Başka bir şimdi ve gelecek hayal etmek
Renata Avila ve Srécko Horvat’ın hazırladığı 'Her Şey Değişmeli', Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Kitapta bir kapitalizm krizi olan Covid-19’dan sonra dünyanın nasıl şekilleneceği tartışılıyor.
Pandeminin adının konduğu günlerde, Slavoj Žižek, “kolektif bir akıl hastalığı çağının eşiğinde olduğumuzu” söylemişti. 2019 sonlarından beri dünyayı etkileyen salgın, Žižek’in cümlesini doğrularcasına “eski normalleri” paranteze almamıza ve “yeni normallerle” yaşamaya zorladı hepimizi. Gerçi süratle geliştirilip uygulanan aşılar bir ölçüde insanlığı umutlandırdı ama pandemi pek hız kesmedi. Covid-19’la ilgili bugün sahip olduğumuz bilgileri yolda ve yaşayarak öğrendik, virüs her seferinde bizi şaşırtmayı başardı ve daha öğrenmemiz gereken çok şey bulunduğunu hatırlattı.
Başından beri bir halk sağlığı sorunu olan Covid-19 pandemisi, söylenenin aksine herkesi eşitlemedi; tedavi ve aşı süreçleri, bu eşitsizliği bütün çıplaklığıyla gösterdi. Neoliberal kapitalist sistemin kâr odaklı sağlık anlayışı, pandemiyle beraber büyük bir sınavdan geçti ve başarısızlığı tescillendi. Bilgi olan ve olmayan ayrımının yanı sıra pandemi yönetiminde şeffaflığın ne kadar büyük bir öneminin bulunduğu da 2019 sonbaharından itibaren enikonu anlaşıldı.
Donatella Di Cesare, “bir nefes felaketi” diye nitelediği Covid-19 pandemisinin yarattığı ve ileride yaratabileceği krizleri, 'Egemen Virüs' başlıklı kitabında şöyle anlatmıştı: “Felaket yönetilemez ve neoliberal yönetişimin tüm sınırlarını ortaya çıkarır. Varlığı aşındıran, habitatı, alışkanlıkları, yerleşimi ve birlikte yaşama ihtiyacını değiştiren, tarihin gidişatını belirleyen bir kesinti… Geri döndürülemez ve onarılamaz olanın mührüne sahip. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yakın geçmiş, unutulmuş ve çökmüş uzak bir dünya gibi görünüyor. Şimdinin dünyası ise şiirsel olmayan ve trajik; nefessiz kalıyoruz (...) Oyunun sonu, kurtuluş ve sağlık olacak. Burada güvenlik güçlerinin bir faydası yok. Korona virüsüyle ve belki de başkalarıyla yaşamamız gerekecek. Bu da ortak kırılganlığın yeniden keşfi olup üst üste binen ve çaprazlanan karmaşık çevrede yaşamın geri kalanıyla birlikte yaşamak anlamına gelecektir.”
Renata Avila ve Srécko Horvat’ın yayına hazırladığı; pandeminin en çok can yaktığı dönemde yazarlar, aktivistler, ekonomistler, sanatçılar, siyasetçiler, sosyologlar ve farklı toplumsal kesimlerden entelektüellerle yapılan söyleşilerden oluşan 'Her Şey Değişmeli'de, aslen bir kapitalizm krizi olan Covid-19’dan sonra dünyanın nasıl şekilleneceği ve pandeminin ilk dönemdeki etkileri tartışılıyor.
SAVAŞ İÇİN DEĞİL ŞİFA İÇİN BÜTÇE
Horvat’ın Covid-19’u “malların serbest dolaşımının, insanların serbest dolaşımından öncelikli kılan bir kriz” diye nitelemesi bile aslında neyi değiştirmemiz gerektiğine ilişkin önemli ipuçları veriyor. Pandeminin bize gösterdiği bir başka gerçek, var olan sınıf savaşının daha da derinleştiği: Zenginlerin daha çok zenginleştiği ve sayılarının arttığı, yoksulların biraz daha fakirleştiği, pandemiden yoğun olarak etkilenen ve geçinmekte zorlanan insanlar yerine, eşitsizlikleri derinleştiren küresel şirketlerin kurtarılmaya çalışıldığı ve oluşturulması gereken “fiziksel mesafe” yerine kasıtlı biçimde “sosyal mesafeye” vurgu yapılarak “gözetim kapitalizminin” genişletildiği bir süreç bu.
Böyle sorunlu bir dönemde ve insanların tecritte yaşadığı 2020’de bir araya gelenler, Horvat’ın özetlediği amaç etrafında buluşup “eski” ve “yeni normalleri” tartıştığı bir direniş başlatıyor: “İnsanlar sadece bir virüs yüzünden değil, kaynak çıkarma, genişleme ve sömürüye dayalı bir dünya sistemi ile polis şiddeti yüzünden de boğuluyor. İklim krizi, nükleer tehdit, salgınlar ve ırkçılık: Bunlar küresel kapitalizmin dört atlısıdır; onun doğaya, insana, geleceğe uyarladığı şiddetin farklı veçheleridir. Eğer bunun değişmesini istiyorsak hiçbir şey olduğu gibi kalamaz.”
Neoliberal kapitalist virüsün bir varyantı olan Covid-19 nedeniyle 2020’nin ilk günlerinden itibaren başlatılan küresel tecridin, günlük işlerde çalışarak hayatta kalmaya uğraşan yoksul kesimin sırtına ağır bir yük bindirdiğini hatırlatan Vijay Prashad, hem salgın hem de tecrit yönetiminde hükümetlerin beceriksizliklerine dikkat çekiyor. Kamusallığın öneminin pandemiyle tescillendiğinden ve savaş için değil, şifa için bütçeden bahseden Prashad, Covid-19’un doktorlar ve bankacılardan birini tercih edenler arasında fikir çatışmalarını tetiklediğini vurguluyor.
Pandemi, kendi mizahını ve metaforlarını yaratırken ölüm korkusu ve hayatta kalma telaşı da sosyal hayatı sekteye uğrattı. Öte yandan Covid-19, Noam Chomsky’nin ifadesiyle bir “demokrasi krizi”ne neden oldu ve kullandığımız dili “savaş zamanlarındaki seferberlik” jargonuyla buluşturdu. Bunlar, “eski normaller” sırasındaki atomize olmuş bireylerin tecritlerini güncelledi ve “yeni normaller”e uyarladı.
“Yeni normaller”den biri olan, özel alanların uzaktan iletişim ve çalışma nedeniyle kamusallaşması üretim biçimlerini, eğlence anlayışını ve hatta aşk algısını değiştirdi, zaman ve kısıtlanmışlık arasındaki güçlü ilişkiyi bir kez daha fark etmemizi sağladı. Ece Temelkuran’ın dediği gibi böyle bir dönemde, “en apolitik insanlar bile ihtiyaç ânında olayları siyasi açıdan düşünmeye başladı”, korku ve dayanışma ise fiziksel mesafeye uygun biçimde kol kola girdi. Beri yandan, sistemin işlemesi için sokağa çıkıp çalışmak zorunda olanlar ve kendisini tecrit etme ayrıcalığına sahip kişiler arasında bir gerilim yarattı pandemi.
YENİ BİR SOĞUK SAVAŞ MI?
'Her Şey Değişmeli'de, kendisiyle söyleşi yapılan kişiler, Covid-19 pandemisinin, neoliberal kapitalist sistemin kirli yüzünü belirgin kıldığını, özgürlük-güvenlik ikileminin yeniden gündeme geldiğini, faşizm-demokrasi çelişkisini tetiklediğini, “eski normaller” ile “yeni normaller” arasında bir uçurum yarattığını, kamusal-özel ayrımının dramatik sonuçlarının görüldüğünü vurguluyor.
Peki, ya sonrası?
Brian Eno, pandeminin ardından dayanışmanın önem kazanacağını düşünenlerden: “Sosyalleşmek ve bir arada olmak gibi, geleneksel endüstrilerin aniden durmasıyla ortaya çıkan büyük boşlukları aşmak için birlikte çalışmak gibi, insanların şu son birkaç ayda (belki biraz daha uzun süredir) edindiği becerilerin geleceği inşa etme sürecimizin bir parçası olacağını umuyorum ben. Richard Sennett DiEM TV’de dayanışmanın bir zanaat olduğunu söylemişti, ben de aynı fikirdeyim. Dayanışma kendiliğinden gerçekleşmez; birlikte talim edip geliştirmemiz gereken bir şeydir. Dayanışmanın, öfkenin ürünü olduğuna inanmadığını da söylemişti Sennett. Öfke, insanları dayanışma kurmaya teşvikte etkilidir ama dayanışma için tefekküre, önemsemeye ve düşünmeye de ihtiyacımız var. ‘Birlikte daha önce yapamadığımız neler yapabiliriz?’ diye sormamız gerekiyor. Çünkü unutmayalım ki dayanışma zanaatı için kullanabileceğimiz bir sürü yeni araca sahibiz.”
Öte yandan Evgeny Morozov, çözümcülük ideolojisinin pandemi sonrasında, sunacağı teknolojik imkânlarla toplumsal dönüşümü engellemede önemli görevler üstlenebileceğini, bununla bağlantılı olarak gözetim kapitalizmini büyütebileceğini ya da evrensel eğitim ve sağlık sistemlerini destekleyerek alternatif bir gelecek hayal etmeyi kolaylaştırabileceğini söylüyor.
Daniel Ellsberg ise pandeminin etkisiyle neoliberal kapitalist sistemin kirli çamaşırlarını ortalığa saçacak ifşacıların artmasını umut ettiğini ve bunun “acil küresel ihtiyaç” hâline geldiğini belirtiyor.
Stephanie Kelton, meseleye nasıl bir dünyada yaşadığımızı ve nasıl bir dünyada yaşamak isteyeceğimizi bilmenin öneminden bahsederek yaklaşıyor: “Okurların farklı bir dünyanın mümkün olduğunu, yolumuzun üzerindeki birçok engelin meşru olmadığını, bu dünyayı inşa edebilmek için farklı, gerçek sınırlılıklara odaklanmamız gerektiğini görmelerine yardımcı olmak istiyorum. Mesele güç kazanmak ve ardından da dünyayı yaşamak istediğimiz yere dönüştürebilmek.”
Tarık Ali, pandeminin önemli bir sonucunun Çin’e karşı yürütülecek yeni bir Soğuk Savaş olacağını düşünüyor. Diğerinin ise Avrupalılar ile kıtaya ayak basmak isteyen mülteciler arasında şiddetlenecek gerilimler olduğunu öngörüyor.
'ESKİ VE 'YENİ NORMALLER' ARASINDAKİ ÇİZGİ
Covid-19 pandemisine ve sonrasına ilişkin fikirler ve tartışmalar muhtelif. Görüşlerine başvurulan isimlerin ortak vurgusu, pandeminin herkesi yorduğu ve daha çok yoracağı. Çünkü Renata Avila’nın da dediği gibi “küresel oligarşi, bütün kaynaklarını ve siyasi gücünü Covid-19 pandemisinden sonrasını tümüyle kendi lehine çevirmek için seferber ediyor.” Çoğunluk ise teknolojiyi kontrol eden az sayıdaki şirketin özelleştirdiği kamusal hayatı ve siyaseti geri almaya uğraşıyor.
Kitapta fikir beyan edenler, pandeminin küresel kriz diye nitelendiği, yaşamın durma noktasına geldiği ve büyük karantinaların ruhumuzu sıktığı; sosyal, kültürel ve ekonomik sıkıntıların baş gösterdiği günlere yeniden bakmamızı sağlıyor. Bugünlerde, o dönemi anımsamak önemli çünkü her an oraya geri dönme olasılığı kapıda.
2020 başından bu yana köprünün altından çok varyant aktı ve pandemi bunların yenilerine gebe. Ufukta yeni krizler de görünüyor. Tam da bu nedenle her şeyin başına dönüp o günlere bakmamız, “eski” ve “yeni normaller” arasına ince bir çizgi çekmemiz gerekiyor. Öte yandan, bizi bugünlere getiren ve kimilerine daima kazanacağını düşündüren sistemi de değiştirme vaktinin çoktan geldiğini hatırlatıyor pandemi.
'Her Şey Değişmeli'de söz alanlar, bu dönüşümün zorunluluğuna atıf yapıyor: “Başka bir şimdi hayal etmenin” ve neoliberal kapitalist sistemin yaşamlarımıza soktuğu Truva atını yenmemiz gerektiğini belirtiyorlar…