Barış imzacısı Açıksöz: Birkaç sene önce ’PKK akademisyeni’ydik, bugün ‘Hamas akademisyeni’

California Üniversitesi akademisyenlerinden, barış imzacısı Doçent Can Açıksöz, Amerika’nın Filistin protestolarına sert müdahalesini anlattı. 

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Filistin’e yönelik saldırılara tepkiler tüm dünyada devam ediyor. Protestoların en yoğun yaşandığı ülkelerden biri de Amerika. Türkiye kamuoyunda çok görünür olmasa da bu protestolara en sert müdahaleler de Amerika’da gerçekleşti. Üniversite kampuslerinde protestolara hem sivil saldırılar oldu hem de polis müdahale etti. Protestolara katılan akademisyenlere soruşturmalar açıldı, rektörler istifaya zorlandı. 

Amerika’daki bu protestoları California Üniversitesi akademisyenlerinden Doçent Can Açıksöz ile konuştuk. 2016’da Kürt sorununun çözüm sürecinde hazırlanan ‘Barış için Akademisyenler Bildirisi’nin imzacılarından olan Açıksöz, Amerika devletinin Filistin-İsrail meselesine bakışının toplumsal muhalefete yansımasını ve sürecin Türkiye’nin politikalarıyla benzerliklerini anlattı. 

Savaş, şiddet, milliyetçilik, Kürt sorunu, Orta Doğu konularında çalışmalar yapan ve dersler veren Açıksöz, Türkiye’de Kürt sorununun çözümü konusunda yapılan son açıklamaları da değerlendirdi. Açıksöz’ün sorularımıza yanıtları şöyle oldu: 

Tüm dünyada olduğu gibi Amerika'da da, özellikle üniversitelerde, Filistin'deki sivillere yönelik saldırılara karşı protestolar devam ediyor. Bu protestoların güvenlikçi önlemlerle bastırıldığını görüyoruz. Filistin'le dayanışma protestolarına ilişkin Amerika'daki durumu bizim için özetler misiniz? Ne zaman başladı, nasıl bastırıldı, öğrenciler ve akademisyenler neler yaşadı?

İsrail Gazze'yi bombalamaya başlar başlamaz Amerika genelinde protestolar yükselmeye başladı. Aylarca çok kitlesel protestolar oldu. Nisan ayına geldiğimizde İsrail'in saldırılarının şiddeti iyice artınca üniversitelerde de protestolar başladı. İlk olarak New York'ta Kolombiya Üniversitesi'nde başladı, daha sonra diğer kampüslerine yayıldı. Filistin dayanışması kampları kuruldu. Öğrenciler çadırlar kurdular, geceleri orada yatıp kampüsleri terk etmediler. Gün boyunca da Filistin'le ilgili seminerler düzenlediler, protestolarını sürdürdüler. Türkiye'deki Gezi Protestolarını çok andıran ortamlardı. 

'VİETNAM'DAN BU YANA GÖRÜLMEMİŞ BİR ÖĞRENCİ KİTLESİ'

Çok büyük, kitlesel bir öğrenci hareketi ortaya çıktı. O kadar ki Amerika'daki öğrencilerin yüzde 8'inin katıldığı tahmin ediliyor bu protestolara. Çok büyük bir kitle bu. Politik etkisi açısından da çok önemli. Vietnam'dan beri görülmemiş dev bir öğrenci kitlesi bu. 

'PROTESTOLARIN EN ETKİN GRUPLARINDAN BİRİ BARIŞ İÇİN YAHUDİ HAREKETİ '

Bu öğrenci hareketinin öncülüğünü Filistin’de Adalet İçin Öğrenciler diye bir grup yürütüyor. Amerika çapında örgütlü bir grup ve bir toplumsal koalisyon hareketi. Çok dinli, çok ırklı, çok etnisiteli. Örneğin protestolar içinde en etkin gruplardan biri Barış İçin Yahudi Sesi Hareketi. 

'KAMPLARA BÜYÜK SALDIRI OLDU, 'ÖLECEK MİYİZ' DİYE DÜŞÜNDÜK'

Protestoların ülke çapındaki üniversitelere yayılmasının ardından Columbia Üniversitesi ve bizim üniversitemiz; California Üniversitesi Los Angeles kampusünde çok sert müdahaleler gerçekleşti. Bizim kampuste özel bir durum da yaşandı. 25 Nisan'da kamp kurulduktan çok kısa bir süre sonra üniversiteye dışarıdan gelen, kendilerini 'Siyonist' olarak tanımlayan grupların saldırılarına maruz kaldı öğrenciler. 30 Nisan gecesi havai fişeklerin, demir çubukların, biber gazı gibi kimyasal maddelerin yoğun bir şekilde kullanıldığı ve saatlerce süren bir saldırı oldu. Ben de dahil orada bulunanlar 'Ölecek miyiz burada?' diye ciddi ciddi düşündük. Defalarca 911 arandı. Polis oradaydı ve hiçbir şey yapmadı. Daha sonra da üniversite yönetimi 'Bu kamp şiddet üretiyor' gibi bir mazeretle 1 Mayıs gecesi polisi kullanarak kampı zor yoluyla dağıttı. Bizim üniversitede 200, Columbia Üniversitesi'nde 300 gözaltı oldu. Sonrasında üniversitelerde disiplin soruşturmaları, uzaklaştırmalar başladı, mezuniyet törenleri ertelendi ve yaza girildi. Yaz boyunca da üniversitelerde protesto yapılmasını engelleyen bir dizi idari karar çıkarıldı. 

Bugün artık geçen seneki gibi kitlesel protestolar yapmanın imkanı yok. Üniversite yönetimleri yüzlerce özel güvenlik kiraladı. Toplumsal polis her an okula müdahale etmeye hazır. Öğrenciler üstünde yönetimin ciddi bir baskısı var ama bunlara rağmen protestolar devam ediyor.

ÜNİVERSİTEYE ANAYASAL ÖZGÜRLÜKLERİN KISITLANMASI DAVASI 

Protestoların engellenmesine ilişkin bir hukuki girişiminiz olduğunu biliyoruz. Detaylandırabilir misiniz? 

Geçen hafta ben ve bir akademisyen arkadaşım ve iki öğrenci, Amerika'nın en büyük sivil toplum örgütlerinden Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği avukatları aracılığıyla California Üniversitesi'ne dava açtık. Davamızın gerekçesi de üniversitenin anayasal özgürlüklerimizi baskılaması ve ihlal etmesi. Bizim protesto hakkımızı, ifade özgürlüğümüzü ayaklar altına alan bir üniversite yönetimi ile karşı karşıyayız. 

Bu davayı kazanma şansımız olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu, daha önce defalarca Amerika'da en üst mahkemelerin kararlarıyla anayasa ihlali olduğu kabul edilmiş bir mesele. 

'AMERİKA'DA HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN SINIRI FİLİSTİN'

Protestoların engellemelere rağmen kesintisiz devam etmesi ABD kamuoyunda Filistin konusunda bir duyarlılık olduğunu gösteriyor. ABD hükümetinin bu denli sert yöntemlerle müdahalesi politik olarak nasıl okunmalı? 

Amerika'da genel olarak 'Filistin istisnası' denilen bir durum var. 'Amerika'da anayasal hak ve özgürlüklerin sınırı Filistindir' diye bilinir. Örneğin Amerika'nın politikalarını eleştirebiliyorsunuz ama İsrail politikalarını eleştirdiğinizde bir baskı ortamıyla karşılaşıyorsunuz. 

'AMERİKA'DA ANTİ-TERÖR YASALARI 1960'LARDAN BERİ FİLİSTİN MÜCADELESİNİ HEDEF ALMIŞ'

Bu tutumun tek bir dinamiği yok. Daha jeopolitik bir yerden bakarsak, İsrail'in güvenliği meselesi, Amerika Devleti'nin partiler üstü kırmızı çizgisidir. Amerika'da güvenlik devletinin oluşumunda bu ilişkinin çok önemli bir rolü olmuş. Anti-terör yasaları 1960'lardan beri spesifik olarak Filistin mücadelesini hedef almış. Mesela federal yasalardaki ilk 'terörist' kelimesi 1969 yılında Filistin'de insani yardımın kısıtlanması bağlamında kullanılmış. Amerika'da oluşturulan ilk terör listesi büyük oranda Filistin direniş liderlerini kapsıyor. 1987'de Kongre'nin terörist ilan ettiği ilk örgüt Filistin Kurtuluş Örgütü. 

'ANTİ-TERÖR YASALARI NEREDEYSE TAMAMEN FİLİSTİNLER İÇİN KULLANILDI'

Filistin Kurtuluş Örgütü özelinde gelişen inanılmaz bir terör söylemi ve anti-terör pratikleri var. Örneğin 11 Eylül'e kadar en büyük terör saldırısı bir Neonazi'nin gerçekleştirdiği Oklahoma bombalamasıydı. Ondan sonra geçirilen anti-terör yasaları neredeyse tamamen Filistinliler için kullanıldı. Yani Amerika'da terör algısının oluşumunda Filistin mücadelesinin hedefe konması tarihsel olarak kurucu rol oynayan bir şey. Bu algı 11 Eylül sonrasında iyice pekişti. Yükselen Müslüman karşıtı ırkçılık ve global terörle mücadele politikasıyla İsrail'e destekte de büyük bir artış oldu. Bütün bu dinamikler mevcut İsrail politikasını oluşturdu. 

Tüm bunlarla birlikte Gazze'deki soykırım karşısında dehşete düşmüş çok önemli bir kesim de var Amerika'da. İsrail'in kamuoyu desteği düzenli olarak düşüyor. Ateşkese destek düzenli olarak artıyor. Ama bu, güncel siyasete doğrudan yansımıyor. 

'SİYONİST LOBİ'NİN AMERİKAN SİYASETİNDEKİ GÜCÜ 

Ayrıca İsrail yanlısı siyasetin Amerika'daki iki partili sistem içerisinde büyük bir gücü var. Cumhuriyetçiler zaten fanatik bir biçimde İsrail yanlısı. Demokratlar sözde daha dengeliler. İki partide de Siyonist lobinin gücü çok yüksek. 

'Siyonist lobi' deyince Necmettin Erbakan'ın sözleri hatırlanabilir ve bir komplo teorisi gibi gözükebilir. Ama ben komplo teorilerinden bahsetmiyorum. Mesela Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi (AIPAC) denilen bir kuruluş var. Amerika'daki en büyük lobi örgütlerinden. İsrail'i eleştiren kongre üyelerine karşı yarışan adaylara çok güçlü finansman sağlıyor. Amerikan iç politikasında koşulsuz İsrail destekçiliğinin oransız bir ağırlığı olmasına yol açıyor. 

'HARRIS KAZANIRSA DEĞİŞİKLİK OLACAĞINI DÜŞÜNMEK İÇİN SEBEBİMİZ YOK'

Bu bahsettiğiniz durum yaklaşan Amerikan seçimlerinde adayların propagandalarına da yansıyor mu? 

İki parti arasında çok ciddi bir ayrım yok İsrail politikasına dair. Kamala Harris zaten Joe Biden'ın yardımcısı. Bütün bu soykırıma giden süreçte zaten Harris yönetimin en önemli ismiydi. Dolayısıyla Harris kazanırsa bir değişiklik olacağını düşünmek için sebebimiz yok. 

Seçim sürecinde Amerika'daki ilerici kesimler Harris'in politikasını etkilemek, onun ateşkes çağrısı etrafında bir politik hat belirlemesini sağlamak için çok uğraştılar. 'Kararsızlar Hareketi' denilen bir hareket oldu. Örneğin Michigan'da çok güçlü bu hareket, Müslüman oyu çok fazla. Öyle ki seçimin kazanılmasına veya kaybedilmesine yol açabilir. Kararsız Hareketi, Harris'le buluşmak istedi ama Harris hiçbir adım atmadı. 

'MÜSLÜMAN KESİM ENTERESAN BİÇİMDE TRUMP’A YAKLAŞIYOR'

Trump zaten tabanı nedeniyle, politik duruşu nedeniyle İsrail konusunda fanatik bir tutuma sahip. Trump kazanırsa ne olabileceğini kimse kestiremiyor. O yüzden şu anda Müslüman kesimde 'Kamala Harris soykırımı devam ettirecek' gibi bir algı, 'Trump'ın ne yapacağını bilmiyoruz' diye bir algı var. Bu yüzden de enteresan bir biçimde Trump'a yönelim var. 

'ÜNİVERSİTE HOCALARI İSRAİL-FİLİSTİN MESELESİNDEN UZAK DURUYOR'

Üniversite kampüslerindeki müdahaleleri anlattınız az önce. İfade özgürlüğüne açık bir müdahale olduğunu söylediniz. Amerika'nın İsrail konusundaki 'değişmeyen' bakışını, duruşunu da özetlediniz. Bu durumun akademik üretimlere de yansıması oluyor mu? Akademik özgürlüğün etkilendiğini söyleyebilir miyiz? 

Amerika'da özgürlüklerin limiti Filistin'e kadar. Bu, üniversitelerde çok keskin bir şekilde hissediliyor. Üniversite hocaları İsrail-Filistin meselesinden uzak duruyor. 

Bu konuda eleştirel bir şekilde çalışan hocalar inanılmaz bir baskı altındalar. Ben geçmişte Arizona'da Orta Doğu Çalışmaları hocalığı yapmış, şimdi de Los Angeles'ta antropoloji hocalığı yapan, Orta Doğu konusunda düzenli dersler veren bir insan olarak bu baskıları her zaman hissettim. 

'ÜNİVERSİTELERDEKİ PROTESTOLARDAN SONRA REKTÖRLER İSTİFAYA ZORLANDI'

Son dönemde bu baskılar iyice görünür olmaya başladı. Filistin yanlısı gösterilerden sonra Ivy Lig (Sarmaşık Ligi) dediğimiz Amerika'nın en elit okullarından Harvard, Pensilvanya, Columbia gibi üniversitelerin rektörleri 'Antisemitizm ile yeterince mücadele etmedikleri' gerekçesiyle kongreye çağrılıp inanılmaz sert bir sorgulamaya tabi tutuldular. Sonra da istifaya zorlandılar. Üniversite rektörleri birbirinin ardına istifa ettiler. Daha sonra kamu üniversitesi rektörleri de istifaya zorlandılar ve istifa ettiler. 

Ayrıca Florida eyaletinde İsrail - Filistin'le konusunun işlendiği bütün derslerin içeriklerinde, planlarında İsrail karşıtlığı olup olmadığının araştırılması emri verildi üniversitelere. 

'DELİCESİNE BİR CADI AVI VAR; HOCALAR KOVULDU, İFŞA EDİLDİ'

Delicesine bir cadı adı var. Bu süreçte İsrail'e yönelik tüm eleştiriler 'antisemitizm' olarak çarpıtıldı. İsrail'i eleştiren hocalar 'antisemitik' ilan edildi. Bazı internet sitelerinde hocalar ifşa edildi, terörist ilan edildi; 'Hamas Akademisyeni' ilan edildi. Billboard taşıyan kamyonlar, otobüsler geldi kampuslere, Filistin yanlısı öğrencilerin, hocaların isimlerini, resimlerini, hatta adreslerini dolaştırdılar. Pek çok akademisyen İsrail'i eleştirdikleri gerekçesiyle, antisemitik oldukları bahanesiyle işlerinden kovuldu. 

'BİRKAÇ SENE ÖNCE 'PKK AKADEMİSYENİ'YDİK, BUGÜN 'HAMAS AKADEMİSYENİ' OLDUK'

2016'da Türkiye'de Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzalamış bir akademisyensiniz. Bugün Amerika'da yaşadıklarınızla benzerlikler var mı? 

Bir çeşit dejavu hali yaşıyoruz. Çok fazla benzerlik var. Bugün Amerika'nın mümkün kıldığı bir soykırıma karşı ses yükselten akademisyenler vatan hainliğiyle, teröristlikle suçlanıyor. İsimlerimizin, resimlerimizin gazetelerde basılması, 'hain' diye siyasetin en üst düzeyinde hedef gösterilmemiz zaten Türkiye'den aşina olduğumuz bir süreçti. Daha birkaç sene önce 'PKK akademisyenliğiyle' suçlanmıştık. Bugün 'Hamas akademisyeni' olduk 

Farklılıklar da var elbette. Barış İçin Akademisyenler süreci Türkiye'de çok olağanüstü koşullarda gerçekleşmişti. Yargı süreci senelerce devam etti, ediyor. Amerika'da da olağanüstü koşullardan geçiyoruz. Ama Türkiye'ye göre Amerika hukukta, akademide hala daha özerk. Örneğin biz bir dava açabildik, güvenliğimizden endişe etmiyoruz. 

Bugün de Türkiye'de Kürt sorununun çözümü için bazı adımlar atılabileceğine dair farklı sinyaller, söylemler var. Barış imzacısı bir akademisyen olarak Türkiye'deki bu yeni 'süreci', iktidarın keskin söylem değişikliğini nasıl yorumlarsınız? 

Barış İçin Akademisyenler bildirisi sürecini en ayrıcalıklı yaşayanlardanım. Ben Amerika'da akademisyendim. Pasaportumuza el koyulur, Türkiye'den çıkamayız, işimize geri dönemeyiz gibi endişelerimiz vardı. Senelerce Türkiye'ye gelemedik. Tüm bunlar Türkiye'deki arkadaşlarımızın yaşadıklarıyla kıyas edilemez. İnsanlar özgürlüklerini, işlerini, evlerini, emekliliklerini, sağlıklarını hatta hayatlarını kaybettiler.

BAHÇELİ'NİN ÇIKIŞI: GERÇEKÜSTÜ TARAFLARI VAR 

Şimdi o dönemin mimarlarından Devlet Bahçeli, 'umut hakkı'ndan bahsediyor. Bunu yorumlamak kolay değil. Bahçeli, kendi siyasi çizgisinin refleksleri ötesinde aksiyonlar alabilen bir siyasetçi. Bahçeli'nin hamlesini devlet içerisindeki belirli klik veya eğilimlerle, İsrail-İran geriliminin bölgede tetikleyeceği dinamiklerle, iç siyasetteki tıkanıklıkla açıklayabiliriz. Ama tüm bunlar bu tablonun gerçeküstü tarafları olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Keşke yeni bir süreç örülebilse. Barış hepimizin en çok arzuladığı şey ülkede. 

'BİZİM BARIŞ ARZUMUZ BAZEN 'ZALİM İYİMSERLİK' HALİNE GELİYOR'

Türkiye'de en az 15 senedir kesintili olarak devam eden çözüm süreçlerini düşündüğümde aklıma Amerikan akademisyen Lauren Berlant'ın 'Zalim İyimserlik' kitabı geliyor. Kitap; bize zarar veren bir şeye duyduğumuz tutkuyu, arzuyu; bunun bizim üzerimizde nasıl tahripkar etkiler yaptığını, bu tahripkar etkiye rağmen nasıl iyimserliğimize, arzumuza tutunmaya çalıştığımızı anlatıyor. Bizim barış arzumuz da bazen 'zalim iyimserlik' haline geliyor. “Ucunda barış olasılığı varsa eleştirmeyelim, barışa omuz vermek hepimizin görevi” derken buluyoruz kendimizi. 

O yüzden şunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor; bu kadar adalet ve toplumsallaşma kaygısı gütmeyen, böyle bir gündemi olmayan bir çözüm süreci başarılı olabilir mi gerçekten? Elbette en ufak bir şans varsa ortada, bunu gözden çıkarabilecek durumda değiliz hiçbirimiz. Ama barışa ulaşmak için gerekli süreçleri hayata geçirebilecek kolektif bir siyasi irade gerekiyor. Yani bu yeni süreci biraz eleştirel bir mesafeyle izliyorum.