÇEKTİM SUYU/ AMA BARDAKLARA KONULAMADI'
Külliyatın son halini aldığı belirtilen 1988’den bugüne değin geçen otuz küsur yılın son on beş yılında pek çok yeni bilgi ve belge gün ışığına kavuştu. Vera Tulyakova, Hikmet’in ölümünden sonra şairin Moskova’daki evinde ve Rusya Devlet Edebiyat ve Sanat Arşivi’nde 2006 yılından bu yana yaptığım çalışmaların sonucu Nâzım Hikmet’in pek çok eseri bulundu, birkaçı kitap olarak da yayımlandı. Ancak bu on beş yılı aşkındır ilk kez gün ışığına çıkarılan şiirlerinin yanı sıra yayımlanmamış oyunları, yüzlerce yazısı, birkaç yayınevi ve özellikle kuruluş aşamalarında yer aldığım Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi ile defaten paylaşılmış, bir sonuç alınamamıştır. Pek çok yazımda, kitabımda, röportajımda neredeyse yalnızca bu konuya değiniyor olmama, “bağır bağır bağır”mama rağmen adeta “yüreklerin kulakları sağır”dır...
Nâzım Hikmet külliyatının eksiksiz ve yanlışsız olmadığını Vera Tulyakova sağken bilmememe zaman zaman hayıflanırım. Oysa ben ya da bir başkası; yaşamında belki de en büyük kaygısı, kocası Nâzım Hikmet’i evine gelen konuklarına anlatmak, onların büyük şairi daha iyi tanıyıp anlamalarını sağlamak olan Tulyakova’nın kendisi ile çok daha hızlı ve etkin sonuçlar ortaya çıkarabilirdi. Neyse ki Nâzım Hikmet’i sağlığında tanıyan, onun eserlerinin eski SSCB sahnelerinde gösterimine çaba gösteren Anna Stepanova ile çalışıp pek çok eseri gün ışığına çıkardık. Başta Sinan Şanlıer ve Mehmet Perinçek olmak üzere başka araştırmacılar da Nâzım Hikmet’in yeni eserlerini zaman zaman ortaya çıkardı, çıkarıyor.
SONUÇ: 'SEN KENDİ SESİNLE KÜL OLURSUN EY!'
Yayınevinin, yasal mirasçılarının, hatta yayıncıların öncülük etmesi gereken Nâzım Hikmet’in Edebî Mirası sahiplenilmeli, sağlığında yayımlanmış kitapları, arşiv belgeleri didik didik edilmeli, eksik-gedikler giderilmeli, külliyatın olabildiğince doğru ve eksiksiz toparlanması sağlanmalıdır. Değilse bilgi kirliliği çağımızda, Memet Fuat’ın yıllar önceki kaygısı gerçekleşecek, 11 yıl sonra 2033’te, gelecek nesillere yanlışlı Nâzım Hikmet eserlerinin de ötesinde başkalarının uydurması döküntüler, Nâzım Hikmet eseri diye yayınlanıp yerleşecektir. Adını taşıyan kurumlar bile zaman zaman bu hatalara düşmekte, Nâzım Hikmet’e ait olmayan lafları şairin adıyla günümüzde paylaşabilmektedir. Nâzım Hikmet Külliyatı için güncellenmiş, güvenilir bir kaynak oluşturmanın zamanı geçmektedir.
“Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.”
Dipnotlar
- Memet Fuat, A’dan Z’ye Nâzım Hikmet, YKY, 2002, s.60.
- Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. M. Melih Güneş, Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde, İstanbul, 2021, s.48-53.
- Bkz. Sezin Aydemir, Nâzım Hikmet’in çeviri serüveni-II, Tosca’dan Tolstoy’a: Harb ve Sulh (https://t24.com.tr/k24/yazi/nazim-hikmet-harb-ve-sulh,2028)
- Gündüz Vassaf, “Meram: Yarım asır boyunca süren dostluk…”, t.24 (https://t24.com.tr/k24/yazi/meram-ve-ozur,3403).
* M. Melih Güneş’in bu yazısı ilk olarak Toplumsal Tarih dergisinin 337. (Ocak 2022) sayısında yayınlanmıştır.