'Barikatı yıkarım bulaşığa karışmam'
Yasakçılık, yöneticiliğin temeli sanıyor bu ülkede iktidara her gelen. Eh bu durumda elbette barikatları yıkar kadınlar...
Dünyanın her yerinde, her kültürde kadimden beri eşitsiz cinsiyet rollerinin masallarla, söylencelerle kurulan bariyerler aşılmaz engeller değil(miş). Son yüzyıllarda yükselen, örgütlendiği için geçmişe kıyasla toplumsala etkisi hızla artan kadın eşitlik mücadelesi, çok erken zamanlarda gördü, masallardaki eşitsizlik büyüsünü. Her yıl olduğu gibi bu yıl da masallara atıfla feminist söylem üreten dövizler yine gülümsetirken aynı zamanda görenlerin burnunu duvara çarpmış gibi gerçeğe toslamasını sağladı. Örneğin kemoterapi koltuğunda, kolunda serumla elinde dövizle bir feminist, kadınlara toksik aşkı hatırlatmış. “Topla saçlarını rapunzel d…s merdivenle çıksın.” Aşk için fedakarlık yapmak adına kendi canından vazgeçiyorsan o aşk zehirliyorsa seni, aşk değil şiddettir, demenin kestirme yolu. Su gibi akıp giderken dönüştüren kadın hareketi, masallardan ibret alıp topluma ders veriyor her zaman. Örneğin “dağları delme Ferhat evi süpür” döviziyle masalların edilgen kıldığı kadını eşit özne olarak tanımlarken yeri geldiğinde ki 8 Mart tam yeri ve zamanı elbet, buyurganlığı da yakıştırıvermiş, pek güzel olmuş.
Dindarlık adına 8 Martları kadınlara yasaklamaya kalkışanlara da cevap üreten birisine resmen bayıldım. Erkeklerin dış dünyada varlığı ibadetine engel görülmezken kadınlara hep ibadeti için evde kalması salık verilen garip topluma da anneye seslenerek mesaj iletmiş bir kadın. “Merak etme anne akşamı kıldım da geldim” diyor. Eşitsiz toplumsal cinsiyet normlarını yıkmanın yolu görünür kılmakla açılır ya ne güzel göstermiş, erkeğe zor olmayanın kadına da zor olmadığını. Sadece din değil kadınlara engel gibi sunulan dayatmaların arka perdesi. Sadece evin içi/işi değil kadınların önüne çıkarılan erk engeller saymakla bitmez. Birini değil bu engellerin en kallavisi olan ikisini bir çırpıda yıkıvermiş başlığa taşıdığım döviz. Canım yaratıcı kadın “barikatı yıkarım bulaşığa karışmam” dediğinde devlet erkini de evdeki erki de, iki bariyeri bi çırpıda aşıvermiş.
Barikatlar, 8 Mart coşkusunun çelik gölgeleri devlet erkinin de korku göstergesi. Ne olurdu Ankara’da Madenci heykelinden Özgürlük heykeline yürünseydi, ne olurdu sahi? Hepi topu 150-200 metre yahu gerçi ölçmüş değilim belki o kadar bile yoktur mesafe. Atatürk Bulvarını kapatmak istemedi kadınlar. Trafiği aksatacak bir güzergah da değil üstelik. Olgunlar Sokak'ta toplanıp Konur Sokak'tan geçerek Yüksel Caddesi'ne yürünecekti ki hepsi zaten trafiğe kapalı yürüyüş yolu. Kızılay’ın yürüyüş yolları, Ankara’da 16’ıncı kez gerçekleştirilen 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'ne yasaklandı yine. Neden? Hangi yüksek güvenlik gerekçesiyle izah edilir,, bilinmez. Çünkü kimse izah etmiyor. İzah edilebilecek bir tarafı yok belli ki. Gerçekten açıklaması zor yıllardır çelik bariyerlerle esir edilmiş o kitap okuyan kadın ile Sakarya’daki balıkçılar arasındaki farkın. Balıkçı, çiçekçi, dönerci esnafı rahatsız olmuyorsa kadın yürüyüşünden madenci heykeli de kitap okuyan kadın heykeli de rahatsız olmaz. Sakarya’da güvenlik sorunu yaratmayan yürüyüş, ancak 70-80 metre uzaklıktaki Yüksel’de de yaratmaz. Ama devletin polisi böyle günlerde barikat kurmak için var tabii gerekçesi de hikmetinden sual olmayan devlet erkine sorulmaz bile. Kadınları ev içine hapsedemediğini görünce hiç değilse içişleri barikatıyla mendil kadar bir alana hapsedeyim diyor, devlet aklı. “Dediğim dedik” yasakçılığını devlet otoritesi zannetmek de böyle bişey olmalı. Hani darbecilerin yasakladığı Taksim’i 1 Mayıslara açmak iddiasıyla gelmişlerdi ya iktidara ve birkaç yıl sonra unutup daha pek çok yeri de Taksim gibi yasaklayıvermişlerdi. Yasakçılık, yöneticiliğin temeli sanıyor bu ülkede iktidara her gelen. Eh bu durumda elbette barikatları yıkar kadınlar.
“Evde, sokakta, iş yerinde, yurtta ve dünyada şiddete, savaşa hayır” demek için alanlara çıkan, gecelere akan, yürüyen, kendi seçtiği yerde yürümek isteyen kadınlara karşı polis, şiddetini eksik etmedi yine. Yine gözaltılar ve diğer engelleyici tutumuyla 8 Martı gölgelemek istedi erk-ek devlet. Devlet, her türlü iktidar biçimi biraz akledebilse “masalların büyüsünü bozan kadınlar devletin barikatını da yıkar, polisin şiddetini de kırar” gerçeğine ulaşır belki.
Neyse bu arada İstanbul Sözleşmesi için Danıştay savcılarından “çekilme kararı hukuka aykırı” mütalaası birbiri ardına geliyor. Şimdilik 3 ayrı savcının değerlendirmesi bu yönde. 200’ü aşkın davadan birine de Danıştay tarafından duruşma tarihi verildi. Bu iyi haberden sonra kadınların nafaka hakkını gasp etme girişiminin de 6’ncı yargı paketinde yer almayacağı anlaşıldı. Kadınların ve çocukların nafakasına göz dikenlerin emellerini bir süre daha erteletmiş olabiliriz ki bu da bir başka iyi haber. Önümüzdeki hafta içinde Meclis'e sunulması beklenen yeni yargı paketinde can sıkıcı içerikler göreceğiz muhtemelen. Ancak içlerinde hayli gülünesi tekliflerin yer alacağını şimdiden biliyoruz. Toplumsal tepkileri susturmak için hemen cezaları ağırlaştırmaktan söz ettikleri bir teklif ki karnımızı tuta tuta gülsek yeridir. Yargı reformu adı altında getiriyorlar ama sunuşlara, takdimlere bakarsak adeta devrim gibi tanıttıkları bir ceza arttırımı var ki sormayın. Altı aydan dokuz aya çıkarmışlar bir fiilin cezasını, muazzam bir dev adım atılmış adeta kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadelede. Ama durun, acele etmeyin gülünesi olan burası değil o suçun ceza kanunu eziyet maddesindeki cezası 2 yıldan başlıyor. Alt sınırı 2 yıldan başlayan yasa maddesi orada dururken o suçun cezasını, adi suçlarda verilen 6 aydan 9 aya çıkarmak için yeni yasa teklifi hazırlamışlar üşenmeden. Kadına yönelik şiddeti adi suçlarla anlık işlenen suçlarla karıştırdıkları yetmemiş bir de toplumun gözünü cezaları arttırmakla boyamayı seçmişler. Ceza artırımı gerekmiyor, cezasızlıkla ödüllendirmeyin yeter. Yeni yasa yapmanız gerekmiyor eldeki yasaları uygulayın yeter.
Biraz daha gülmek isterseniz adi suçlarla kadına yönelik sistematik erkek şiddeti suçunu karıştırmak ve üç aylık ceza arttırmakla bu şiddeti önleyeceği zehabının nereden sadır olduğunu da söyleyeyim aylarca çalışan şiddet komisyonu raporundan. Tam 916 sayfalık rapordan saçılan incilerden birisi bu üç aylık ceza arttırma teklifi. Bugün gülesim var o nedenle rapora dair öfkemi sonraki yazılara bırakıyorum iyi pazarlar.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
İstifa etmek yerine cambaza baktıranlar 15 Kasım 2024
Kadın ve çocuk cinayetlerinde cezasızlık olgusunun payı 08 Kasım 2024
Kent uzlaşısına kayyım atandı 01 Kasım 2024
Meclis etki ajanlığı teklifini reddetmeli çünkü… 29 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI