YAZARLAR

Bakmazsan, görmezsin… İşitmezsen, duymazsın!

Muhalefet, hiddet saçılanların sesi olsa da, zaten iyi bildikleri hiddeti sadece onlara anlatma işi değil… O hiddeti bizzat iktidar seçmenlerinin en güçsüz katlarına, çocuklarına, gençlerine, genç kızlarına, evlatları için en endişeli kesimine de anlatabilme becerisi. Beceri dediğim, zaten içinden gelen, zihninde büyüyen, kalbinle konuşan bir şey olursa, ikna edici!

Bir iktidarın en derin vicdan körlüğü, milyonlarca insanın hakikatini artık görememek olmalı.
Bu hakikatin içinde yasaklar, acılar, yoksulluk, yoksullaşma, yoksunlaşma, gelecek endişesi, genel veya gündelik hayatının çeşitli anlarında hakarete ve aşağılamaya maruz kalmak, adaletsizliğin, hakkaniyetsizliğin uçurumlarına atılmış olmak, itilmişlik var var var.

Lakin en yaralayıcı olan herhalde çocuklar ve gençlere dair olanlar:
Çocuklarına bir gelecek hazırlamakta “başarısızlığa” mahkûm edilmiş gibi hisseden binlerce ailenin endişesi…
Gençlerin tam da bir gelecek tasavvur etme sınırında, eğitimle bile maruz kaldıkları “başarısızlık, geleceksizlik” bitkinliği.

Bakan’ın (dünkü yazıda da geçen ve sonra düzeltmek için çırpındığı) “dar gelirli hariç, şunlar şunlar bu sistemde kâr ediyor” sözü, bu hakikatin “sistemli” dil sürçmesi.
Dar gelirlinin bir “kâr”ı zaten olmaz da, kendisini geçip evlatları için bir “umut”u olabilir ancak…
O da “sistemli” biçimde çalınmışsa, siz istediğiniz kadar “enflasyona enflasyon demeyin.”

“Umut” elbette sadece geçim, gelir, para işi değil…
Her toplumun en zor anlarında, onları ayağı kaldıran, ayakta tutan, hayati fedakârlıklarla, bazen omuz omuza “umut” büyüten ve ona koşan silkinişleri olmuştur.
Çırpınış değil, silkiniş!
Bunun için de, kendisine seslenenlerin imtiyazsız, ayrımcılık yapmayan, dışlamayan, kibirden ve nefret dilinden uzak, gerçekleri görüp ifade edebilen, kendi kusurlarını da görebilen bir “nitelik” taşıması beklenir.

Bir yandan “hattı değil, sathı müdafaa” diye ekonomik fedakârlık ve anlayış çağrısı yapıp bir yandan da toplumun geniş kesimlerini aşağılayan, çığlıklarını görmeyen, hayatının renklerini yasaklayıp kazımaya uğraşan bir “üslup” mevcutsa, “sathî” kalıveriyor “birlik-beraberlik” demeler.

İnsanlara tepeden bakanlar, onları azarlanacak kişiler ve topluluklar olarak görür.
Kibir sadece gurur filan değil, nefretin de mamasıdır çünkü.
Kendini hatasız gördüğün her an, ya çevrende el pençe duranlar yanlıştır ya da el pençe durmasını istediğin, fakat öyle durmayanlar haindir.
2002-2022, nihayetinde bu ülkeye de, bu süreçte yönetime katılmış, oradan atılmış ve halen kalmış olanlara da büyük dersler verdi.
İlk iki, zamanında belki biat ve itaat ile yapıştığı “katılık”tan bağımsızlaşıp özgürleşince buharlaştı, hafifledi de, en fazlası Davutoğlu, Babacan olabiliyor ancak!
Çünkü onlar güncel eleştiri yapıyor ama kendi dönemlerine dair bir özeleştirileri bile yok.
“İtirafçı” olmaları gerekmiyor elbette, lakin gördüklerini, bildiklerini, katıldıklarını, kendi yanlışlarını da tam anlatamıyorlar.

Oysa ülkenin de hakikate ihtiyacı var…
İktidarın kendisinin ve destekleyenlerinin de yüzleşmeye ihtiyacı var.

Sürekli olarak toplumun “öteki” kesimlerine, şiirine şarkısına, sözüne özüne, eleştirisine tepkisine, hayatına cinsiyetine, aklına fikrine hiddet gösteren bir iktidar dili ve onun uzantısı güdümlü hukuk, onu destekleyenlerin çoğunun da umut kaynağı olamaz.

Çünkü orada çocuklara, gençlere bir “gelecek umudu” gülümseyemez bir türlü.
Hiddet, gülümsemeyi yok eden bir şiddet türüdür çünkü.
İster devlet katından olsun, ister ailede babadan, iş yerinde “parayı verip düdüğü çalan”dan!

Muhaliflik de işte tam da o kitleye de hakiki umut verebilme sanatı olmalı belki de.
Çocuklara, gençlere ve gerçekten onların özgür, umutlu bir geleceği için muhakemesi mümkün “iktidar oy havuzu”na da.
Kendi kendinize aynı şeyleri anlatan muhaliflik mefhumu, sadece “mefhum-u muhaliflik”le yetinemez.
En uzakta görünene de ulaşma, anlatma, izah çabasıdır kitlesel muhalefet ufku.

Türkiye’de “7’li ittifak” veya CHP’nin bir kısmı, daha doğrusu bir kısım seçmeni dışında, yüzde 60’lık muhalefet yelpazesinde “sol” iddiası olan kimse yok ama…
Dünyada “sağ popülist seçim zaferleri” dışında, zaman zaman parlayan, patlayan ve iktidara uzanan “sol umutlar”ın hepsi, “karşıdaki kitle”ye de uzanmayı başaranlardır.

Çünkü bu tür iktidarlar sadece Ali Cengiz’in değil, sadece imtiyazlıların değil, sadece “kârlılar”ın değil; inancıyla her tür umudunu hala bu umutsuzluk, hiddet, kırgınlık atmosferinde de sadakatle kendilerine yapıştıranların da iktidarı.
AKP’nin, eriyen kitlesel desteğine rağmen var olmaya devam eden gücü de bu.

Ve bunu, kapsayıcı olmak yerine; kendisiyle kalanları betonlaştırmak için ötekilere hiddet ve yasak saçarak ayakta tutabileceğinden emin görünüyor.
Ya da artık başka yol kalmadı, başka dil bulunamıyor.

Muhalif-eleştirel çizgilerin ve sözlerin ustası Latif Demirci’nin ölümünde Cumhurbaşkanlığı’ndan Altun’un mesajı ile misal Ekrem İmamoğlu’nunki alt altaydı.
Bu başka bir dil başka bir üslup olabilirdi mesela, ama “çürük ve sürtük” ile had bildirme ağır basıyor işte!

Muhalefet, hiddet saçılanların sesi olsa da, zaten iyi bildikleri hiddeti sadece onlara anlatma işi değil…
O hiddeti bizzat iktidar seçmenlerinin en güçsüz katlarına, çocuklarına, gençlerine, genç kızlarına, evlatları için en endişeli kesimine de anlatabilme becerisi.
Beceri dediğim, zaten içinden gelen, zihninde büyüyen, kalbinle konuşan bir şey olursa, ikna edici!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.