Barıştan yana zar atmak

Desiderius Erasmus'un, 1515’te yazdığı 'Tatlı Gelir Yaşamayana Savaş' metni, Şebnem Sunar çevirisiyle Can Yayınları tarafından yayımlandı. Erasmus, tecrübesizlik ve bilgisizlikten doğan cesaret ve cüretin, savaşta zirveye çıktığını hatırlatıp insanı birkaç adım geri çekilmeye iten tereddütün deneyimle kazanıldığını, bunun savaşı yasaklamaya ve lanetlemeye kadar varabileceğini söylüyor.

Google Haberlere Abone ol

Büyük savaşlar sırasında kaleme alınan günlükler incelendiğinde, çatışmaların başındaki coşkunun ve heyecanın yerini, savaşın yıkımı ve anlamsızlığının sorgulanışının aldığını görüyoruz. Yenilgi kapıyı çalıyorsa bu, daha da trajik bir hâle bürünüyor satırlarda.

Antoine de Saint-Exupéry’nin İkinci Dünya Savaşı sırasındaki bazı deneyimlerinden hareketle yazdığı 'Savaş Pilotu'nun (Çeviren: Esra Özdoğan, Alfa Yayınları, 2020) başkarakteri Yüzbaşı Saint-Ex’in söyledikleri, bu anlamda tarihi öneme sahip: “Savaş, riski kabul etmek değildir. Kimi zamanlarda savaşan kişi için ölümün saf ve basit kabulüdür.”

Bu cümlelerden çok önce Desiderius Erasmus, savaşın anlamsızlığını ve içinde hiç bulunmayanların onu nasıl kutsadığını anlatan bir metin kaleme almıştı. Önemi bugünlerde biraz daha artan savaş karşıtı ilk metin 'Tatlı Gelir Yaşamayana Savaş', Erasmus’un barışı bir varoluşsal şart olarak ortaya koyduğu, savaş karşısında ve sırasında tarafsız kalmanın mümkün olamayacağını ve zarı barıştan yana atmak gerektiğini anlattığı bir kitaptı.

'SAVAŞ KADAR AHLAKSIZ BİR ŞEY YOK'

Kitabın ismi, Latince bir deyişten geliyor; göğüs göğüse, kılıçlarla ve kana kan savaşların gerçekleştiği dönemlerde dillendirilen bu söz, aynı zamanda onu yaşamayan bir kişinin savaşa dair herhangi bir tasavvurunun bulunmayacağını anlatmak için kullanılmıştı.

Erasmus, tecrübesizlik ve bilgisizlikten doğan cesaret ve cüretin, savaşta zirveye çıktığını hatırlatıp insanı birkaç adım geri çekilmeye iten tereddütün deneyimle kazanıldığını, bunun savaşı yasaklamaya ve lanetlemeye kadar varabileceğini söylüyor.

“Savaş kadar ahlaksız, uğursuz, zarar verici, çözümsüz, iğrenç ve onur kırıcı bir şey yok” diyen Erasmus, meseleye Hıristiyanlık kökenli bir hümanizmden ve dönemin şartları bağlamında bakıp günümüze ve geleceğe uzanan yorumlarda bulunurken anlaşmazlıkları, akılla ve bilgelikle çözmesi gerekenlerin savaşa yol verdiğini gördükçe şaşırıyor ve çatışmanın olağanlaştırılması karşısında kaleme kâğıda sarılıyor.

 Tatlı Gelir Yaşamayana Savaş, Desiderius Erasmus, Çevirmen: Şebnem Sunar, 80 syf., Can Yayınları, 2020.

Erasmus’un deyişiyle doğanın savaşacak organlarla değil, iyiliğe ve barışa yönelmesi için yetiler verdiği insan, sözle ve akılla karşısındakini anlayabilir, kendisini ona anlatabilir. Dolayısıyla hiçbir mesele şiddet yoluyla çözülmemesi gerekirken insan ruhu, kabalıktan beslenmemelidir. Fakat gelin görün ki bunlar, kılıçların öfkeyle sallanmasını engelleyememiştir ve Erasmus’un ifadesiyle ahlaki çöküş, savaşları doğurmuştur: “Herkes hayattaki tüm vebanın savaşla patlak verdiğini bilirken ahlakın çöküşüne ne demeli? Dindarlığı hiçe saymak, yasaları göz ardı etmek, her türlü suçu işlemeye hevesli olmak hep buradan kaynaklanır. Bu kaynaktan yoğun bir korsan, soyguncu, tapınak hırsızı ve katil seli fışkırır. En önemlisi de bu uğursuz vebanın kapsamı sınırlandırılamaz, aksine kıyıda köşede oluşup yalnızca komşu bölgelere salgın misali ulaşmakla kalmaz, aynı zamanda uzak bölgeleri dahi, ticaretle, bir evlilik ya da bir antlaşmayla olsun, genel çatışmanın ve zamane koşullarının içine çeker. Hatta savaş, savaşı doğurur; apaçık bir savaş sahte bir savaştan, en şiddetli savaş küçücük bir savaştan doğar.”

Aklın, sözün ve saf inancın ayaklar altına alınmasıyla yayılan savaş vebası, iyi ve güzel olan her şeyi tüketmekten başka bir işe yaramaz Erasmus’a göre; insanı aptallaştırır, aptallığı muharebe alanlarından toplumlara yayar, kişilerin ruhunda vahşet ve canavarlık uyandırırken unvan, çocukça bir öfke ve gülünç istekler gibi “sudan sebeplerle tragedyalar yaratır.”

Erasmus, insanın savaşma dürtüsünün altında basit bir neden yattığını öne sürer: “İnsan ile insan arasında, herkes ile herkes arasında sürekli savaş vardır ve ölümlüler arasında hiçbir ittifak yeterince güçlü değildir. İnsan, doğasından uzaklaşmayagörsün, daha kötü bir türe dönüşerek yozlaşır, sanki doğa onun içine kötülüğü ekmiştir.”

'HİÇBİR ESARET, ASKERLİK HİZMETİNDEN DAHA AŞAĞILAYICI DEĞİLDİR'

Erasmus, “kötülüğe alışmak” diye tanımladığı ve insanı insanın besini yapan savaşın, doğaya aykırı olan hiddeti ve “alçaklığın gösterisi”ni ortaya çıkardığını söylüyor.

“En büyük kötülükler, daima iyilik bahanesi ve kisvesi altında insan hayatına sızar” diyen Erasmus; şan, şöhret ve liderlik uğruna çatışmaya tutuşanların bir tür av başlattığını, bunu da “barış ve iyilik” için hırsla, hezeyanla ve zulümle gerçekleştirdiğini belirtip savaşın hiç değişmeyecek doğası ve sonuçlarını açıklıyor: “Birinin selameti diğerinin felaketidir, birinin zenginliği diğerinden çalınmıştır, onun zaferi öbürünün matemidir; talihsizlik ne kadar acıysa mutluluk o kadar insanlık dışıdır ve acımasızca kana bulanmıştır (...) Hiçbir esaret, askerlik hizmetinden daha aşağılayıcı değildir. Buna ek olarak üzücü bir işaretle ölüme, ya korkunç bir katliama ya da talihsiz bir yenilgiye koşmak zorunda kalırlar. İnsan elde edebileceği en sefil şey için mi bu kadar çok kötülük üstlenir! Başkalarına eziyet etmek için böyle büyük belalarla önce kendimize eziyet ederiz!”

Erasmus’un deyişiyle savaşta atılan zarların nasıl düşeceği belli olmaz; kibir, aptallık, öfke, hırs, açgözlülük ve vahşet, insanları birbirine kılıç çekmeye iter, kutsal yeminleri bozdurup kan döktürür. Bu nedenle savaşın âdilliğinden söz etmek imkânsızdır; yetiştirilen kahramanlar, komutanlar ve askerler işgallere giriştiği sürece gerçek barışın sağlanması da olanaksızlaşır.

Erasmus’a göre herhangi bir yer üzerinde hak iddia etmek ve başkasının mülkünü kendisinin saymak adaleti ve barışı öteler. Savaşın en önemli nedenlerinin başında gelen bu iddia ve sahiplenme, halkları kendi yurdunda sürgün hâline getirir ve etkisi uzun yıllar devam edecek sıkıntılar doğurur. Savaş çıkaran azınlık, çoğunluğun özgürlüklerini ve haklarını öldürür.

Bütün bunların ardından ikiyüzlülükten doğan, refahı hızla ve umutsuz şekilde silip atacak savaşın yarattığı güvensizlik ve kaos gelir. Düşünür bu durumu şu soruyla pekiştiriyor: “Bir komşunuzu yerinden edip sürmeyi düşünürken hiçbir işe yaramayan ahlaksız serseri güruhuna kendi yurdunuzda göz yummak zorunda kalacaksınız. Sevdiklerinize güvenmiyorsunuz da kendinizi silahlı ayak takımına mı emanet ediyorsunuz?”

'Tatlı Gelir Yaşamayana Savaş', popülizm ve militarizmin yeniden yükselişe geçtiği; sahip olunan silahlarla övünmenin, kimileri için matah bir eylem hâline geldiği ve hiç savaş görmemişlerin onu övmeye giriştiği günümüzde daha dikkatli okunmalı. Erasmus, 1515’te yazdığı bu metinle yalnızca geçmişi ve o dönemi yorumlamıyor, geleceğe seslenip barış için çağrı yapıyor.