'Bana o bakışı atma Maverick!'
Tom Cruise bize bir şeyi kanıtlamaya çalışıyor: Kariyeri boyunca sık sık 'megaloman' yanını ortaya çıkaran yıldız oyuncu, bu filmle ilk "Top Gun"ın yarattığı nostaljik duygudan ziyade giderek daha ender gördüğümüz 'kişilikli' blockbuster’ları yaratmadaki kararlılık ve adanmışlığa dikkat çekmek!
Başta ilk filmin hayranları olmak üzere, birçok 'aksiyon' filmi meraklısı sinemaseverin uzunca bir zamandır hayal ettiği ve Covid-19 salgını yüzünden sürekli ötelenen, ertelenen "Top Gun" filminin devamı niteliğindeki "Top Gun 2: Maverick", dünya çapında görkemli 'galalar' gerçekleştirdikten sonra bu hafta sinema salonlarımıza konuk oluyor.
Her ne kadar Hollywood sinemasında, özellikle 'gişe' açısından başarılı olan bir filmin hemen 'devamını' yaratmak yapımcıların adeta 'iştahını kabartsa da', başta bu durum "Top Gun" için uzak bir ihtimal gibi duruyordu. İlk film çekildiğinde koşullar, birçok açıdan seyircileri sinema salonlarına 'akın ettirmek' için çok daha elverişliydi ve filmin 'göz boyayan' Amerikan hava kuvvetleri 'güzellemesi', senaryosundaki basitliği rahatça örtüyordu.
Hatırlanacağı üzere 1986 yılında çekilen ilk "Top Gun" filmi, o zamanlar kariyeri yükselişte olan ama tabii ki şimdiki 'star' statüsüne ulaşmamış Tom Cruise’un en iddialı filmi oldu ve hem ona inanılmaz bir ün hem de yapımcılara çok ciddi bir 'gişe' başarısı getirdi. Ancak ardından Cruise birkaç 'piyasa' filmiyle oyalandıktan sonra daha önemli yapımlara geçti. Ayrıca hikâyenin bağlandığı 'son', bir devamı 'gereksiz' gösteriyordu. Üstelik yıllar geçtikçe Amerikan Hava Kuvvetleri'nin ve dolayısıyla Amerika’nın dünyadaki yeri ve temsil ettiği değerler de değişti ve bir ülkeyi bu kadar 'savunan' bir yapımın uzun bir zaman dilimine karşı dayanması da güçleşiyordu.
YAŞLANAN 'DEVAMLAR'
Bilindiği üzere başarı kazanmış bir filmin 'devamını' sunmak için en elverişli ve risksiz dönem sonraki birkaç senedir: İlk filmin etkisi hala seyircilerin hafızasında 'tazedir' ve kendisine bir hayran kitlesi bile oluşturmuş olabilir. Ancak bu süre, ikinci bölümden tam 16 sene sonra gelen "Baba 3" filminde veya neredeyse 10’ar sene arayla çekilen "Before Sunset/Before Sunrise/Before Midnight" üçlemesinde olduğu gibi bir zaman dilimini kaplarsa oyuncular da ve yarattığı karakterler de senaryo gibi yaş alabilir, güncelliğini ve cazibesini yitirebilir. (Bu arada biz bu filmlerin çok başarılı olduğunu düşünüyoruz!)
"Top Gun 2" ise bu verdiğimiz örneklerden daha da 'tehlikeli sularda' geziniyor: Filmin geçtiği dönemin günümüzdeki siyasi ortamla sıkı sıkıya bağlı oluşu ve türü açısından diğer filmlere göre aynı şeyleri 'tekrar etmeye' daha açık olması beklentilerimizi tehdit ediyor. Ama film, deyim yerindeyse 'sağ gösterip sol vuruyor'! Artık sadece bir filmde rol almadığının, bu filmin 'Onun filmi' olduğunun farkında olan oyuncu ve yapımcı Tom Cruise, bütün 'aurası'nı' kullanıp bu yeni "Top Gun"ı daha 'düşünsel' ve etkiyici bir hale dönüştürmeyi başarıyor. Her ne kadar 'saplanmış' olduğu bazı değerlerden vazgeçmese de…
Konuya değinecek olursak: Zamanında çok başarılı bir pilot olan Pete 'Maverick' Mitchell, ordudan tamamen 'çekilmemiş' olsa da daha çok hükümetin desteklediği yeni uçak projelerinde çalışan, görkemli askeri pilot kariyerini kapatmış bir adamdır. Bir gün ordu, onu çok tehlikeli bir görev için yetiştirilen genç pilotları eğitmesi için çağırır. Bu genç pilotlardan birisinin, kendisini ölümünden sorumlu hissettiği yakın arkadaşı Nick Bradshaw’ın oğlu Bradley olması bu süreci daha da sorunlu hale getirir.
BÜYÜMEMİŞ BİR ÇOCUK OLMAK
Bir garaj, tamirde olan bir uçak, bir motosiklet, üzerinde askeri armalar olan bir deri ceket… Ve tabii filmle özdeşleşmiş çok özel bir şarkı (‘Take My Breath Away’). Bütün bu öğeler seksenlerdeki "Top Gun" filminin ayrılmaz parçaları gibiydi. Adeta 80’li senelerdeki bir müzeden çıkmış gibi bu nesnelerin tekrardan arz-ı endam etmesi hoş bir nostaljik hava estiriyor. Ancak bir yandan filmin sınırlarını ve neyin üzerine yoğunlaşacağını da en baştan belli ediyor: Artık aramızdan ayrılmış olan yönetmen Tony Scott, ilk filmde biraz 'klipvari' koksa da yine de belli bir beceri gerektiren heyecanlı sekansları sıralayarak tabii ki sürükleyici ve tempolu ama aynı zamanda da 'toksik' sayılabilecek bir 'erkekliği' ön plana çıkaran bir yönetmenlik göstermişti. Yapımcılar Don Simpson ve Jerry Bruckheimer ise 'zaferlerden zaferlere koşmuş', çok 'maço' bir Amerikan bakış açısı sunuyorlardı.
Bu, rahatsız edici derecede taraflı bakış açısı taşıyan dönemin artık geçmişte kaldığının farkında olan Tom Cruise, bu durumla iki şekilde oynuyor: Bir yandan 'büyümeyi' ve askeri hiyerarşide yükselmeyi reddeden ama bu ısrarlı tutum yüzünden değişmek zorunda kalan bir kahramanı çiziyor. Diğer yandan da kendisinin zamanı geçmiş bir tür 'dinozor' olduğunun da farkına vardığını gösteriyor. 'Savaş alanında' aktif kalmak için kariyeri boyunca yaptığı yükselme fedakarlığı, (kendisi bir amiral olabilecek geçmişe rağmen halen bir albay) artık canlı pilotların yerini alan 'dronlarla' ve canlı uçuş denemelerini biraz 'rafa' kaldıran 'yeşil ekran' önündeki simülasyonlarla daha da gereksiz duruyor.
Tom Cruise, her filminde karşısındakini etkilemek için kullandığı güzel gülüşünü ve karizmatik bakışını bu sefer karakterini daha 'savunmasız', bir anlamda 'çıplak' sunmak için kullanıyor. Gülüşü eskiden olduğu kadar insanları etkilemiyor, eski tanıdıkları ise 'bana o bakışı atma!' diyor. Zaten arkadaşı Goose’un ölümden dolayı ciddi bir suçluluk duyan Maverick kadınlarla sürdüremediği ilişkilerin de pişmanlığını yaşıyor. (Bu arada yapımcıların bu sefer Cruise’un karşına onun yarı yaşında olan bir genç kadın değil, belli bir yaşta olan ama hala cazibesini koruyan Jennifer Connelly’yi koymasının yerinde bir karar olduğunu ekleyelim!)
CHRISTOPHER MCQUARRIE’IN KATKISI
Oynadığı kahramanı mümkün olduğunca özgün ve 'yenilenmiş' sunmaya çalışan Cruise, en büyük desteği senarist-yönetmen Christopher McQuarrie’den alıyor. McQuarrie, hatırlanacağı üzere sinemaya asıl girişini, 'En İyi Senaryo Oscar'ını aldığı "Usual Suspects" filmiyle yapmıştı. Sonrasında yine senarist ve yönetmen olarak kariyerine devam etti ve Tom Cruise ile daha önce "Mission Impossible 5 ve 6" filmlerinde çalıştı. McQuarrie’nin bu katkısı Cruise’u beklenenden daha melankolik ve 'tatmin olmamış' bir hale dönüştürme yolunda oluyor. Çünkü yıldız oyuncu ne kadar fiziki ve sinematografik açıdan üst düzey bir performans çıkarırsa çıkarsın sanki o da 'ışıltılı günlerin' geri gelmeyeceğinin farkında!
Dolayısıyla film, aynı zamanda bir 'kendinden kaçış', daha doğrusu 'kurtulma' havası da estiriyor. Maverick karakteri bu sefer ölmüş olan en yakın arkadaşının oğluna 'kol kanat gererek' bir anlamda kendine göre bir 'tarih' yazmak istiyor. Bu, aynı zamanda (artık 60’lı yaşlarına dayanan) Tom Cruise’un gerçek hayatta da kendine sorabileceği bir konuya kapıyı açıyor: Kendisinin hala 'ayakta kalan' son aksiyon yıldızlarından biri olduğunu göz önüne alırsak, hala yoluna 'sahada' devam mı etmeli yoksa yeni jenerasyonlara 'bayrağı' teslim edip, eğitmen gibi mi davranmalı?
Bu arada Cruise’la daha önce "Oblivion" filminde beraber çalışmış olan yönetmen Joseph Kosinki ilk "Top Gun" filminin 'ruhuna' ihanet etmeden, uçaklarla aksiyon sahnelerinde kendini özel efekt 'bolluğuna' teslim etmiyor. Bu sekanslar, son süratte ilerleyen gerçek uçak 'kokpitleri' içinde, pilotların bakış açısıyla önümüze geliyor.
Sonuçta, aslında Tom Cruise bize bir şeyi kanıtlamaya çalışıyor: Kariyeri boyunca sık sık 'megaloman' yanını ortaya çıkaran yıldız oyuncu, bu filmle ilk "Top Gun"ın yarattığı nostaljik duygudan ziyade giderek daha ender gördüğümüz 'kişilikli' blockbuster’ları yaratmadaki kararlılık ve adanmışlığa dikkat çekmek! Filmin çekim tarzıyla, 80’li yıllara 'selam çakan', biraz 'kitsch' dekorlarıyla ve jeneriği süsleyen Lady Gaga’nın şarkısıyla bunu başaramadığını söyleyemeyiz. Ancak şu söz de aklımızda hep kalacak: 'Belki daha öncesi daha iyiydi!'