YAZARLAR

Bahçeli’nin eli nereyi işaret ediyor?

Bahçeli’nin DEM Parti’yi sadece, örneğin yeni anayasa yapma sürecinde iktidar safına çekmek gibi bir niyetle hareket ettiğini ya da ‘yeni bir çözüm süreci’nden söz ettiğini kimse düşünmüyor. ‘Mahşer’ diyor sonuçta, ne normalleşmesi, ne çözümü... Zaten kendisi de ‘aman öyle anlamayın’ diyor... Muhalefetin bu ‘tarif edilen’ kalıplara girilip girilmeyeceği ile ilgili hamleleri ise ‘mahşer’in kimin mahşeri olacağını ortaya çıkaracak.

Devlet Bahçeli, TBMM’nin yeni yasama yılı açılışında DEM Parti sıralarına giderek Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan ve milletvekilleri ile selamlaşıp tokalaşmasının hemen ardından yaptığı açıklamada şunları söylemişti:

“1 Ekim günü TBMM açılmıştır. Orada sayın Cumhurbaşkanımız anlamlı, Meclis'in tarihsel vurgusunu dillendirerek gazilik vasfını ve bakış açısını değerlendirerek değerli bir konuşma yapmıştır. Son bölümde TBMM'de dayanışmanın, huzurun, akıllı bir çalışmanın davetini de sunmuştur. Bu davetten sonra MHP'nin genel başkanı olarak Cumhur İttifakı ve Türk milletinin cumhurbaşkanının çağrısına adım atmak bana düşen bir görevdir. MHP bir adım atmazsa diğerlerinden bir şey beklemek doğru olmaz.”

Bu açıklamaya göre, TBMM’nin açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘iç cepheyi güçlendirme’ çağrısını duyan Bahçeli, bunu karşılıksız bırakmak istememişti, ilk iş olarak da gidip DEM Parti ile ‘tokalaşmak’ gelmişti aklına... Bahçeli o günü zaten Özgür Özel’den Ahmet Davutoğlu’na kadar herkesle selamlaşarak, tokalaşarak, ‘siyasettir çok da üzmeyin kendinizi’ diye gönül alarak geçirdi.

Erdoğan’ın çağrılarının kendi partisi içinde dahi bu kadar hızlı etki ettiğini epeydir göremezken, iktidar ortağının aslında flu ve ‘ortaya’ bir ‘iç cephe’ tarifinden hareketle bu kadar çabuk ilerleyebilmesi ise herhalde takdiri hak ediyordu.

Eğer Bahçeli bugün tekrar konuşmasaydı...

***

MHP’nin bugünkü grup toplantısında konuşan Bahçeli bu defa şunları söylüyordu:

“Biz, gelişigüzel, keyfe keder, can sıkıntısından, anlık dürtülerle, dümenden ve düzenden el uzatmayız. Biz durduk yere el vermeyiz, öylesine yerimizden kalkıp da el sıkmanın merakına tevessül ve teşebbüs etmeyiz. DEM’e evvela düşen sorumluluk, uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması, dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir.” 

Bahçeli, sadece Erdoğan’ın Meclis açılış konuşmasındaki daveti üzerine ve ‘anlık dürtülerle’ değil:

- Milli birlik ve kardeşlik mesajı vermek için...

- İlk Meclis’in ve Erdoğan’ın sözlerinin “meşale gibi yanan aydınlığı” için..

- DEM Parti’nin, “teröre cephe alarak, Türkiye partisi olması” ve “bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenilmesi” için...

“El uzattığını” da açıklıyordu.

Bunlar elbette ‘anlık’ bir karar tarifi değildir. Sadece, Erdoğan’ın davetini duyunca Cumhur İttifakı’nın kararlı bir ortağı olarak sergilenmiş bir performans değildir.

Ve herhalde Bahçeli’nin DEM Parti’yi sadece, örneğin yeni anayasa yapma sürecinde iktidar safına çekmek gibi bir niyetle hareket ettiğini ya da ‘yeni bir çözüm süreci’nden söz ettiğini kimse düşünmüyor.

O zaman tüm bu açıklamalara nasıl değerlendirilmeli?

***

Herhalde öncelikle bugün iktidar açısından gelinen tıkanıklık noktasının yerel seçimdeki büyük mağlubiyetle başladığının hep akılda tutulması gerekli. Çünkü artık ‘seçim kazanmak’ normal bir demokraside olduğundan daha büyük bir anlama geliyor Türkiye’de. Kazanılan her seçimle tahkim edilen bir ‘yeni düzen’in meşruiyetini kaybedip kaybetmemesi söz konusu.

Ve genel seçimde kazanılan zaferden dokuz ay sonra alınan yerel seçim yenilgisi, mevcut siyasi tabloda ‘bir şeyler yapılmazsa’ Cumhur İttifakı için tehlike çanlarının en güçlü çaldığı zamana gelindiğine işaret ediyordu. Bırakın anayasa değiştirmeyi ve mesela Erdoğan’ın yeniden ve bir/birkaç dönem daha cumhurbaşkanı olmasının yolunun açılmasını, yeni bir genel seçimi normal süresine kadar beklemek bile iktidar ittifakı için zor görünüyordu. Hamle yapılacak alan kalmamış gibiydi. Erdoğan ve partisinin -tabii Erdoğan hariç- bir ‘değişim’e gitmesi beklentisi dışında...

Öyle bir değişimi yapabilecek kudret ve becerinin var olup olmadığı tartışmasıyla birlikte tabii...

O yüzden seçimden bu yana geçen 6 ay boyunca iktidar yapabileceği tek şeyi yaptı: Bekledi.

Ama bu pasif bir bekleme değildi. İzlemeyi ve yeni bir hamle için hazırlanmayı da içeriyordu. Bu sırada yoluna o hamleyi yapabilmek için de bir dizi sıçrama rampası çıktı:

- CHP’de içten içe kaynamasının önüne geçilemeyen ve “Cumhurbaşkanı adayı kim olacak” diye başlayıp “İstanbul’da İmamoğlu’ndan sonra kim belediye başkanı olacak” diye uzayıp giden akıl almaz tartışma...

Öyle ki tıpkı son genel seçim öncesinde olduğu gibi sadece CHP’nin değil, muhalefetin genelinin enerjisini tüketen bir hale gelmiş durumda. Üstelik bu defa seçime bir yıl değil dört yıl varken!

- İsrail’in bir yıldır süren ve dünyayı dehşete düşürecek bir acımasızlıkla en azından ABD seçimlerine kadar da süreceği tahmin edilen saldırganlığının iktidara iç siyasette bir ‘iç cephe’ tahayyülü kurdurabilecek boyutta sürmesi...

- “Mehmet Şimşek programı” diye anılan ancak iktidarın kullanmayı çok sevdiği tabirle ‘eski Türkiye’den gayet iyi hatırladığımız ağır bir ‘IMF programı’nın şu ana kadar çok da büyük bir sorun yaşanmadan uygulanabilmekte olması...

İşte Bahçeli’nin daha doğrusu iktidarın yeni yasama yılı ile birlikte yaptığı hamleler asıl olarak bu üç rampa üzerinde yükseliyor.

Ve muhalefet için ayrıntılı, yeni bir tarif yapılıyor.

Özetle:

- DEM Parti Türkiye partisi olsun... Ama “Türkiye partisi” tarifinin kanlı canlı temsilcisi Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ gibi siyasetçiler cezaevinde tutulmaya devam edilsin. (Bu partinin halihazırda Türkiye’nin en çok oy alan üçüncü partisi durumunda olduğunu, Eş Genel Başkan Tülay Hatimoğulları’nın, ‘DEM Parti zaten Türkiye partisi’ itirazını bir tarafa bırakalım...) Buradaki referans ‘Birinci Meclis’... Yani tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi İsrail’e ya da başka ‘dış tehdit’lere karşı iktidar etrafında ‘kenetlenmiş’ bir siyaset düzeni. Şöyle ifade ediliyor Bahçeli tarafından: “Gazi Meclis’te o dönem görev alan merhum ve muhterem mebuslar birbirlerinin kökenine, yöresine, anasının diline bakmadılar.”

- CHP “büyük resme” odaklansın... Bahçeli, ‘biz sınıflı toplum yapısını reddediyoruz’ diyerek başladığı sözlerini, tümden bir ‘Batı kültürünün reddiyesi’ noktasına taşıdı. Sonunu da ‘mahşer günü’ uyarısı ile getirdi: “Çünkü Türkiye’miz sınırların haricinden aşırı ve anormal tehdit sarmalındadır. Milli güvenlik sorunlarımız kabarmış ve katlanmıştır. Şayet kısır çekişmelerle meşgul olursak, basit ve bayağı tartışmalara esir düşersek, sorarım sizlere, mahşer günü ne yapacağız?”

***

Bahçeli’nin açıklamalarının kendi partisinin siyasette kapladığı yerin dışında bir anlamı/gücü varsa, herhalde ana muhalefet partisi ve Meclis’teki üçüncü büyük partiye yönelik olarak yaptığı bu tariflerde aranmalı. ‘Yeni çözüm süreci arayışı’nda ya da ‘normalleşmeyi büyütmek’te değil. ‘Mahşer’ diyor sonuçta, ne normalleşmesi, ne çözümü...

Zaten kendisi de ‘aman öyle anlamayın’ diyor...

Sadece CHP ve DEM’in değil ama muhalefetin genelinin bu ‘tarif edilen’ kalıplara girilip girilmeyeceği ile ilgili hamleleri ise ‘mahşer’in kimin mahşeri olacağını ortaya çıkaracak: Memleketin mi yoksa Cumhur İttifakı iktidarının mı?