Bana neden konuşuyorsun diye soruyorlar ama doğru soru bu değil!
Brezilyalı Richarlison, Dünya Kupası’nda tarihe geçecek bir gol attı. Ama kendisini unutulmazların yanına yazdıracak bir başka özelliği daha var Richarlison’un: Hikâyesi… Bu, tek başına bir yoksulluk hikâyesi değil, diğerlerini yoksulluktan kurtarma hikâyesi. Sesi olmayanlara ses verme hikâyesi… Çünkü Richarlison, belki bugün mucize gibi geliyor ama kendi sesi olan ve bunu kullanan bir futbolcu!
Hollandalı gazeteci arkadaşlarımla talk show’lar üzerine konuşuyorduk. Artık sivri sorular soran pek gazeteci kalmadığını anlatıyorlardı.
"Peki sivri cevaplar veren çok kişi var mı" diye sordum.
Düşündüler; birkaç isim ortaya attılar ama pek de tatmin olmadılar. 'cins' cevaplar da 'cins' insanlar da azalmış görünüyordu.
*
Maç günüydü. Hollanda’nın milli futbol takımı Dünya Kupası’nda o gün Ekvador’la oynayacaktı. Masada o maç hakkında da konuşmuştuk.
Takımdaki futbolcuları hatırlattım. “Onların arasında böyle 'cins' kimse var mı” diye sordum. Cevabını kendim de bildiğim retorik bir soruydu bu defaki. Yoktu. Biliyorum, hepsi derli toplu, efendi çocuklar. Bu elbette yanlış bir şey değil.
Ama ya tavır? Ya hikâye? Ya persona?
Hollanda milli takımı bu açıdan önemli bir örnek. Çünkü her şeyden evvel dünyanın en doğrudan insanları muhtemelen Hollanda’da yaşıyor. Düşündüklerini hiç çekinmeden söyleyen, bunu bazen kabalık derecesinde yapan bir toplum. Futbolcular da neticede bu toplumun parçası.
Ayrıca bu ülkenin futbol kültürü, bir açıdan 'cins' isim kaynağı. En bilinen örnek Johan Cruyff. Hollandalı futbolcu, dünyanın sadece gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından biri değildi aynı zamanda dünyanın en 'cins' futbolcularından hatta insanlarından biriydi. Futbol ve hayat üzerine çok düşünür ve düşüncelerini vurucu ifadelerle yansıtırdı. O kadar kendine özgü bir dil kullanımı vardı ki, tarzı bugün bile “Cruyffyenlik” olarak anılıyor.
Bugün artık birer atasözüymüş gibi gelen şu cümleler onundur (Eh, Cruyff da bütün futbolseverlerin atası sayılır zaten):
Her dezavantajın bir avantajı, her avantajın bir dezavantajı vardır.
Futbol çok basit bir oyundur; zor olan onu basit oynamaktır.
Futbol hatalar oyunudur; en az hata yapan kazanır.
Bir çuval paranın gol attığını ben hiç görmedim.
Bir futbolcunun çok hızlı koştuğunu görürseniz, çıkış yapmakta geç kalmış demektir.
Hızlı oynamak istiyorsanız tabii ki daha hızlı koşabilirsiniz ama neticede oyunun hızını top belirler.
Ve her kulağa küpe olması gereken şu söz:
Bir yerlerde değilseniz ya erken gelmişsinizdir ya geç kalmışsınızdır.
*
Cruyff bir 'cins'lik geleneğidir. Hikâyeciliktir. Üstelik çıtayı çok yükseğe koymuş olsa da Hollanda’da yalnız değildir.
Bir başka büyük futbolcuya, Ruud Gullit’e gelelim.
1988’de Avrupa Şampiyonası’nı kazanan efsane kadronun en önemli parçalarından olan Gullit, milli takımla beraber Avrupa’nın zirvesine yerleşmeden bir sene evvel, o zirveye bir de tek başına, “Ballon D’Or” yani “Avrupa’nın en iyi futbolcusu ödülü” alarak çıkmıştı.
Ve ne yapmıştı?
Aldığı ödülü o sırada hapis yatan Güney Afrikalı lider Nelson Mandela’ya adamıştı. Mandela, hapisten çıktıktan sonra onu gördüğünde şöyle diyecekti:
“Ruud, bugün artık çok arkadaşım var ama içerideyken az sayıdaki arkadaşımdan biri de sendin.”
*
Her futbolcudan böyle hareketler bekleyemeyiz. Ama her dönem en azından bir iki ilginç hikâye, bir iki esaslı tavır bekleriz. Her kadrodan hiç değilse bir 'cins' isim bekleriz.
Çünkü futbol sadece taktikle, istatistikle var olduğunda çok sıkıcı. Dışlayıcı. Herkes kendini hikâyelerde arar ve futbolla ilişkisi sınırlı dahi olsa, insan kendini o hikâyelerde bulur.
Diego Armando Maradona’nın tüm futbol dünyasının üzerine hâlâ kanatlarını germiş olması sadece o muazzam futbolculuğundan mıdır?
Yoksa personasının, hikâyelerinin bunda katkısı var mıdır?
Bence ikincisi olmasaydı Maradona’nın hikâyesi eksik kalırdı.
*
Bir de tavırlarıyla, duruşlarıyla ve elbette yetenekleriyle hikâyelerini her geçen gün büyüten futbolcular var.
Brezilya’nın ‘Güvercin’ lakaplı futbolcusu Richarlison, tam adıyla Richarlison de Andrade bunlardan biri.
2022 Dünya Kupası’nda Sırbistan’a uçarak attığı enfes gol unutulmazlar arasında şimdiden yerini aldı. Ama onu başka türlü unutulmaz yapan bir yönü daha var. Duruşu. Tavrı. Sözleri.
Mesela, Dünya Kupası yolunda 2020’de Uruguay’ı 2-0 yendiklerinde maçta bir gol kaydeden Richarlison mikrofonların karşısına geçmiş ve Brezilya’nın yoksul bir yöresi hakkında şunları söylemişti:
“Maalesef Amapa’da yaşayan insanlar bugün attığım golü göremeyecek; çünkü iki haftadır elektrikleri yok. Ben golümü ve zaferi onlara adıyorum.”
Brezilyalı futbolcunun çıkıp konuştuğu tek olay bu değil. Irkçılık hakkında konuştu; LGBT haklarına destek atmak için konuştu; yoksulluk hakkında konuştu; polis şiddeti hakkında konuştu; kadınlara yönelik şiddet hakkında konuştu.
“Bunlar benim vazifem değil” demedi; her defasında çıktı konuştu.
Brezilyalı “adam” futbolcuların çoğu, “adam” Jair Bolsonaro’nun seçim kampanyasını canı gönülden desteklerken Richarlison, son seçimi kaybeden siyasetçinin ülkeyi kutuplaştıran ve birçok yerde yıkıma neden olan politikalarına açıktan karşı çıktı.
Covid’e karşı neredeyse sıfır önlem yüzünden kavrulan Brezilya’da fakir Amazon şehri Manaus’a oksijen tüpü gönderen oydu.
Pantanal bölgesindeki çevre felaketine dikkat çekmek için bir jaguar evlat edinen de oydu.
Amazonlar’da kaybolan Britanyalı gazeteci Dom Philips ve yerel uzman Bruna Pereira’nın bulunması için çağrı yapan kişilerden biri de oydu.
Bunlar, söylediği ve yaptığı onca şeyin sadece birkaçı…
*
Sırbistan’a attığı golden sonra, Brezilya’da çalışmış akademisyen Karabekir Akkoyunlu, onun tam da bu konulardaki önemli bir röportajını bir dizi tweet’le Türkçe’ye aktardı. Ben de Akkoyunlu’nun bu önemli çevirisini buraya alıyorum:
“Bana neden konuşuyorsun diye soruyorlar. Ama belki kimin için konuşuyorsun sorusu daha doğru. Geldiğim yerdeki insanların ne sesi var ne zamanı. Çok azı daha iyi bir hayat için neyin önemli veya eksik olduğunun farkında. Brezilya'da böyledir, yalnız seçim zamanı dikkat çekersin.
Hiçbir siyasi partiye üye değilim. Ama koskoca bir eyaletin 22 gün boyunca elektriksiz kalmasının yanlış olduğunu, ya da sofrada yemek, sağlık, eğitim ve barınmanın temel hak olduğunu bilmek için bir partiye ihtiyacım yok.
Hayatımda hiç laboratuvarda bulunmadım. Ama bilimin tek kurtuluş yolu olduğunu herkese söyleyebilirim. Bunu bir futbolcu olarak günlük hayatımda görüyorum. Sevdiğim işi yapabilmem için vücudumun bilime ve tıbba ihtiyacı var.
Henüz eğitimimi tamamlamadım. Ama Brezilya'da her gün birçok kişinin ırkçılık mağduru olduğunu, zorbalığa uğradığını, öldürüldüğünü görmek için diplomaya gerek yok. Bir makalede okumuştum, yoksul nüfusun yüzde 75'i siyah, her yıl öldürülenlerin yüzde 76'sı da siyah. Tesadüf olabilir mi?
Bana fırsat verip istatistik olmaktan kurtardığı için Tanrıya her gün şükrediyorum. Futbol beni kurtardı! İşte bu yüzden konuşuyorum, bir duruş sergiliyorum ve öfkemi paylaşıyorum: Benim kadar şanslı olmayan tüm Brezilyalılar için asgari haysiyet ve eşitlik talep ediyorum."
*
Büyük yoksulluktan geliyor Richarlison. Ama onu özel kılan hikâye, yoksulluğu değil.
Onun hikâyesi diğerlerini de yoksulluktan kurtarma çabası.
Uzun zamandır böyle konuşan bir futbolcu görmüş müydünüz? Kendi gibi 'cins' ve vicdanlı futbolcu Brezilyalı Socrates’in bayrağını devralmış gibi, mütevazı ve açık fikirli bir başka 'cins' isim...
Futbol âşığı Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, ‘Gölgede ve Güneşte Futbol’da şöyle yazmıştı:
“Elimde şapkam, dünyanın dört bir yanını geziyor ve stadyumlarda yalvarıyorum: ‘Tanrı rızası için güzel bir maç lütfen.’
Güzel bir oyun gördüğüm zaman bunu sağlayanın hangi takım ya da hangi ülke olduğuna bakmaksızın bu mucize için şükranlarımı sunuyorum.”
Galeano sadece bir futbol âşığı değil aynı zamanda bir hikâye avcısıydı. İyi hikâye için de yalvarırdı. 'cins' hikâyeleri, 'cins' isimleri illa ki kendi kayıtlarına geçerdi.
Yaşasaydı muhakkak Richarlison’u da yazardı.
Çünkü Richarlison sadece iyi bir hikâye sunmuyor bize. Bugün olmayan bir hikâye sunuyor.
Konuşuyor…
Neredeyse bir tür mucize: Hikâyesini başkaları için kullanıyor!
*
Cruyff’un da dediği gibi:
“Bir yerlerde değilseniz ya erken gelmişsinizdir ya geç kalmışsınızdır.”
Richarlison, gelmesi gerektiği yere tam zamanında geldi.
Tarihe de öyle geçecek.
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI