YAZARLAR

Bahçeli’ye takla attıran, Perinçek’e el açtıran ne?

Türkiye bir eşikteyse ve bu eşik gerçekten de demokrasi ve diktatörlük arasındaysa bu diktatörlüğün neyi korumaya çalıştığına ve sürdürdüğüne ilişkin daha açık olmak zorundayız. Türkiye’nin bulunduğu eşik 12 Eylül 1980 darbesinin çok daha güçlü biçimde yapılandırılmış yeni sınırındadır.

Başlıktaki sorunun birçok doğru yanıtı olabilir. Söz konusu siyasetçiler ya da temsil ettikleri siyasi örgütlerin omurgasızlığı örneğin, yanlış bir yanıt değil. Ya da çıkarları için sonsuz derecede esneyebilecek bir pragmatizm analizi yapmak da yanlış değil. Nitekim İYİ Parti lideri Meral Akşener, grup toplantısında, tartışmalı anayasa değişikliği ile ilgili AKP-HDP görüşmesini yorumlarken omurgasızlık ve ilkesizliği vurguladı. Erdoğan’ın tek amacının iktidarını korumak olduğunu, bunun için hiçbir ilkeye ihtiyacı olmadığını söyledi. Bir düzeyde bunun da doğru olduğunu söyleyebiliriz. Bahçeli’nin bu görüşmeyi doğru bulmasını da Perinçek’in Diyanet İşleri Başkanı’nın yanında dua etmesini de benzer bir argümanla açıklayabiliriz. Peki bu açıklamanın doğruluğunun düzeyi ne? Bu doğrunun politik işlevi ne?

Şöyle anlatmaya çalışayım, filozof David Hume’a da bir göndermeyle. Her uyandığınızda güneşin doğduğunu görüp her gün güneşin yeniden doğduğunu söyleyebilirsiniz ki size apaçık gelen bir doğrudur. Fakat bu bilgiyle hareket ettiğinizde ertesi gün güneşin doğmama ihtimali hakkında hiçbir şey söyleyemezsiniz. Güneşin her gün doğduğu apaçık bilgisi, dünyanın ve güneşin hareketine ilişkin bir bilgi vermez, dolayısıyla bu bilgi nedenselliğe değil, duyulara dayalıdır. Belli bir düzeyde doğru olan bir bilgi, bu bakımdan hatalı sonuçlar da doğurur. Dünyanın şekline ya da hareketine, evren içinde dünyanın konumuna ilişkin çöpe atılan tezler, ona karşı çıkanları din düşmanı, hain ilan edip onları yok edecek kadar güçlü olabilmiştir kimi zaman. Bu tür bilginin konumuz bakımından bir başka sonucu ise duygulara hitap alanını genişleten bir nedensellik çevirmesidir. Komplo teorilerinin ana malzemesi olan bu düzeydeki doğru bilgilerle istediğiniz her sonuca ulaşırsınız. Her düzeydeki iktidar bu tersine çevirme işlemini çok sever. Erkek egemen aile içinde erkek, eşine ve çocuklarına fazla harcamalarının nedenini açıklamak yerine ‘siz ne anlarsınız’ der örneğin. Hayat pahalılığı göz önünde duran bir gerçektir, bu doğruyu söylemek erkeğin başka harcamalarını gizlemesinin aracı olabilir. Siyasal iktidar bakımından ise sonuç daha çarpıcıdır; hesap vermekten kaçmak için, duyguların alanına rahatlıkla sığınabilir. Vatanın, bayrağın, dinin, milletin geleceğini korumak bahanesiyle bu tür nedensellik çevirmelerine başvurmak, hesap sorma aygıtlarını ve güçlerini yitirmiş siyasal topluluklardaki iktidar yapıları için en sıradan yol artık.

İKTİDAR DUYGULARA SESLENİRKEN MUHALEFETİN GERÇEKLİKLE İLİŞKİSİ NET DEĞİL

AKP – MHP ittifakı ve çevresinde kümelenen güçler, halkın en geri duygularına seslenerek bir seçim süreci yürütecekler, bu açık. Bunu yaparken de gerçekliğin duygulardan azade nedenselliklerle ortaya çıkan parçalarını baskı altına alacaklar, daha doğrusu zaten kullanmakta oldukları baskı aygıtlarının şiddetini artıracaklar, bu da açık. Açık olmayan parlamenter muhalefetin ‘gerçeklikle’ nasıl ilişki kuracağı. Belirleyici olan da bu. Örneğin laiklik tartışması, bunun çok güncel bir örneğiydi. Hiçbir muhalefet partisi, bu gerçeklikle yüzleşmedi. Hemen hiç kimse, gerginlik derecesi ve duygu üretme kapasitesi çok yüksek olan bu konuda, gerçekliğin nedensel ilişkilerine girmedi. Kamu hizmetlerinin özellikle eğitimin dinselleştirilmesi, kamu idarelerinin verdikleri kararlarda dini hassasiyetlerin rol oynaması, kamu görevlileri işe alınırken dini terbiyelerinin kriter yapılması, tarikatların dernek ya da vakıflar kurarak devletin çekildiği alanlara yerleştirilmesi ve bakanlıkla imzalanan protokoller aracılığıyla ticari faaliyetlerinin desteklenmesi, para aktarılması gibi gerçek meseleler tartışma konusu yapılmadı. Türkiye’nin laiklik sorunu, bundan on beş yıl önce nasıl başörtüsüne kilitlendiyse, yine aynı yere çekildi ve duygular kanırtıldı. Duygulara seslenilen diğer bir fay olan milliyetçilikte de herkes yarış halinde. Milli – gayri milli yarışında, herkes bu duyguyu daha çok nasıl kanırtabileceğinin peşinde koşuyor. AKP’li heyet HDP ile görüşmeden önce kimse HDP’nin kapısını çalmamıştı AKP – MHP korkusuyla. AKP’li heyetin görüşmesinin ardından da tepkiler benzer oldu. Eşit yurttaşlığı ve şiddetin sonlandırılmasını aynı anda talep eden bir fikirle çıkmadı kimse. Çatışma olan yerde, suçun her türlüsünün, yasa dışı her faaliyetin yürütülmesinin imkanlarının arttığını kimse dile getirmedi.

“Savaşa değil, eğitime bütçe” sloganını atardık bütçe görüşmelerinde taleplerimizi anlatmak için, sokakta bütçeye ilişkin haklarımızı talep etmek dahi artık elbirliği ile engelleniyor, sokaklar iktidar – muhalefet elbirliği ile tekinsizleştirildi. Bu ülkede, milliyetçilik adına, Ekmek Üreticileri Sendikası Başkanı, yaptığı açıklama nedeniyle tutuklandı dün, not edelim 9 Kasım 2022’de. Hangi nedenle? Türk Milleti’ni aşağıladığı iddiasıyla. Milletin temel gıdasının ekmek olmasından yakınan, yoksulluktan dolayı sadece ekmek ile beslenmenin idraki kısıtladığına işaret eden konuşması nedeniyle tutuklandı. Aslına bakarsanız, havsalamızdaki çok daha geniş anlamıyla ekmek meselesiyle iktidar arasında ilişkiyi, nedensel ilişkiyi kurduğu için tutuklandı Kolivar. Fransız Devrimi’nin arifesinde, genç bir avukat olan Maximilien Robespierre kurmuştu bu ilişkiyi çok daha geniş bir pencereden; insanları hayatta kalmak derdiyle o kadar meşgul ettiler ki kendi kaderlerini ellerine alacak gücü, bunu düşünme gücünü kendilerinde bulamıyorlar diyerek. Türkiye bölüşüm ilişkilerinde çalışan sınıflar lehine en derin uçurumdayken hükümet elbette güçlü duygulara, düşmanlara, millete, bayrağa, ezana varlık-yokluk savaşına yatırım yapacak. O yatırımları da iktidar blokunun destekçisi sermaye fraksiyonları arasında bölüşülecek kârlara dönüştürecek. Peki ya muhalefet?

12 EYLÜL İLE KONSOLİDE EDİLEN DEVLETİN EGEMEN ÇEKİRDEĞİ 2015'DE ÇATIRDADI

Yazının vaadine gelelim, Bahçeli’ye takla attıran, Perinçek’e el açtıran neden ne? Eğer omurgasızlık yanıtının sağladığı düzeyde kalmayacaksak, bu sorunun karşı karşıya olduğumuz gerçeklikle ilişkisini kurmak durumundayız. Onları bir arada tutan ilişkiyle hesaplaşmadan, onların kanırttığı duyguları daha iyi kanırtırız hesabıyla iktidarın değişmesi mümkün değil çünkü.

Dünya ekonomisi ve devletler sistemi, olgunlaşmamış bir tartışmanın içinde. Neoliberal birikim sürecinin yarattığı yıkımın maliyeti dışsallaştırılamayacak bir boyuta ulaştı. Ulusal birimlerin içinde yaşayan halkların yoksullaşması, liberal ezberlerin içine sıkışmış sol partilerin tıkanmışlığının izin verdiği siyasal ortam; “çaresizlerin çaresi” karizmatik – faşist liderler için alanı temizledi. Sermaye sınıfı sınırsız sermaye birikimini uzun vadede güvenceye almak için bir yandan piyasaya devlet müdahalesi gibi konuları tartışırken bir yandan da devletlerarası sistemdeki hegemonya krizi içinde devletlerarası savaş / iç savaş gibi sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz. Dünya, iki dünya savaşının ardından bir eşiğe daha geldi.

CUMHURİYETİN YÜZÜNCÜ YILINDA EŞİT YURTTAŞLIK VE DEMOKRASİ TALEBİ

Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılında Türkiye, dünyanın geldiği eşiğin üzerine oturan bir iç eşikte. Bu eşiğe taşınırken devlet içinde neredeyse görünmez iç savaşlara dönüşen birden fazla çatışmanın içinden geçti. Erdoğan hem “ETÖ” hem de “FETÖ” süreçlerinin yöneticisiydi. İktidarın anayasa/yasa dışına çıkma gücünü kendinde bulduğu yeni meşruiyet iddiası bu çatışmalar ekseninde örüldü. Devletin kurumsal varlığı yerine karizmatik lider ve onu onaylayan halk arasında ilişki kuruldu, dostlar/düşmanlar; vatanseverler/hainler ikilikleri bu ilişkiye temel alındı. Bu ikiliklerin bir tarafında olmakla diğer tarafına geçmek liderin iki dudağı arasına bırakıldı. 1971 darbesiyle temeli atılan, 12 Eylül darbesiyle konsolide edilen devletin egemen çekirdeği yeniden yapılandırıldı. 2015 Haziran seçimleri, bu egemen çekirdeğin çatırdadığı andı. İşte Perinçek’i, Bahçeli’yi, 12 Eylül rejiminin konsolide ettiği bu çekirdeği koruma güdüsü bir araya getirdi. Dünyadaki çatallanma ve eksen kavgasının izin verdiği kadar genişleyen hareket alanında yapılanların temelinde de bu var. Halkın örgütlü güçlerini kırmaya, sermayenin taleplerini karşılamaya açık; siyasal barış ile hak ve özgürlüklerin genişlemesine kapalı bir dikta rejimi. Omurgasız mı? Evet bu doğru. Ama bu düzeydeki doğru, anlamak ve politika geliştirmek için bir şey ifade etmiyor. Eğer Türkiye bir eşikteyse ve bu eşik gerçekten de demokrasi ve diktatörlük arasındaysa bu diktatörlüğün neyi korumaya çalıştığına ve sürdürdüğüne ilişkin daha açık olmak zorundayız. Türkiye’nin bulunduğu eşik 12 Eylül 1980 darbesinin çok daha güçlü biçimde yapılandırılmış yeni sınırındadır.

Cumhuriyetin 100. yılında, “cumhuriyet demokrasi ile taçlanacak mı?” sorusu, eğer retorik değil gerçek bir soruysa tüm yurttaşların eşitlik talepleriyle birlikte düşünülecek sınıfsal bir sorudur, kadim anlamıyla demokrasi sorunudur. 71-80 darbelerinin belirlediği egemen çekirdek kırılacak mı, öylece kalacak mı sorunudur.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.