Barış ve müzakerede taraflar ve CHP

HDP’yi meşru bir parti gibi göstermek sanki bir lütufmuş gibi önümüze getiriliyor. Kimse kusura bakmasın ama HDP’nin meşruiyet tartışması bizim için değil lütuf, tartışma konusu bile değildir.

Google Haberlere Abone ol

Tayip Temel*

5N1K, gazeteciliğin altın kurallarından biridir. Bu kurala bağlı olarak bugün yürütülen tartışmaların tarihsel arka planını hatırlatmak, yaşanan gerçekliğe ayna tutan bir işlev üstlenebilir. Kürt sorunun çözüm adreslerinden birinin parlamento olduğu ilk defa bugün tartışılmıyor. Yakın zamanda çözüm sürecinin sürdüğü günlerde de adreslerden birinin Meclis olduğu ısrarla belirtilmişti. Bu konuda kısa bir hafıza tazelemesi yapacak olursak;

Ne Zaman: 9 Nisan 2013

Ne: Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi Komisyonu

Nerede: Meclis

Niçin: Kürt Sorunun Çözümü

Nasıl: CHP Grubu adına Grup Başkanvekili Muharrem İnce'nin konuşma yapmasının ardından da CHP milletvekilleri Genel Kurul Salonu'nu terk ederek komisyonun kurulmasına şerh koydu.

Kim: CHP

Bu kısa tarihsel hatırlatma, tarihte bastırılan her şeyin bir gün geri döneceği kuralının da şaşmaz bir ilke olduğunu da bize göstermektedir. Son günlerde Kürt sorunun demokratik çözümünde “Kim muhatap?  Çözüm adresi neresi?” üzerine kafa bulandırmaya ve belli olan çözüm ve müzakere adreslerini belirsiz kılmaya yönelik hararetli tartışmalar yürütülüyor.

Birkaç gündür çokça tartışılan muhataplık konusunun fitilini ateşleyen, "Bay Kemal ve İttifakları" belgeselinin ilk bölümünde konuşan Kılıçdaroğlu’nun İmralı’nın meşru bir organ olmadığını belirterek meşru organ olarak HDP’yi işaret eden sözleri oldu.

Kürt sorununda gelinen noktanın sebepleri de bu sebeplerin çözümsüzlüğünün neden olduğu sonuçlar da yeterince net iken konuya muhataplık üzerinden yaklaşılması tartışmaların kısır bir döngüde hareket etmesinin nedeni değil mi? Gerçekten çözüm istiyorsak muhataplar yeterince net değil mi? Çözüm bir anlamıyla geçmişle yüzleşme ve geleceği inşa etmek ise o zaman meşruiyet tartışması ile kaşınan nedir?

Konunun yasal boyutları çözümün anahtarlarından biri iken diğer boyutları görmezden gelerek herhangi bir kapı aralayamayacağını geçmiş bize yeterince gösterdi. Mesele yasal sınırlara sıkıştırılmayarak, meşru bir boyut üzerinden ele alınmaya muhtaçtır. Yasal-meşru tartışmasını birbiri ile çatışan bir bağlam yerine birbirini gören ve tamamlayan noktadan ele almak çözüm için zorunluluktur. Çok katmanlı bir hale gelen Kürt sorununa çok katmanlı ve kararlı bir şekilde yaklaşmak dışındaki tüm seçenekler günü kurtarmak anlamına gelir. Günü kurtarmak ise Kürt sorununu çözemeyeceği gibi Türkiye’nin demokratikleşmesine de bir katkı sunmayacaktır. Türkiye’nin geleceğini eşit ve eşdeğer ilişkiler üzerine kuracağı bir demokrasi ile şekillendirmek istiyorsak meseleleri birbirinden ayrı değil birbiri ile iç içe değerlendirmek hepimizin sorumluluğundandır.    

MUHATAPLAR DA BELLİDİR, BU MUHATAPLARIN İRADELERİ DE YETERİNCE KUDRETLİDİR

Kürt halkının aklında bir muhataplık sorunu yoktur ancak kararlı bir siyasi irade ve uygulanabilir bir yol haritasının varlığı sorunu vardır. Buradan hareketle yeni Ali Cengiz oyunları ile kimin rol almaktan kaçındığı kimin çözücü iradeye sahip olup olmadığı tartışmalarını geride bırakmak gerekir. Muhataplar da bellidir, bu muhatapların iradeleri de yeterince kudretlidir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Eşitlik tüm kimliklerin sadece yasalar üzerinde yazılması üzerine değil, aynı zamanda uygulanabilir olması ile de ilgilidir. Bugün en demokratik yasaları Meclis'ten çıkarsak bile yargıcın Türklük Sözleşmesi'nden hareketle bir etnik, inanç veya cinsiyet kimliğini üst-üstün bir değer olarak kabul etmesinin önüne nasıl geçeceğiz? Mevcut yasalarda bile bazı konular net olarak tanımlanırken Türk, Sünni ve erkek olmayanlara karşı işlenen suçları cezasızlıktan nasıl kurtaracağız? Gittikçe harlanan, derinleşen ve artık sınırları çok aşan çatışma ortamından Meclis’te aktörler olmadan çıkabilecek miyiz? Eskinin izinden giderek yeni bir yol bulmak mümkün değildir. Bu nedenle de tartışmaları ileri taşımak sorumluluktur, geri götürmek ise çözümsüzlükte ısrardır.

HDP’NİN MEŞRUİYET TARTIŞMASI BİZİM İÇİN DEĞİL LÜTUF, TARTIŞMA KONUSU BİLE DEĞİLDİR

Çözümsüzlük politikalarının bir tarafı da Kürt sorunun çözümü ve demokrasi mücadelesi verenler arasında ikilik oluşturma çabalarıdır. HDP’yi Kürtler ve değerleriyle karşı karşıya getirme, değerlerine yabancılaştırma konusu da bu nokta ile ilgilidir. Uzun yıllardır çok farklı yöntemler de denendi. HDP’yi meşru bir parti gibi göstermek sanki bir lütufmuş gibi önümüze getiriliyor. Kimse kusura bakmasın ama HDP’nin meşruiyet tartışması bizim için değil lütuf, tartışma konusu bile değildir. "Kim daha meşru, artık kimin sözü geçiyor" gibi bir bağlam ise meseleye üstten yaklaşımın ve meselenin özünü öğrenmemiş, önemsememiş olmanın sonucudur. Bizler irademizi halktan alıyoruz ve halkın kendisi için kimleri muhatap kıldığı çok nettir!

Tereddütsüz ifade etmek gerekiyor: Kürt sorununda savaşın ve şiddetin son bulmasını sağlayacak aktör Sayın Öcalan’dır. HDP ise demokratik siyasetin muhatabı olarak Kürt sorunun çözümünde toplumsal müzakere, barışın toplumsallaştırılması ve Meclis’te anayasal-yasal zeminin hazırlanmasındaki görevini yerine getirecek başat aktördür. HDP sadece Kürt sorununu değil Türkiye’nin yaşadığı bütün sorunları çözmeye adaydır; çözüm önerileri ve yol haritaları vardır. HDP’yi sadece Kürt sorununun çözümüne sıkıştıran bir misyonu da reddediyoruz.

ÖCALAN: CHP GELSE İYİ OLUR, İKNA ETMEYE ÇALIŞIN

Öte yandan Kürt sorunun çözümünde İmralı’yı gayrı meşru bir organ olarak sunan kişi ve partilere hatırlatmakta fayda var. Kürt sorunun Meclis’te ve anayasal düzlemde çözülmesi için sürekli Meclis'i işaret eden Sayın Öcalan, çözüm süreci döneminde heyet ile yaptığı görüşmelerde, “CHP gelse iyi olur, ikna etmeye çalışın… AKP’nin hegemonik yapısından kurtulmak için komisyon önemli bir şanstır. Bu şansı kaçırmayın” ısrarında bulunmuştur. Ancak yazının girişinde de yaptığımız hafıza tazelemesinde görüldüğü gibi CHP, çözüm komisyonunda yer almayarak BDP’yi AKP ile baş başa bırakmış ve kendini çözümün tamamıyla dışında konumlandırmıştır.

Kılıçdaroğlu ise, AKP'nin önerdiği Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu'na CHP'nin neden üye vermediğini şöyle açıklıyordu: "AKP'nin araştırma komisyonu önerisi, PKK'yle yapılan pazarlıkların uygulanmasında meşruiyet ihtiyacını karşılayarak, hükümetin elini rahatlatmak ve yasama organı olan TBMM'yi hükümetin icraatına ortak etmek amacıyla atılmış bir adımdır. Hükümet özellikle silahlı PKK unsurlarının ülke dışına çekilmesi konusunda karşılaşılan sıkıntıları aşmak için Meclis'i kendi icraatının içine çekmeye yani çözüm süreciyle ilişkilendirmeye çalışmaktadır. Oysa TBMM icra organı değil, yasama organıdır. CHP, icra organının tek taraflı ve yanlış icraatlarına TBMM'yi ortak etmemek için AKP'nin önerdiği komisyona üye vermemiştir.”

Tartışmasız olarak bu sözlerin söylendiği günlerden -eksik ve yanılgılı kimi hususları içerse de- Kürt sorununun çözümüne dair söylemlerin söylendiği bugünlere gelinmesi kıymetlidir. Kürt sorunun demokratik çözümünün tekrar tartışmaya açılmış olması ve bu tartışmanın bizzat devletin kurucu unsurlarından biri olan CHP tarafından yürütülmesi elbette olumludur. Son derece değer veriyoruz. Ancak konunun eksik veya yanlış ele alınmasının yaraları daha da derinleştirmekten başka bir sonucu olmayacağı için gerekli uyarılarımızı da yapıyoruz. Devletin Kürt sorununa yaklaşımında sabitlenmiş olan tarihsel reflekslerinin aynısını tekrar etmek çözümün önünü açan bir nitelik barındırmamaktadır. Resmi söylemin tamamıyla beka-terör ikiliğine hapsettiği sorunu, yasal meşruluk zemini üzerinden tartışmaya açmak çözümün daha başındayken çözümün asli unsurlarını ve asli odaklarını görmezden gelmeye tekabül etmektedir. Bir taraftan sorunun çözüleceğini belirtip diğer taraftan meşru muhatap tartışması veya çözüm sürecini mahkûm etme dili kullanmanın çözüme hizmet eden bir tarafı yoktur. Gün geçmiyor ki bir CHP’li yönetici ekranlara çıkıp çözüm sürecini neredeyse ihanet ile eş değer tutan söylemlerde bulunmasın. Kürt sorunu bu dil ile mi çözülecek? Ya da muhatapları hiçleştirerek mi çözülecek?

Dünyanın farklı yerlerinde yürütülen onlarca barış ve müzakere sürecini yakından takip etmiş, bu süreçler hakkında derin bilgiye sahip olan Fissas, bir yazısında "Barışmak istiyorsanız teminat vermek ve bir şeylerden vazgeçmeye hazır olmak zorundasınız" der. Barış sadece bir tarafın bakışı ile gelmez, tarafların birbirini görmesi, yaklaşması ve anlaması ile kalıcı hale gelebilir. Kürt sorununu inşa ve demokratikleşme sorunundan ayırarak sorunu aktüel taleplere sıkıştıran, çözüm süreçlerini siyasal-toplumsal güç dinamiklerinden soyutlayarak muhatapsız kılmaya çalışan bir yaklaşımın çözüm olmayacağı gün gibi ortadadır.

Dünyadaki bütün barış ve müzakere süreçlerinde savaşan taraflarla birlikte müzakereyi yürüten demokratik zeminlerin varlığı kaçınılmaz olmuştur. Biz bugün veya yarın kim Kürt sorununu net olarak çözmek isterse müzakere ederiz, zerre kadar sorumluluklarımızdan kaçmayız. Kurucu meclis, gelecek dönem yönetime ortak olma sözlerimizi söylerken HDP’nin ne kadar aktör olduğunu zaten belirtmiş oluyoruz. Buradan hareketle konunun bizimle ilgili boyutunda her adımı atmaya da hazırız. HDP tam da bu noktada hem barışın toplumsallaşması hem de Türkiye’nin bütün yapısal problemlerinde asli bir çözüm gücü olarak üzerine düşen tarihsel misyonu yerine getirmeye her zaman hazırdır. Bütün bunlara rağmen çok katmanlı ve girift bir soruna dönüşmüş olan Kürt sorununu asli çözüm unsurlarından yalıtarak çözümün çoklu muhataplarından biri olan HDP’nin omuzlarına yıkmak çözüm siyasetinin şaşmaz kurallarından biri olan ‘cesaret ve açıklık’ ilkesinin yerine ürkek ve çözüm getirmeyen bir politik kolaycılık tarzını ikame etmektir.

*HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı