YAZARLAR

Bambaşka bir hayatta aşk...

"Başka Bir Hayatta", bir aşk filminin çok ötesine geçen, bütün ekip açısından büyük bir yetenek ve taze bir bakış sergileyen, eşine az rastlanır samimilikte ve etkileyicilikte bir yapım! Bizce senenin en iyi yapımlarından biri olmaya aday olan bu filmi kesinlikle kaçırmayın deriz!

Dünya sinemasında 'aşk hikayesi' anlatan filmlerin bazı kalıplara 'sıkıştırılması', bazı katı kurallarla şekillendirilmesi ve belli bir formata uydurulması bizce uzunca bir zamandır karşılaşmaya alıştığımız bir durum. Daha çok melodram veya romantik komedi olarak sunulan bu yapımlar, zaman zaman akılda kalacak örnekler verse de hikaye bazında ve olay örgüsünde ciddi farklılıklar göstermediler. Bu türde öne çıkan örnekler, ya başrollerdeki oyuncuların olağanüstü performanslarıyla ya da aşk filmlerindeki gereksiz öğeleri ayırmış, yaşanan olayları ince bir mizah 'süzgecinden' geçirmiş, kısaca bu türü tamamen 'sindirmiş' büyük yönetmenlerin imzasıyla benzerleri arasından sıyrıldılar.

Bu arada bir yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için belirtelim: 'Hikaye bazında farklılık göstermeyen filmler' derken öncelikle Hollywood yapımlarını kast ediyoruz. Avrupa sinemasına baktığımızda başarılı örnekler listesi kuşkusuz genişleyebilir ancak bilindiği gibi bu filmlere (en azından sinema salonlarında) ulaşmamız ne yazık ki güç!

Hollywood yapımlarındaki aşk hikayeleri genelde şu etaplardan geçiyor: Karakterleri oldukça farklı iki kişi, çoğu zaman rastlantısal olarak karşılaşıyor. Önce aralarında bir yakınlık ardından aşk doğuyor. Değişik nedenlerden dolayı bu ilişki sekteye uğruyor ve bir kriz dönemi yaşanıyor. Sonuçta iki taraf da bazı fedakarlıklarda bulunarak tekrar ilişkilerini rayına oturtuyorlar.

Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan "Başka Bir Hayatta" ise bir aşk ilişkisine çok farklı bir pencereden bakıyor: İlk olarak yukarıda değindiğimiz (değişmez) duygusal etaplar son derece incelikle ve nüanslar katılarak verilmiş. Ayrıca genelde eğlenceli durumlar, beklenmedik olaylar ve sıra dışı karakterlerle 'renklendirilen' bu süreçler, bu filmde yerini çok daha gerçekçi, sakin ve bir o kadar da dokunaklı bir atmosfere bırakıyor. "Başka Bir Hayatta", hiçbir kolaycılığa kaçmayan ve duygu sömürüsüne sığınmayan, duygusal olarak adeta içimizi titreten ama bunu yaparken de birçok varoluşsal sorgulamaya 'kapıyı aralayan' bir imkansız aşk hikayesi anlatan, adeta bir 'aşk şiiri' tadında bir film!

Konudan bahsedecek olursak: Güney Kore’nin Seul kentinde aynı okula giden Na-Yong ve Hai Sung, 12 yaşında, çok yakın arkadaş olan iki çocuktur. Aralarındaki bu özel bağ Yong’un ailesinin Kanada’ya taşınmasıyla bozulur. Tam 12 sene birbirinden haber alamayan bu iki arkadaş, sanal ortamda bir şekilde tekrar bağlantı kurarlar ama Yong artık New York’a taşınmış (ve Nora ismini almış) Sung ise Seul’da kalarak hayatına ayrı bir yön çizmiştir.

ARADAN GEÇEN ONCA ZAMAN!

"Başka Bir Hayatta" filminin ilk iyi fikirlerinden biri, olaylarını yaydığı zaman dilimi oluyor: Birçok aşk filmi hikayesini birkaç hafta, ay veya yılla sınırlandırırken "Başka Bir Hayatta", başkarakterlerinin buluşma anlarına 12 senelik aralıklar koyarak onları sırasıyla 12, ardından 24 ve son olarak 36 yaşlarında gösteriyor. Ancak ilginçtir ki bir bireyin karakterini oluşturacak bu kritik yaşlar ana iki karakterin ilişkilerini çok etkilemiyor. Daha doğrusu arkadaşlıktan da öte bir 'çocukluk aşkıyla' birbirine bağlı bu iki kişi buluştuklarında yaşlarına uygun davranışlarda bulunsalar da içlerindeki 'alev' asla sönmüyor.

Ancak bahsettiğimiz bu 'alev', her iki tarafı da yıpratan, (Murakami uyarlamalarında olduğu gibi) obsesyon haline dönüşen bir tutku veya üstü tamamen 'küllenmiş' ve bir anlık heyecanla ayağa kalkan bir sevda değil! Daha çok yıllardır usulca akan, cinsel arzuların da ötesine geçen, bir anlamda 'masumiyetinden' bir şey kaybetmeyen, yıkıcı değil yapıcı bir aşk!

Tabii ki bu aşk uzun aralar (daha doğrusu ‘dinlenme süreleri’ mi desek?) veren hatta bir defa elde olmayan bir taşınmayla bir defa ise Nora’nın kendine zaman ayırmak istemesiyle aksıyor ama asla tamamen bitmiyor. Bu ikinci aksama noktasına ayrı bir parantez açmamız gerekir çünkü bizce bu nokta, hem birazdan bahsedeceğimiz filmdeki gerçekçi ve ince diyalogların zirvelerinden bir tanesi hem de yönetmenin günümüzde ilişkilere tamamen hakim olan 'sanal iletişime' farklı bir pencere açan bir sinyal!

Nora, New York’ta yaşarken ve daha önce hayal ettiği yazarlık kariyerine başlamışken, Sung ona Nora’nın babasının sitesi (kendisi bir yönetmen) vasıtasıyla ulaşıyor ve 12 sene sonra iletişime geçiyor. Skype vasıtasıyla gerçekleşen bu buluşma, iki tarafı da gerçekten duygulandırıyor ve bu iletişim adeta 'tensel' boyuta geçiyor. Yani normalde bütün Skype bağlantıları sadece görsel ve işitsel bir iletişim sağlarken, Nora ve Sung arasında bağlantılar giderek artıyor ve Nora’yı evinin neredeyse her yerinde , bazen uzanırken, bazen otururken yani kısaca masa başında mekanik bir şekilde konuşma durumundan çok daha ötesinde görüyoruz. Aralarında başlayan bu sanal iletişim adeta gerçek bir ilişkiye dönüşüyor. Nora’nın belki de biraz bencilce bu iletişime ara vermek istemesinin nedeni Sung’dan sıkılması veya bıkması değil, aksine aşılması çok zor bir mesafede gerçek bir ilişkiye başlamış olması ve bunun bütün düzenini bozma riskini taşıması. Başka bir deyişle bu ufak 'ihanet', ayrı olmaktan değil 'kopamamaktan' kaynaklanıyor!

YÖNETMENİN ‘ALTER EGO’SU’!

Yönetmen Celine Song filminin başkahramanlarından Nora karakterini kurarken doğal olarak kendi kariyerinden ve hayatından izler sunuyor. Song gibi oyun yazarı olan Nora karakteri, inanılmaz samimilikte, hiçbir gereksiz romantizme başvurmadan doğrudan 'kalbimize dokunan' bir şekilde konuşuyor. Örneğin Sung ile aralarında geçen: "Eskiden çok ağlıyordun! Şimdi ise değil. Niye?" sorusuna gelen "Göç ettiğimizde çok ağladım! Şimdi ise kimsenin umurunda olmadığı için bıraktım!" cevabı bunlardan sadece biri… Birçok konuşmalarında zaman zaman bir pişmanlık, bir 'acaba' duygusu hissediliyor ama bu asla ucuz bir melodram düzeyine inmiyor.

Filmi izlerken (tamamen kişisel bir izlenim) ara sıra aklımıza yönetmen Richard Linklater’ın "Before Sunrise" ile başlattığı üçlemesi de geliyor. Gerçi o filmde iki baş karakterin ilk filmde bir geçmişi yoktu bu, sonrasında oluşuyordu. Senaryo bir çocukluk aşkı değil, rastlantısal bir karşılaşma üzerine şekilleniyordu. Ancak bu üçlemenin nasıl devam ettiğini hatırlarsak ("Before Sunset", "Before Midnight") araya giren uzun aralarla süren bu aşk ilişkisi "Başka Bir Hayatta" filmiyle benzerlikler barındırıyor.

Başrollerdeki Greta Lee ve Teo Yoo deyim yerindeyse rollerinde harikalar yaratıyorlar. Karakterlerindeki bütün değişimleri, katmanlarını ve duygularını neredeyse filmin her karesine aksettiriyorlar. Bütün bunları inanılmaz bir gerçeklik ‘çatısı’ altında sunmak bizce büyük bir başarı!

Sonuçta "Başka Bir Hayatta", bir aşk filminin çok ötesine geçen, bütün ekip açısından büyük bir yetenek ve taze bir bakış sergileyen, eşine az rastlanır samimilikte ve etkileyicilikte bir yapım! Bizce senenin en iyi yapımlarından biri olmaya aday olan bu filmi kesinlikle kaçırmayın deriz!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .