‘Bahçeli’nin tesadüfen geldiğini düşünmek saflık olur’

Yeni yasama yılını ve siyasetteki güncel gelişmeleri siyasi partilerin grup başkanvekilleriyle konuşmaya devam ediyoruz. Bugünkü konuğumuz DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Yeni yasama yılının açılmasıyla birlikte siyaset gündemi de hareketlendi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Meclis açılış konuşmasında İsrail’in gözünün Türkiye’de olduğu sözleri ve ‘İç cepheyi güçlendirmemiz lazım’ çağrısı tartışılmaya devam ediyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bu çağrı sonrası DEM Partili yöneticilerin elini sıkıp barış mesajı vermesine dair de değerlendirmeler sürüyor. 

Tüm bu gelişmeleri siyasi partilerin grup başkanvekilleriyle değerlendirdiğimiz söyleşilerimize bugün DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit ile devam ediyoruz. 

Koçyiğit, Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gelerek selam vermesi, yeni Anayasa çalışmaları, Erdoğan’ın ‘İsrail tehdidi’ söylemi ve erken seçim tartışmalarına dair sorularımızı yanıtladı.

'MECLİS’LE SOKAĞI BULUŞTURACAK YENİ BİR POLİTİK HATTA İHTİYAÇ VAR'

Yeni yasama yılı başladı. Nasıl bir DEM Parti göreceğiz Meclis’te? 
Meclis bizim için önemli bir mevzi. Çok büyük bedeller ödeyerek geldiğimiz bir yer. Halkımızın da büyük beklentileri var bizlerden. Biz de hep bu büyük beklentiler doğrultusunda hareket etmeye çalıştık. Her zaman ilkesel tutum aldık. Bunu bu dönem de devam ettireceğiz. 

Meclis’te en sert muhalefeti gerçekleştirirken sokak ayağının içerisinde de olmaya çalıştık geçen dönem. İşçi direnişlerinin, kadın mücadelesinin ve diğer bütün mücadele alanlarının içerisinde olmaya, orada kurulan sözü Meclis zeminine taşımaya devam edeceğiz. Bu dönem bunu çok daha ileri bir zemine taşımayı düşünüyoruz. 

Sokağın sesi cılız çıktığı zamanlarda Meclis’teki sesin yüksekliğinin sonuç almadığını çok iyi biliyoruz. Meclis’le sokağı buluşturacak bir yeni politik hatta ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Sokağın sesi ne kadar gür çıkarsa biz Meclis’te o kadar güçlü söz söyleyebiliyoruz. 

Ayrıca sadece bir kesime hitap eden, sadece bir sorun başlığında konuşan bir DEM Parti değil, Türkiye'de hangi sorun varsa o sorunu gören, o sorunu Meclis’e taşıyan bir DEM Parti olmak istiyoruz. Bu dönem toplumsal kesimlerin daha fazla yanında olmak gibi bir önceliğimiz olacak.

'BAHÇELİ’NİN TESADÜFEN GELDİĞİNİ DÜŞÜNMEK SAFLIK OLUR'

1 Ekim’de şaşırtıcı bir temasa tanıklık ettik. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partiniz sıralarına gelerek sizlerle selamlaştı, akabinde de barış mesajı verdi. Bahçeli’nin bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet Bahçeli'nin öylesine, tesadüfen geldiğini düşünmek ya hiç siyaseti bilmemek olur ya da çok saflık olur. Ben de kesinlikle ‘öylesine’ bir geliş olmadığını düşünenlerdenim. Bilerek, isteyerek sıralarımıza geldi ve eş genel başkanımızla, bizlerle tokalaştı.

'BAHÇELİ’NİN BARIŞ MESAJI ÖNEMLİ' 

1 Ekim resepsiyonunda yaptığı barış vurgusu da önemli bir vurgu. Bahçeli tarafından söylenmiş olması nedeniyle önemli. Kürt karşıtlığı ve barış karşıtlığı üzerine kendi siyasetini yürüten bir parti MHP. Bu yüzden Bahçeli’nin barış çıkışı önemli. 

'BİR TOKALAŞMADAN YENİ DÖNEM OKUMASI YAPMAK ERKENCİ OLUR' 

Ama sadece burayla sınırlı kalan bir barış vurgusunun da ilerletici olmadığını, bu vurgudan bir çözüm süreci çıkmayacağının da altını çizmek gerekiyor. Tek başına bir tokalaşmadan ya da barış vurgusundan bir yeni dönem başlangıcı, bir çözüm okuması yapmak çok erkenci bir yorum olur. Pratik adımlarla desteklenirse, devamı gelirse, toplam bir şeye dönüşebilir.

Bahçeli’nin hamlesinin yeni Anayasa ile ilişkili olabileceği yorumuna ne dersiniz? 

Çok uzun süredir, özellikle de 2015 sonrasında siyasette çok ciddi bir kutuplaşma ve kamplaşma var. Kimsenin kimseyle neredeyse temas edemez hale geldiği siyaset zeminini özel olarak AKP ve MHP yarattı. Bu kamplaşmanın bir dönem için iktidara kazandırdığını gördük. İktidar bu yöntemle; beka söylemiyle, milliyetçi ve dini duygulara seslenerek kendi seçmenini konsolide etmek istedi. Ama son yerel seçim gösterdi ki bu konuda bir yolun sonuna gelinmiş durumda. 

Bugün Türkiye'deki insanların bambaşka öncelikleri var. Ve bütün bu söylemlerin kendilerini sömürülmesinin bir aracı olduğunu çok açık ve net bir şekilde görüyorlar. Türkiye'deki bütün halklar bu gerçeği fark ettiği için 31 Mart seçimlerinde AKP'ye kırmızı kart gösterdi.

'İKTİDAR SİYASİ BİR YOL AYRIMINDA' 

Bu anlamda iktidar için bir siyasi yol ayrımı olduğunu düşünüyorum. Bir tercih yapmak zorundalar. Önümüzde bir genel seçim var, bir anayasa tartışması var, bölgesel bazı gelişmeler var. Bütün bunların içerisinde siyaseti daha da kutuplaştırıp kamplaştırmamanın günün sonunda bu iktidara kazandıracağı hiçbir şey yok.

'BAHÇELİ’NİN TUTUMU İKTİDARIN SIKIŞMIŞLIĞININ SONUCU'

Burada şu soru açığa çıkıyor: Ne yapılabilir? Bu soru bugün herkes açısından önemli bir soru. Ben iktidarın da bu soruyu sorduğunu ve bazı fikirler geliştirdiğini düşünüyorum. Bugün konuştuğumuz el sıkmanın ve barış mesajı vermenin de tam da böyle bir tartışmanın ve kendileri açısından bir sıkışmışlığın sonucunda olduğunu düşünüyorum.

'MHP’NİN, İKTİDARIN BU TUTUMU GERÇEKTEN HERKESİ KAPSAYACAK MI, ZAMAN GÖSTERECEK'

Bahçeli’nin bu tutumu kimine göre devam eden kimine göre biten ‘normalleşme’ süreciyle ilişkili mi ya da bu süreci etkiler mi? 
Daha önceki sohbetimizde ‘Normalleşme Kürtler hariç mi olacak?’ diye sormuştum. Normali AKP Genel Başkanıyla CHP Genel Başkanı'nın merhabasına indirgeyen bir akıl olduğunu gördük. O normalin içerisinde Kürtler, muhalifler yoktu. Hakkari’ye kayyım atandı, Kobanî Kumpas Davası’nda 400 yılı aşkın cezalar verildi, Can Atalay cezaevinde tutuldu. Bu anlamıyla bugünkü soru şu: İktidarın bu tutumu gerçekten herkesi kapsayacak mı, bu olağanüstü durumu bitirecek mi? Bunu zamanla göreceğiz.

Ben bu merhabalaşmanın önemsiz ve anlamsız olduğunu düşünmüyorum. Tabii ki önemlidir, anlamlıdır, bilerek ve isteyerek yapılmıştır. Ama başka pratik adımlarla desteklenmeden bu sürece çok fazla anlam yüklemeyi doğru bulmuyorum. 

'İSRAİL TEHDİDİ RASYONEL BİR ZEMİNE OTURMUYOR' 

Erdoğan’ın 1 Ekim konuşmasında İsrail’in hedefinde Türkiye olduğunu söylemesi ve iç cepheyi güçlendirme çağrısı yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Ortadoğu’da çok net bir hegemonya mücadelesi var. Türkiye de hem jeopolitik hem de jeostratejik önemi nedeniyle çok kritik bir yerde duruyor. Aynı zamanda bölgede bir savaş olduğunda bunun direkt ve dolaylı etkilerine maruz kalan bir ülke. Bu anlamıyla bu savaş ve çatışmanın Türkiye'de bir kaygı yaratması çok normal, bunu anlayabiliyoruz.

Bu kaygıyı çok ileri bir boyuta götürüp, İsrail'in Türkiye'yi de hedeflediği ifadesi başka verilerle desteklenmedikçe rasyonel bir zemine oturmuyor. Sonuçta İsrail ve Türkiye iki NATO üyesi ülke. Aynı zamanda ikisi de Amerika'yla yakın ilişkileri olan ülkeler. Dolayısıyla ben iki ülke arasında bir çatışmayı yakın vadede çok olasılık dahilinde görmüyorum.

'DÜŞMAN OLMADAN YAŞAYAMAYAN BİR İKTİDAR GERÇEĞİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ'

Öte yandan Tayyip Erdoğan'ın ve AKP iktidarının sürekli bir iç ve dış düşman algısı yaratarak toplumu ve iç cepheyi konsolide etmek, siyaseti bunun üzerinden dizayn etmek gibi muazzam bir başarısı var. Bir dönem Suudi Arabistan baş düşman oldu, bir dönem Birleşik Arap Emirlikleri, bir dönem Mısır, bir dönem Yunanistan. Yani düşman olmadan yaşayamayan bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız.

'DIŞ DÜŞMAN TEHDİDİYLE BİRİKEN TOPLUMSAL ÖFKENİN ÖNÜNE GEÇMEYE ÇALIŞIYOR'

Bu içeride de böyle. İçeride de düşmanlaştırdıkları, ötekileştirdikleri, terörize ettikleri, kriminalize ettikleri bir odak her zaman oluyor. Çoğu zaman bu bizim partimiz oluyor. Seçmen eğilimlerini de çoğu zaman böyle belirlediklerini düşünüyorum. 

Ama artık insanlar şunu düşünüyor; ‘İşim yok, ekmeğim yok, açım, yoksulum, barınamıyorum, öğrencimi okutamıyorum.’ Bu hükümetin kısa vadede bunları çözmek gibi bir derdi de yeteneği de yok. Peki o zaman ne yapılabilir? “Dışarıdan büyük tehdit altındayız. Bu tehdide karşı senin işinin, ekmeğinin ne önemi var? İsrail gibi bir ülke bizi hedef alıyor. Bize saldırırsa ne yaparız?” sorularını sorarak bir duygu yaratmaya çalışıyor. Bunu yaparak, dış düşman tehdidiyle içeride yükselen toplumsal itirazın, isyanın, o kabaran öfkenin önüne geçmeye çalışıyor. Yoksa çok gerçeklik zemini olan bir değerlendirme değil İsrail tehdidi. Siyaseten yol yürümeleri için bunlara ihtiyaçları var.

'MEVCUT HUKUKSUZLUKLAR BİZİ ANAYASA KONUŞMAKTAN AZADE KILMAMALI'

Yeni Anayasa yeni dönemin önemli gündemlerinden biri olacak gibi gözüküyor. Yeni Anayasa gündemine partinizin bakışı nedir?
Türkiye'de yeni bir anayasa yapmanın koşullarının olmadığını düşünüyoruz. Çünkü mevcut Anayasa askıda, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor, haksızlık, hukuksuzluk, yolsuzluk, çürüme, liyakatsizlik her anlamıyla bütün zeminlerde. Ama bütün bunlar bizi anayasa konuşmaktan azade kılmamalı.

Sonuçta Türkiye'nin bir de hakikati var. 12 Eylül Anayasası var. Bugün bizim temel hak ve özgürlüklerimiz 12 Eylül Anayasası'na dayanılarak kısıtlanıyor. Çünkü sermaye yazdı 12 Eylül Anayasasını. Bu Anayasa bir cunta anayasası olduğu kadar bir sermaye anayasası. Bu Anayasa’nın değişmesi lazım. Bu yüzden de bir anayasa tartışması yürütmenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

'ANAYASA TARTIŞMASINI YÜRÜTMELİYİZ'

Evet, bu tartışmayı yürütmeliyiz. Peki nasıl yürütebiliriz? Öncelikle bir anayasa yapmak için nasıl koşullara ihtiyacımız olduğunu konuşabiliriz. Örneğin biz bir yol temizliğine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. AKP'nin niyeti gerçekten özgürlükçü bir anayasa yapmaksa bunun iyi niyet beyanlarını göstermeli, iyi niyet adımlarını atmalı. Bir yol temizliği yapmalı.

'ANAYASA TARTIŞMASI AKP’NİN TEKELİNDE OLMAMALI' 

Bunu ancak anayasayı konuşarak yaptırabiliriz. Yekten dersek ki ‘Anayasa yapmanın koşulları yoktur, kapıyı kapattık’ nasıl yol alacağız? İktidarın kendi tekelinde yürütmek istediği anayasa tartışması yerine ‘Nasıl bir anayasa yapılabilir, anayasa yapılırken nasıl bir yol ve yöntem izlenmelidir, bunun için toplum bu sürece nasıl katılmalıdır’ın tartışılacağı zemini muhalefetin yaratması gerektiğini düşünüyoruz. Böyle bir zemin yaratabilirsek o zaman AKP'nin istediği sınırlardaki bir anayasa tartışmasının da dışına çıkarırız. Bunun için de konuşmaya, tartışmaya, birlikte düşünmeye ve toplumla beraber tartışmaya ihtiyacımız var.

Partinizin temsilcilerinin önceki açıklamalarında erken seçim olması gerektiği ifade edildi. Bakışınızda bir değişiklik var mı? Erken seçim olmalı mı? 
Kesinlikle erken seçim olması gerektiğini düşünüyoruz. İktidarın bir hukuki meşruiyeti var ama toplumsal meşruiyeti yok. Çünkü son seçimde toplumun yüzde 70'i AKP'yi onaylamadı. Bu, işin bir yönü.

İkincisi, herkeste derin bir memnuniyetsizlik var. Herkes, bu ülkede çok ciddi sorunlar yaşıyor. Çok ciddi krizler var. Bu anlamda da bu iktidarın değişmesi gerekiyor ve bu ancak erken seçimle olabilir.

‘HÜKÜMET İSTİFA SLOGANI HAYKIRILIRSA SANDIK KURULUR'

Ama biz sadece ‘erken seçim olsun’ demekle erken seçim olmayacağını biliyoruz. Erken seçimin olacağı koşulları yaratmak gerekiyor. Bu da toplumun itirazını ve öfkesini örgütlemekten geçiyor. Var olan bütün dip dalgaları açığa çıkarmaktan geçiyor. Her toplumsal itirazın içerisinde ‘hükümet istifa’ sloganının, isteğinin haykırılması gerekiyor. Bu bir toplumsal talebe dönüşürse o zaman sandık kurulabilir.

Yoksa sadece muhalefet partilerinin grup konuşmalarında ‘erken seçim olsun’ demesiyle bunun olmayacağını görmemiz gerekiyor. Erken seçim talebinin toplumun bağrında örgütlenmesi ve açığa çıkarılması gerekiyor. Öbürü sadece siyasi, günlük polemik konusu olur.