Baharın göz kırpması
Soğuk ortadan tam çekilmese bile, gün, ışık ve güneşle doldukça baharın bir eşitlik getireceği duygusu insanın içini kaplıyor. Birinci cemre bahara en çok yakışan şair Metin Eloğlu’na düşüyor. İkincisi bir ayrıntıya, üçüncüsü Dümen Sokak Dümen Apartmanı’na.
Dengesini bozduğumuz doğadan dakiklik beklemek saçmalık olur. Ama her şeye rağmen berdelâcuz günleri geldi. O meşhur kocakarı soğukları. Ragıp Paşa ile Fitnat Hanım’ın hikâyesini hatırlatarak son soğuk günlerin ardından el sallayayım.
18. yüzyıl Osmanlı şiirinin bilinen isimlerinden Koca Ragıp Paşa Kapalı Çarşı’da yürüyormuş. Hemen önündeki Fitnat Hanım’ı fark edince ona sataşmak için, “Bu kocakarı da ortalığı dondurdu,” demiş. Hazırcevap Fitnat Hanım, “Arkasından da öküz geliyor,” deyivermiş. Anadolu takvimine göre Nisan’ın 20’sinde başlayıp altı gün süren öküz soğuklarını ima ederken zekâsıyla oracıkta sallamış Ragıp Paşa’yı.
Kış, insanları en çok zorlayan mevsim bizimki gibi ülkelerde, inkâr edemeyiz bunu.
Eşitsizliğin en görünür olduğu aylar... Mart ise çetin mücadelelerin yorduğu insanın nefesi. Baharın göz kırpması… Soğuk ortadan tam çekilmese bile, gün, ışık ve güneşle doldukça baharın bir eşitlik getireceği duygusu insanın içini kaplıyor. Saf olma diyen çıkarsa kızmam. Kıyımları gerçekleştirenlerin, bir ırkı silmeye çalışanların da çiçekler yetiştirdiğini, baharla haşır neşir olduğunu biliyoruz diyebilirsiniz. Ben de diyorum ki; doğanın yanına cinayeti bile koyuyorlar, umudu koymaktan kendimizi alıkoymayalım hiçbir zaman.
Doğanın ışığının her şeyi tomurcuklandıracağına inanmaktan vazgeçmek istemiyor insan. Tam da bu yüzden değil mi göç yolundan dönen leylek Yaren’in on üç yıldır balıkçı Âdem Yılmaz’ın kayığına konuşunun yarattığı heyecan. Bir leylek mi sadece Yaren? Yaşamın ta kendisi.
Aklımda hemen bir eşleşme. Yaşama sımsıkı bağlı bir şiir, üstelik bahara en çok yakıştırdığım şair: Metin Eloğlu. Zihnime üşüşen dizeler arasından unutulmaz bir detay sıyrılıyor. Mehmet H. Doğan’ın yazısında okumuştum. Eloğlu, ziyarete gittiği evlerde sehpanın üzerinde bir vazoda yapma çiçeğe rastlamasın, bulduğu ilk fırsatta onu pencereden atmadan rahat edemezmiş. “Şeytan tüyü var” denen o insanlardan olduğu... Genizden gelen kahkahaları... Yılbaşlarında kendi yaptığı resimli kartları postalayışları... Şairin adıyla birlikte cemre (birinci) gibi aklıma düşenler bunlar. Hepsi baharı müjdeliyor. Ama baharların en yeşili ‘Arif olan anlasın’ şiirinde:
“Bahar gelir gelmez
Sokağa çıkar çıkmaz
Elif’i görür görmez”
Bunları düşünürken Gümüşsuyu, Emektar Sokak’tayım. Açıp Mehmet H. Doğan’ın yazısını tekrar okurken ikinci cemre düşüyor. Bir ayrıntı bambaşka bir anlama bürünüyor. Bu nasıl bir edebi tesadüf! Dümen Sokak, Dümen Apartmanı zemin katı. Eloğlu’nun eviymiş. Bulunduğum sokağın bittiği noktada başlıyor Dümen Sokak.
Bir öğleden sonra hep beraberler o zemin katta; Turgut Uyar, Edip Cansever, Fethi Naci, Rauf Mutluay, Mehmet H. Doğan. “Yerlerde, duvarlarda bitmiş, henüz yarım resimler, masanın üzerinde şiir kitapları... Burada yazıyordu demek o dilin mayalandığı, köpürdüğü; binbir balık, ot, ağaç, çiçek, ada, sokak adının, kimsenin aklına gelmeyecek tamlamaların, sıfatların cirit attığı bayram şenliği şiirlerini!” diyor Eloğlu’nun çalışma odasını anlatırken Mehmet H. Doğan.
İstikamet Dümen Sokak, Dümen Apartmanı. Ve üçüncü cemre düşüyor. Apartman hâlâ duruyor.
Esendal diyor ya, “Hayat Ne Tatlı” öyküsünde: “Her şey yerli yerinde, hayat her vakit olduğu gibi…”
Şunu söyleyebilmek ne umutlu/baharlı şey.