YAZARLAR

Bakma, her tekme iz bırakır!

Hakkınızı değil, haksızlıklarınızı kollayan bir düzen, yarın evlatlarınızı da yaralar! Yani içinizden birilerinin tacizini, tecavüzünü, tekmesini, copunu, cinayetini, karanlıklarını koruyorsa… O “vicdansız ve orantısız güç” ile senin insan haklarını, evlatlarının gelecek umudunu da gasp ediyordur zaten.

Yusuf Kardeşim gençlerin “kariyer planlaması”nda kendi güzergâhını izlemesini de bilmem tavsiye eder mi?

Nihayetinde genç yaşta Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı (bunları kendisi olmadı tabii) katlarında çalıştıktan sonra, yurt dışında “Ticari Ataşe” olarak bir göreve gönderilirken…
Belki o gün orada olduğuna pişmandır ama yolu Soma’dan geçmişti.

Yusuf Kardeşimizi Soma’da 301 işçinin kaza denen maden katliamında toprağa, dumana, gaza, toza boğulup öldüğünün ertesinde, yerde yatan işçiye attığı tekmeden tanıyor olabilirsiniz.
Maalesef hepimiz öyle tanıyoruz.
Belki iyi bir eş, iyi bir baba…
Ama tekme öylece kalıverdi!

Kendisi nedense ancak dört yıl sonra “tweet” atarak özür dilemişti.
Gerçekten insan pişmanlık duyar, kahrolur, özür dileyebilir ve bunu da anlamak gerekebilir.
Ama dört yıl sonra?!

O arada kariyer devam etti. Yerinden, makamından, güzergâhından olmadı. Birileri ona belki “sus, unutulur” dedi. Belki çekindi. Belki çekinmedi bile. Tam bilmiyoruz elbette ruh halini de, iktidar ve gücün içindeki konforunu da.

İşte mesele o zaten:
Kendini gücün, kudretin, kuvvetin, makamın, iktidarın bir parçası, hatta kendisi saymak.
Boynunu eğerken efendine, tekmeni yerde yatana defalarca sallamak.
301 işçinin ölümüyle öfkeli bir madencinin “devlet Mercedes”ine değip vurmasının cezası olarak, “özel” polisin yere devirmesiyle bir anda takım elbiseli şiddetini kusmak.
Sanırım İmam Hatip’te bile öğretmişlerdir, “Düşene vurulmaz” diye.

Tabii sadece onu hatırlıyoruz ama orada üniformalı bir polis de vardı. O da ayrı felaketti. Yerde yatan birine vurdu, vurulmasını kolaylaştırdı, vurana müdahale etmeyi bile düşünmedi. Bundan ötürü amirleri ona hesap sormadı.

Sağ olsun iktidar sözcüsü Ömer Çelik, “Adana’da tarikat yürüyüşünde polis orantısız güç kullanmıştır” diyor, 2022’de, coplar, gazlar, tekmeler yerde yatanların yüzüne, kafasına, sırtına indikten sonra.
2022 Adana Polisi demez mi, “Soma’da yerde yatan işçiye tekme vurana bir şey olmadı, devletin zirvesinde göreve devam etti, o ayağının uğuruyla bir de Almanya’da ticari ataşe filan yapıldı” diye!

Esas sorun, güçsüze vurmayı güç gösterisi yapmaktı Yusuf Kardeş.
Çünkü sonrasında, güçsüz daha güçsüzleştirilirken, sizler korunup kollanarak gücün yanında hayata devam ettiniz.
İşten atılmadınız, istifa etmediniz, anında pişmanlık belirtmediniz ve durmak yok yola devam dediniz.
Dayak atan ayak rapor bile aldı!

Oysa işçi Erdal o tekmenin altından kalkıp devrildiği yerde doğrulamadı:
“Mercedes” ondan 631 TL ceza aldı. Bunu alanlar da utanmadı. Bitmedi. Devlet malı yerli ve milli Mercedes’e zarar vermekten hapis cezası aldı. Bunu verenler de sıkılmadı. Yetmedi. Kimse iş vermedi. İş vermeyenlerin yüzü bile kızarmadı!

İşte sorun burada:
Tekme korunurken, yerdekinin defalarca ezilmesi.

Özür dilerken 2018’de, yani Soma katliamı ve tekme tokattan dört yıl sonra, demişsin ki “Asıl sorumlu Soma Holding’i ihmal edip bir fotoğraf karesi üstünden beni günah keçisi ilan ettiler. İstemediğim bir karede olmak beni hala çok derinden üzmektedir.”

Son cümle için bir şey diyemem, eminim üzmüştür. Neden üzmesin? Yok artık o kadar da olmaz zaten!
Soma Holding meselesinde de haklısın, çünkü şirket yetkilileri de sonradan serbest kaldı.
Söylemediğin şu:
O maden şirketini denetlemekle, uyarmakla yükümlü olanların ihmali de ihmal edildi ama onlar zaten Mercedes yolcularıydı!
Hiç fotoğraf olmasaydı vicdanın ne diyecekti? Hadi biz bilmeyecektik ama sen ya da siz, bildiğiniz bir şeyi sırf biz görmedik diye aranızda, içinizde, ruhunuzda nasıl yaşayacaktınız, nasıl taşıyacaktınız ya da nasıl çöpe atacaktınız sonradan?

Vicdan odur.
Vicdan fotoğraf karesinde değil, varsa eğer, kalbinde ve aklındadır.
Fotoğraf karelerinin, evet, bazen kötülükleri ortaya çıkarmak ve ifade etmekte üstün hizmetleri vardır; mesela ABD’nin Vietnam katliamları gibi, toplama kampları gibi, bildiğin, gördüğün her kötülük gibi.

İstemeyeceğin şey fotoğraf karesi değil, o tekmeyi atmak olmalıydı ama özür dilerken dahi “kare kökü” almışsın kardeşim.
Demişsin ki bir de “O işçiyi, Erdal Kocabıyık’ı aradım, özür diledim, helallik istedim, hakkını helal etti.”

Gerçekten de “haberin bir tık ötesi”nden aciz bir gazetecilik türünün arşivlerine bakarsan, hikâye “hakkını helal etti” diye bitiyor.
Ancak “Peki Erdal Bey ne diyor?” gibi basit bir soruyu soran gazetecinin aldığı cevap şu:
“Bir kere aradı. Hakkımı helal etmedim, etmiyorum” oluyor.

Tabii tüm dramatik yanıyla da.
Anlıyoruz ki, bu ülkedeki acımasızlığın öteki yüzünde, “sana tekme atan sayesinde iş bulma umudu” dahi olabiliyor.
Gerçekten yargılamıyorum; on binlerce insanın durumu belki de böyle ve anlaşılmaz bir şey değil.
Utanması gereken de onlar değil, tekmeciler, tokatçılar, küfürcüler, haddini bilciler, utanmazlar işte!
Sadece yerde yatan işçiye değil, ayakta zor duran bacağı platinli gaziye tekme vuranlar.
Tersanelerinde filika denerken içine işçileri doldurup ölüme atanlar; cafcaflı plaza inşaatlarından onca işçiyi asansörle yere çakanlar, bir atölyede işçi kadınları kaytarmasınlar diye kilitleyip yangında kül olmalarını seyredenler, kiralık devlet çiftliğinde onca küçük kıza üç paraya süt sağdırmakla kalmayıp onları derenin sularında ölüme sürükleyenler.

Çünkü oy çoğunluğuyla gelip az sayıda kişiyi mutlu etmeye, korumaya, kollamaya evrilen ya da daha doğrusu devrilen iktidarlar ve organizasyonları, nihayetinde insanı insanlıktan çıkaracak tekmeleri de atarlar!
Sadece tekme yiyeni değil, vallahi atanı da!

Yıllarca “hak meselesi”nde bu yazılardan destek isteyen özellikle asker ve polislere söylediğimi Yusuf Kardeşime de söyleyeyim; belki evlatlarının ufkuna bunu da katar:
Hakkınızı değil, haksızlıklarınızı kollayan bir düzen, yarın evlatlarınızı da yaralar!
Ya da yer değiştirip ifade edeyim:
Haksızlıklarınızı koruyan kollayan bir düzen, haksızlıkları kollamakta ihtisaslaşıp betonlaştığı için, sizin hakkınızı da ezip geçer!

Yani içinizden birilerinin tacizini, tecavüzünü, tekmesini, copunu, cinayetini, karanlıklarını koruyorsa… O “vicdansız ve orantısız güç” ile senin insan haklarını, evlatlarının gelecek umudunu da gasp ediyordur zaten.
Üstüne alınmayabilirsin Yusuf Bey… Zaten dayağının ayağına anlatıyorum.
Devlet hizmeti başka, hizmetkârlık başka şey!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.