Basitlik üzerine
Basitlik salt popüler bir minimalizm akımına, eşya azaltmaya veya bir süreliğine alışveriş yapmamaya indirgenmek yerine, doğayla bütünleşik bir yaşam, yerküreye saygı duyup kıt kaynakları akıllıca ve sürdürülebilir bir şekilde kullanmak, doğaya zarar vermemek, tüm canlıların yaşam hakkına saygı duymak gibi boyutlarıyla da ön plana çıkıyor.
Mitolojinin başlangıç cümlesidir: “Başlangıçta kaos vardı”.
Yunan mitolojisinde ilk tanrı olan Khaos, boş uzam, boşluk, şekilsizlik ve keşmekeşin simgesi. Sonsuz bir boşluk olan Khaos, ilk önce Gaya denen Toprak Ana'yı doğurdu. Ondan gün ve gece, aşk, yer altı karanlığı peyderpey var oldu.
John Gribbin, Derin Basitlik: Kaos, Karmaşa ve Yaşamın Ortaya Çıkışı adlı kitabında çevremizdeki karmaşıklığın içindeki basit neden-sonuç ilişkisine dikkat çeker ve kaostan karmaşıklık, karmaşıklıktan yaşama giden sentezden söz eder. Ve aslında her kapı, basitliğe açılır. Kaos kendi içinde müthiş bir yaratıcılık barındırır.
“DNA'nın yapısının ve kendini nesilden nesle nasıl kopyaladığının keşfi, moleküler düzeyde yaşam ve evrimi anlaşılabilir kılarken genel görecelik teorisi ve kuantum mekaniği gibi kavramlar, sırasıyla büyük ve küçük ölçekte bütün evreni açıklanabilir duruma getirdi. Yine de insan düzeyindeki karmaşa -yaşam düzeyinde- baki kaldı,” der Gribbin.
Geçtiğimiz Salı günü, dünyada Basitlik Günü olarak kutlandı. Hayatın karmaşıklığı arasında bir an için durup “basitlik neydi?” diye sormak için mükemmel bir fırsat.
Minimalizmin ve modernizmin öncü isimlerinden olan Mies van der Rohe’ye göre “az çoktur” (less is more). Rönesans’ın dehası Leonardo da Vinci’ye göre, basitlik, “karmaşıklığın son noktası”dır. Bir Latince deyişe göre ise, yalınlık doğruluğun mührüdür (Simplex sigillum veri).
Bir yandan da karşıtlıkların birlikteliğidir basitlik... Ne de olsa minimalizm akımında olduğu gibi küçük güzeldir, basitin içinde bir derinlik yatıyor.
Büyük Veri çağında, arama motorlarında bir tıkla evrenin birçok sırrına ulaşılabildiği bir dönemde yalınlığın, kolay erişilebilirliğin, basitliğin içinde devasa bir mühendislik harikası var.
Zamanımızın giderek daha değerli, gıda kaynaklarının giderek kıt, kullandığımız araçlarda giderek akıllı tasarımların ön plana geçtiği bir dönemde basitlik ve yalınlık gündelik pratiklerimizi de düzenlememize yardımcı olur. Karmaşık algoritmaları azaltıp yaşamı basitleştirmek yönünde artan bir gereksinim var.
Karmaşıklığın kontrolsüz şekilde arttığı, tutarsızlığın ve belirsizliğin yaygınlaştığı, beynin minimal ve yaratıcı düşünme becerisinin es geçildiği, mimari estetik duygularında zarafet yerine daha büyük ve yüksek olanın tercih edildiği sistemlerde ise başarısızlık ve kaos tüm ağırlığıyla kendini belli ediyor.
Tıpkı sürekli bakanların, yaklaşımların değiştirildiği, üst üste yığılmış bilgi katmanları arasından öğrencilere doğru bir seçki yapmada kronik zorlukların yaşandığı eğitim sistemimizde ve bu sistemin “meyvelerinin” PISA testlerinde uluslararası kıyaslamalı şekilde kendini gösterdiği gibi…
Veya çarpık kentleşme sonucunda dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul’un çirkin bir binalar yığınına dönüşmesi ve bu kaosun içindeki yalın güzelliklerin görünmez hale gelmesi gibi…
Metropollerdeki kaosun içinde basit olanı, yalınlığı, sadeliği bulmak ise giderek zorlaşıyor. Çünkü yapay ilişkiler, karmaşık yaşantılar, kaotik duygular içerisinde özümüzü yakalayamıyoruz.
Oysa, Occam’ın Usturası ilkesine kulak verirsek, şeyler gerekmedikçe çoğaltılmamalıdır; bir olgu açıklanırken mümkün olan en az varsayıma dayanmalıdır. Basit olanı yararsız, gösterişsiz görmek yerine, bir sorunu anlarken daha az varlıkla ve vakit kaybı yaşamaksızın en basit şekilde çözümlemek mümkün. Usturayla gereksiz olanı kesip atmak bizim elimizde.
İçinde insan sesi olan ilk senfoni olarak bilinen ve tamamı 74 dakika süren Beethoven’in 9. (Koral) Senfonisi’nin icrasında kalabalık bir orkestra ve “Neşeye Övgü” ile senfoniyi sonlandıran koronun birlikteliğindeki mucizevi uyumun içinde, kahramanlık, bağımsızlık, coşku, kardeşlik gibi güçlü kavramların aktarımındaki karmaşıklıktan türeyen yalınlığı hissetmemek mümkün mü? Bu senfoninin Beethoven’in neredeyse hiçbir şey duymadığı yıllarda bestelenmesi ise, bu yalınlığı besleyen bir diğer “içsel” etken olmuştu.
12 Temmuz Basitlik Günü’nün temelleri, 1817 yılında doğan ve basit bir yaşamanın felsefi arka planını geliştiren, sivil itaatsizlik anlayışının öncülerinden Amerikalı yazar-filozof Henry David Thoreau’nun doğum gününe dayanıyor.
Thoreau doğaya hayran biri. Bir yanıyla da sivil itaatsizliğinin bir uzantısı olarak vergi direnişçisi ve kölecilik karşıtı.
Basitlik Günü’nün amacı basit bir yaşama özendirmek ve sade bir bakış açısıyla sorunların kolayca çözülebileceğini göstermek. Barış ve huzur dolu sürdürülebilir bir yaşamın yolunun sadelik ve basitlikten geçtiğine inanan Thoreau’nun anısına, doğum günü olan 12 Temmuz gönüllü ve farkındalıklı bir biçimde basit olmaya adanıyor.
“Bir sürü insanla kadife bir minderde oturacağıma, sadece bana ait olan bir balkabağının üstünde oturmayı tercih ederim” diyen Thoreau, düşünen ve çalışan insanın yaratıcı yalnızlığını över ve yalnızlığı cana yakın bir dost olarak görür, kendi üslubuyla nefes almayı tercih eder, “en iyi hükümet en az hükmedendir” der, özgürlük verdiğimiz insanlara bir süre sonra esir olduğumuza dikkat çeker, insanların lükse olan arzularından dolayı acı çektiğini düşünür ve Walden Gölü kıyısında, şehirden ve modern hayattan kopuk bir şekilde geçirdiği mütevazi yıllarına dair deneyimlerine atfen “sadelik, sadelik, sadelik” der durur:
“Diyorum ki ikiden ya da üçten daha fazlasını, yüzleri ve binleri düşünme, bir milyon yerine yarım düzine say ve hesapların başparmağının tırnağına sığsın... Sadeleştir, sadeleştir. Günde üç öğün yerine, eğer gerekirse, bir öğün ye, yüzlerce tabak yerine beş tabağın olsun ve diğer her şeyi de bu oranda azalt...” (Walden, Henry David Thoreau, Zeplin Yayınları)
Thoreau, modernitenin kaosundan vazgeçerek ormanda, göl kıyısında bir yaşam deneyimler ve bu deneyiminden yola çıkarak da toplum ve devlete karşı sert eleştirilerde bulunur.
Dolayısıyla basitlik salt popüler bir minimalizm akımına, eşya azaltmaya veya bir süreliğine alışveriş yapmamaya indirgenmek yerine, doğayla bütünleşik bir yaşam, yerküreye saygı duyup kıt kaynakları akıllıca ve sürdürülebilir bir şekilde kullanmak, doğaya zarar vermemek, tüm canlıların yaşam hakkına saygı duymak gibi boyutlarıyla da ön plana çıkıyor.
“Dünyayı kullanılamaz kılmak” konusuna uzun zamandır kafa yoran Alman sosyolog ve filozof Hartmut Rosa’nın “hız kesmek için nadir bir fırsat” olarak değerlendirdiği bir çağdayız. Rosa da beş ay boyunca Almanya'nın güneybatısında Baden-Württemberg eyaletindeki ağaçlık dağ bölgesi Kara Ormanlar’daki köyünde kaldığı sürede zaman ve mekân anlayışında bir dönüşüme gitti ve dünyanın kullanım biçimi hakkında fikirlerini derinleştirdi.
Çevresi ve bedeniyle bir “rezonansa” girdi; çağımızda moda hale gelen “tükenmişlik” sendromunun aslında “iyi yaşamın daima daha hızlı yaşam olduğu” yönündeki yaklaşımın sonucundaki yabancılaşmadan kaynaklandığını ileri sürdü.
Alman sosyolog, dünyayı arzularımızın emrine verme ve her şeyi sınırsızca denetleme istencinin aslında bu dünyayı kullanılamaz hale getirme gibi bir karşıtlığı da doğurduğunu vurgular.
Dolayısıyla, basitlik, ruhsal bir dengeye ulaşmaktır. Yaşamın tüm fazlalıklarından silkelenmektir bir bakıma… Basitlik, yaşamınızı karmaşıklaştıran, ağırlaştıran, çetrefilli hale getiren tüm değer yargılarından da arınmaktır. Bireyleri cinsel, dinsel, dilsel, kültürel, etnik aidiyetleri yerine erdemleri, vasıfları, ürettikleri, değer kattıkları üzerinden değerlendirmektir.
Basit bir yaşam, kişinin gündelik faaliyetlerinde de öz benliğinin ayrımına varmasıdır. Yaşamına ağırlık yapan ilişkilerden, toplumsal baskıların zincirlerinden kurtulmak, neyi sevdiğinin ve neye mecbur olduğunun ayrımına vararak yaşamını basitleştirmek demek…
“Hayatınız ne kadar acımasız olursa olsun onunla yüz yüze gelin ve yaşayın, ondan uzak durmayın ve ona kötü isimler vermeyin. Sizin kadar kötü değildir. Siz en zenginken o en yoksul görünür. Kusur arayanlar cennette bile kusur bulurlar. Ne kadar sefil olursa olsun, yaşamınızı sevin. Düşkünlerevinde bile hoş, heyecanlı, güzel vakit geçirebilirsiniz. Günbatımı düşkünler evinin camından da, zengin birinin konutundan da aynı parlaklıkta yansır” der Thoreau.
Tıpkı NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu’nun çektiği kâinatın ilk tam renkli en derin fotoğrafında, evrenin 13,5 milyar yıl önceki bilinen ilk yıldızlarının görüntüsündeki ahengi ve kaos içindeki yalınlığı izledikçe duyduğunuz hayranlık ve evrenin başlangıcına ışınlanmışlık hissi gibi…
Yani basitlik hem doğanın hem de kişinin kendi sürdürülebilirliğini sağlaması için çabalaması anlamına geliyor.
Ekolojik dengenin yanı sıra ahlaki, vicdani, duygusal dengeyi de sağlamada yalın bir yaşam örgüsü son derece önemli. Kişi sırf oy verdiği parti, toplumun bir diğer kesimini ötekileştiriyor diye kendine dair hiçbir ahlaki değer yargısını sorgulamaksızın körü körüne partisinin çizgisinden gidiyorsa bu bir kaostur.
İranlı kadınların ve insan hakları savunucularının son dönemde başörtü yasaları özelinde ve kendilerine 1979 devriminden bu yana dayatılan şeriat yasalarına tepki olarak ülke ve dünya genelinde sürdürdükleri itirazlar da bu yalınlığa erişmede cesurca bir girişim… Çünkü tüm kadınlar gibi İranlı kadınlar da ne giyeceklerine kendileri karar vermek ve seçimleri yüzünden hapse atılmamak istiyorlar.
Bu kaosu yalın, dengeli bir basitliğe dönüştürmek ve kişisel normlarla toplumsal normlar arasında o altın oranı bulmak da sade bir yaşam doğrultusunda atılan değerli bir adım.
Dolayısıyla, “basit bir yaşam” uğruna beyaz yakalı gencin tası tarağı toplayarak köye yerleşip kırsal yaşantıyı deneyimlemesi veya yoksulluğu yüceltmesi, sağa sola yüklediği şalvarlı ve yemenili fotoğraflarının altına “carpe diem” yazması gibi bir felsefenin çok ötesinde bir perspektiften söz ediyorum. Basit bir yaşam, özgürlüktür, farkındalıktır, kişinin yaşam pratikleriyle hayattan istedikleri arasındaki çelişkileri ortadan kaldırma uğraşıdır.
Thoreau’nun felsefesinin izinden gidenler bir süredir “Simplicity Collective” ismini verdikleri bir ağ altında bir araya geliyorlar. Dayandıkları fikir, azalan kaynak ve enerji tüketiminin, tüketim kültürü karşısında kalıcı bir alternatif olabileceği ve böylelikle daha basit bir yaşantının temellerinin döşenebileceği… Mahatma Gandhi’nin izinden giderek, “dünyada görmek istedikleri değişimin kendisi olmak” için bu konudaki makaleleri, projeleri, girişimleri paylaşıyorlar. “Kendi yaşamımızın ve gelecek neslin şairi olalım” şiarıyla örgütlenen bir ağ etrafında ortak bir akıl ve sağduyu geliştiriyorlar.
Ve tıpkı münzevi Thoreau’nun Walden gölü kıyısından bizlere seslendiği gibi: “Başka bir tecrübe daha kazandım. Kendime dedim ki önümüzdeki yaz bu kadar çalışıp fasulye ve mısır ekmeyeceğim; samimiyet, hakikat, basitlik, inanç, masumiyet gibi tohumları tabii bu tohumlar kaybolmamışsa, ekeceğim ve bu toprakta daha az çalışmayla ve gübreyle yetişip yetişmeyeceğine bakacağım. Neden tohumluk fasulyeler için kaygılanıyoruz da insanlığın yeni nesli için hiç kaygılanmıyoruz?”
Webb uzay teleskobunun nihai amacı evrende var olan ilk ışığın ve yaşamın köklerinin izini sürmek. Özünde, geriye dönük bir zaman yolculuğu yaparak Büyük Patlama’nın hemen sonrasını anlamlandırmak… Kimbilir birçoğumuzun amacı da, günün birinde kendi yaşamlarımızda bir yolculuğa çıkarak hayatın kaosu içinde kendi yalın özünü bulmak olabilir.