YAZARLAR

Başka deniz elbet var

Sık yinelenmiştir, son modernist yönetmenlerden Angelopoulos'un klasik Yunan mitoloji ve yazınından yararlanan filmleri tarihin içinde yolculuk ve tanıklık filmleridir…kaldı ki  Angelopoulos da “Ulysses – Odysseia hakkında iki film çekmem tesadüf değildir.” diyecektir.

Pire yakınlarında gerçekleşen motosiklet kazası haberi her gün rastlananlardan biri olarak gazetelerde yer alabilirdi. Kazada motosiklet sürücüsü değil, “yaptığı her filmin her sekansına kendi sanatsal kişiliğini silinmez bir damga olarak basmayı başarmış sinemacı Theo Angelopoulos"* hayatını kaybetmişti. (Vedasız ve zamansızdı, acısı kor gibi içimizde ve devam ediyor.) O nedenle olay sıradan bir haber olarak yer almadı… Hatta Kathimerini gazetesi  Angelopoulos’un ölüm haberini ölümünün kuşkulu olabileceği iması ile manşetten verdi. Angelopoulos, 14. ve ölümüyle tamamlanamayan Öteki Deniz adını taşıyan filminin konusunda Yunanistan ekonomisinin her daim çalar saati olmuş, ona göre  “iç ve dış sürekli bir göç gibi, gemilerin sürekli kalkış ve gelişleriyle her şeyin olduğu yer” Pire limanı vardı. Angelopoulos’un 20. yüzyıl üçlemesinin sonuncu filmi Öteki Deniz (‘Başka Deniz’ mi denilmeli?), o yıllarda ülkesini saran ekonomik kriz/borç sorunları üzerinden gelişen, ayrıca yirminci yüzyıl boyunca yaşayan, öldüğündeyse (1998) bu yüzyıl sona ermek üzere olan” annesinin ve onun “belli bir açıdan benim yüzyılım olduğu da gerçektir.” sözünü doğrulayan Ağlayan Çayır, Zamanın Tozu sonrası üçüncü filmi olacaktı.

Filme başlama düşüncesinin Bertolt Brecht'in “Üç Kuruşluk Opera”sından geldiğini de söyler, ama nasıl geliştirmekte olduğu, nasıl biteceği konusunu asla bilemeyeceğiz. Belki notları arasında bazı bilgilere rastlanıp okunabilirdi, Temmuz 2018’de Atina yakınlarındaki birçok evi kül eden ve can alan yangında evi, kitapları, mektupları ve yazışmaları, tüm arşivi, kısaca kültürel mirası da yok oldu, evi bir harabeye döndü. Öncesinde daha trajiği zaten olmuştu.

Theo Angelopoulos, 'Öteki Deniz' için bir sahne çekiminden dönerken kazaya uğradığı Drapetsona otoyolunda.
Angelopoulos’un Atina yakınlarındaki yanan evi.

Yapımcısı Lambropoulos'a göre “göçmenleri taşıyan kamyonların nasıl düzenlenmesi gerektiğine ilişkin talimatlar vermek için yolun karşısına geçti. Dönüşte karşıya geçerken sürücüsü ‘sözde görev başında olmayan bir polis memuru’ motosikletiyle çarptı. Costas Gavras’ın Ölümsüz (Z) filmine de konu olan Birleşik Demokratik Sol (EDA) Milletvekili Grigoris Lambrakis’in öldürülüşü gibi politik bir cinayet-vaka olduğunu düşünmemek elde değil…

6.Cumhurbaşkanı Karolos Papulias’ın (Nazi işgali günlerinde direniş önderiydi, Albaylar cuntasına karşı savaşım veren Sosyal Demokratlar Birliği’nin kurucusuydu) Angelopoulos defnedilirken yaptığı "Sinematik hikaye anlatımındaki atmosferi, sembolizmi ve tarihsel bağlamı, üretmekte olduğu sanatın ötesine geçti ve genç sinemacılara ilham verdi." sözleri unutulmamalı.

TARİH İÇİNDE YOLCULUK

Sık yinelenmiştir, son modernist yönetmenlerden Angelopoulos'un klasik Yunan mitoloji ve yazınından yararlanan filmleri tarihin içinde yolculuk ve tanıklık filmleridir… Kaldı ki  Angelopoulos da “Ulysses – Odysseia hakkında iki film çekmem tesadüf değildir.” diyecektir. Ulysses’in filmi zatan bellidir (Ulis’in Bakışı), Odysseia ile benzerliği nedeniyle diğeri tabii ki Kitera’ya Yolculuk (1984) filmidir.

Kitera'ya Yolculuk (1984) - Sol siyasî suçlu olarak kaçtığı Sovyetler Birliği’nden otuz iki yıl sonra Yunanistan’a dönebilen Spyros’un hikayesi .

Kitera’ya Yolculuk filmindeki yönetmenin yıllarca sürgünde kalmış babası Spyros -adıyla öyküsüyle Angelopoulos’un babası-, Odisseus’un İthaka’ya dönüşünü temsil etmektedir. Bir iki zorunlu ayrılığa karşın İskenderiye’ye dönen, tüm ömrünce orada yaşayan  Kavafis’in şimdi müze  olan evini yıllar önce İskenderiye’de ziyaret ettiğimde ilk aklıma gelen ‘İthaka’ şiiri olmuştu.

İthaka'ya doğru yola çıktığın zaman,
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
Ne Lestrigonlardan kork,
ne Kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon'dan.
Bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer. (…)

Hiç aklından çıkarma İthaka'yı.
Oraya varmak senin başlıca yazgın. (…)
Geçtiğin bunca deneyden sonra öyle bilgeleştin ki,
artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini İthakaların.

ÜSTÜ ÖRTÜLEMEYEN TARİH

Şiirdeki gibi ‘İthakaların’ ne anlama geldiğini filmlerinde anlatmaya çalışan Angelopoulos kimlik ve hafızaya dair karmaşık soruları keşfetmek için filmi kullanan, kameralı bir şair ve düşünür” olarak tanınacaktır.

Faulkner'ın dünyanın bir roman olmak için yaratıldığına dair sözlerini sevmektedir.

Yani benim durumumda -filmler bir yaşam biçimi-, dünyanın bir film olmak için yaratıldığına inanmak istiyorum.”

Ağlayan Çayır (2004), Savaş ve dikta rejiminin yok ettiği aşklar ve hayatlar üzerine

İlk filmlerinden başlayarak Brecht’in sanat anlayışının etkisiyle öne çıkan siyaset, göç, kültür ve çalkantılı yakın tarih arasındaki bağlantıların, karanlık gök, yağmur ve karlı, soğuk hava manzaralarının, panoramatik uzun çekimlerin, dairesel kamera hareketlerinin ona özgü estetik kurgu ile beyaz perdeye yansıdığı görülür.  Birkaç filminin adını hatırlamak bile yeterlidir. ..

 Bir dizi sınırı aşmaya cesaret eder: uluslar arasında; tarih ve mit, geçmiş ve bugün, yolculuk ve yola çıkamayanlar arasında; ihanet ya da birlikte yaşama duygusu, rastlantı ve bireysel yazgı, gerçekçilik ve gerçeküstücülük, sessizlik ve ses arasında; görülen ile saklanan ya da görülmeyen arasında ve Yunan olan ile olmayan arasında…” (Andrew Horton)

Kendisine sorulduğunda, çocuklukta görülen filmlerle canlandığı gibi “rüyalara giren, duvarlarda büyüyen gölge ve çığlıklar” ilk öykü denemelerine girer, ilköğrenim günlerinden Homeros ve öncesinin trajedilerin şiirlerini, mitoloji öykülerini belleğinde taşır, edebiyat ve şiirle olan ilişkisi, onu dil, estetik ve sanat üzerine araştırmalara yaklaştırır.

Daha sonra, 60ların başından itibaren Pariste, politik hareketliliğin arttığı günlerde, Aristonun dramatik sanat tanımını bir noktaya kadar çürütmeyi başaran Brechtin epik tiyatrosu benim için bir dayanak noktası olmaya başlamıştı. Sonra ilk filmlerim, yolculuk, sınırlar, sürgün…”

Filmlerinin konusuna uygun mekanları bir otomobil, fotoğrafçı bir yardımcısı ile sessizce yolculuk yaparken görüntülerde doğar.

“…silü­etleriyle beraber doğarlar, kendi renkleriyle, kendi tarzlarıyla, hatta çoğu zaman da kendi kamera hareketleriyle, kendi estetik dengeleriyle ve ışıklarıyla.”

Tabii ki, çektiği yüzlerce fotoğraf bellek görevini görür, ama Angelepoulos’a göre film çekilmeden de hiçbir şey bitmez.

Filmin çekimleri esnasında her şey yeni gerçekliğine dayandırılarak yeniden üretilir.”

Angelopoulos’un Florina'da filmlerinde de kullandığı taverna To Diethnes Kafenio Ouzeri

MASALARDA TANIDIK MEZELER

Tüm bu filmlerde anlatılana bağlı, belki Gezgin Oyuncular filmindeki ünlü “Son Akşam Yemeği”ni çağrıştıran toplu yemek dışında ama çoğunlukla Yunanistanın kuzeyinde küçük, kayda değer bir özelliği olmayan kasabalardaki tavernalarda kurulu  masa-sofralar üzerinde görülenler ne olabilir ki?

Bu sorunun yanıtını, çoğu tanıdık mezeler, yemekler, hatta Uzo, Tsipouro, Metaxa gibi içkileri hemen sıralamak bizim için kolaydır. Ama ilki Kiteraya Yolculuk, Arıcı, Puslu Manzaralar, Leyleğin Geciken Adımı,  Ulisin Bakışı, Sonsuzluk ve Bir Gün, Ağlayan Çayır… bu yedi filmin mekanı olan Florina’da ‘ikinci evi’ yaptığı bir zamanlar otel/kafe olarak kullanılan şimdi tsipouro/çipurosu ile ünlü To Diethnes Kafenio Ouzeri’nin işleticisi onun masasına yerleştiğinde sipariş verdiği  Metaxa ve kahvesini içmekten zevk aldığını belirtir.

Florina’nın ünlü kırmızı biberleri, kefalotyri saganaki ve kabak topları içilen çipuroya eşlik için söylemiş olabilir, öyle görünüyor ki uzun süre orada kalmayı, çevresindekilerle sohbet etmeyi seviyormuş. Tabii ki istenirse acılı lahana turşulu politiki salata (Yunanlılar bu salataya "İstanbul Salatası” diyormuş), Gigantes (fırında kuru fasulye),  tirokafteri (beyaz peynir, acı biber, közlenmiş biber, zeytinyağı, limon suyu, sarımsak, kekik, yoğurt ya da cacık) İzmir köfte, hatta tas kebabı masaya gelecektir.

Angelopoulos’un atıştırması gibi, yukarıda adı geçen filmlerin oyuncuları da, örneğin Harvey Keitel’de tavernanın müşterisi olmuştur, onun tercihi köy ekmeğinden yapılan peynirli, domatesli, kırmızı biberli, yumurtalı sandviçmiş. Bir ara Angelopoulos’a şunu söylediği duyulur: “Biliyor musun, senin bir plan çekim için harcadığın zamanda, Tarantino filmini çoktan çekip bitirirdi.” (Ulis’in Bakışı yaklaşık üç saat sürer, bazı sahneler Florina, Selanik, Mostar, Bosna, Vukovar, Bükreş Köstence, Belgrad’ta çekildi.)

Harvey Keitel Ulis’in Bakışı’nda Yunan asıllı yönetmen A’yı canlandırır.  Amerika’da 35 yıl geçirdikten sonra filmlerinin gösterisi ve Balkanların -bizim için- ilk sinemacı olan  Manaki kardeşlerin kayıp üç rulo filmini bulmak için doğduğu kasabaya döner.    

Ulis'in Bakışı (1995)
BİR KUŞAĞI SARAN KRİZ

Manakilerin efsanevi filmlerinin izini acılı bir coğrafyada sınırları aşarak sürecektir. Angelopoulos’a göre, bu arayış, sadece film rulolar ıiçin değil, bir kameranın çektiği ilk karenin saflığının, sonsuza kadar kaybetmiş olduğumuz türden bir  heyacanın Sarajevo’da biten arayışıdır. Gerçekte, sadece kendini değil büyük ölçüde Angelopoulos’un da içinde olduğunu belirttiği bütün bir kuşağı saran krizden çıkış yolunu aramaktadır. Yönetmen A orada yirmi yıl süren çileli yolculuğunun sonunda Phaiaklı denizciler tarafından İthake’ye bırakılan ama kendi yurdunu tanıyamayan Odysseus olduğunu fark edecektir.

Sonuçta film, “mekanın özelliğini aşarak daha evrensel kaygılara yönelir; hem coğrafi hem psikolojik ulusal sınırlar sorunsalı, sevgi ve masumiyet ve kişisel kimlik duygusu için sonsuz bir arayış…” olacaktır. (Geoff Andrew) Angelopoulos,  Ulis’in Bakışı filminde aranan şeyin sadece sinemasal bir ilk bakış olmadığını ayrıca belirtir.

Tüm dünyaya ilk defa bakıyormuş gibi yeniden bakılmalıdır. Bunun içinse insanların yeni bir iletişim biçimine ihtiyacı vardır.” (Oysa o yeni iletişim biçimini ciddiyetle ne aradık, ne bulabildik.)

Film boyunca A.’nın farklı ülkelerde karşılaştığı kadınları aynı oyuncu oynar. Angelopoulos bu kadınların Odyseia’daki dört kadın olduğunu söyleyecektir.

Gezgin Oyuncular-dört saatlik bu epik film, Angelopoulos'un Yunan tarihine yolculuğa çıkardığı üçlemenin ikinci filmi (1975)
HALK DESTANI BİR FİLM

Sadece Angelopoulos’un değil, sinema tarihinin de en önemli diyalektik (epik) filmlerinden biri olarak gösterebileceğim Gezgin Oyuncularda ne yaptığını şöyle açıklar:

Yunan halkı, ölü taşları okşayarak büyümüştü. Mitolojiyi yükseklerden alıp, halkın ayağına getirmeyi denedim.”

Odysseus dışında, klasik Yunan trajedisinin bir başka akla getirdiği Atrides (Elektra) efsanesini kullanır.  Gezgin Oyuncular buna örnek film olacaktır.

Atrides efsanesi Angelopoulos’a göre 1939 ile 1952 yılları arasında yaşanan ve ulusal bellekte derin izler bırakan toplumsal olaylar üzerine  -İkinci dünya Savaşı ilanı, Nazi İşgali, direniş ve kurtuluş günleri, iç savaş, 1952 seçimleri-  görsel/Brecht estetiğine dayalı bir anlatı kurmasına yardımcı olacaktır. Ve tabii ki çekimlere başlamadan önce sansürün varlığı, Politeknik olaylarının tüm şiddetiyle patlaması ve ardından Yoannides  darbesi (Görünmez Diktatör olarak da bilinen 1967-74’e kadar ülkeyi yöneten cuntanın önde gelen isimlerinden biriydi), tüm bunlar Yunanistan’da belki de hiç gösterilmeyecek bir film yapmaya değip değmediğini düşündürtür. Tüm baskı, tehditlere karşın ne olursa olsun Gezgin Oyuncular filmini çekecektir.

36 Günleri Yunan modern tarih üçlemesinin ilk filmi (1972)

Bir önceki filmi 36 Günleri’nin kendi sözleriyle bir diktatörlüğün portresi olduğunu açıklar:

Gezgin Oyuncular bir bakıma onun devamı olup, bu portreye adları ve özellikleri verdi. 1952 yılını katliamlarının iç savaşı sona erdirdiğine ve sağcılarla Papagosun (İç Savaşta komünistlere karşı çarpıştı, mareşal yapıldı, kurduğu sağcı Yunan Canlanışı adlı partisiyle seçimleri kazandı)  zaferini kutsadığına inandığım için film o yıla kadar devam etmektedir.”

Angelopoulos’a göre yakın dönem Yunan tarihinin analizinden çok bir halk destanı olmuştur.

ÖTEKİ DENİZ, BAŞKA DENİZ

Öteki Deniz”e gelince, ‘su’ ve ‘deniz’ de Angelopoulos filmlerinde yinelenen ‘motif’lerden biridir, örneğin her filminde ‘düğün’ vardır. Şemsiye, ilk filmi ‘Tatbikat’dan bu yana yer alır. Sarı renk, gri bir manzaranın olduğu ‘Kitera’ya Yolculuk’ta başlar. Çok merak ederdim karakterlerinin üzerindeki sarı renk yağmurlukları. Meğer ‘Kiteraya Yolculukta oyunculardan birinin uzak çekimi gerekliymiş, yağmur yağıyordu ve bir yağmurluk gerekliydi, ben de sarı olsundedim ve böylece sarının tarihçesi başladı” açıklamasını yapacaktır.

Eleni Karaindrou’nun müziği ile Sonsuzluk ve Bir Gün filminin şiirsel anlatımı yoğunlaşır.

Gezgin Oyuncular”da bir Yunan ailesi sahilde İngiliz askerleri tarafından köşeye sıkıştırılır. ‘Deniz’ kaçmalarını engeller. Film boyunca birkaç sahnede deniz karakterlerin ilerlemesini engeller. 

Ölmekte olan bir şairin geçmişle ve ‘şimdi’yi sorgulamasının öyküsü Sonsuzluk ve Bir Gün’de deniz bir kapıdır. Sanki, yaşam ve ölüm arasında duran bir kapı… Neruda’nın şiirindeki gibi “Karanlık kapıyı tuttu aydınlık/Değişime uğradı acılar/Gerçek bu ölümde yaşam oldu.”

Angelopoulos ve onun kuşağının keder ve düş kırıklıklarını yaşadığı bir dünyada sadece sınır işlevi gören ‘deniz’ yerine, açıklık ve özgürlüğün denizini, ’öteki deniz’i ve “filmine Öteki ya da Başka Deniz” adını boşuna seçmediğini düşünüyorum.

Yaşadığı günlerde “Dünyanın şimdi sinemaya her zamankinden daha fazla ihtiyacı var.” görüşündeydi. Sinema sanatına herkesten çok ve farklı bağlıydı, ikinci hayatıydı-paralel bir hayat: “Sinema, içinde yaşadığımız, bozulan dünyaya karşı son önemli direniş biçimi olabilir.” onun sözleriydi…

Ve şimdi Angelopoulos’a daha çok ihtiyacımız var.

* Cannes Film Festivali hatırlattı; Kitera’ya Yolculuk filmiyle En İyi Senaryo Ödülü'nü ve FIPRESCI Uluslararası Eleştirmenleri Ödülü'nü kazanmıştı. 1995’te  Ulis’in Bakışı ile Cannes Film Festivali'nde Jüri Büyük Ödülü/Grand Prix kazandı, ama hiç de hoşnut olmadı. 1998'de Sonsuzluk ve Bir Gün ile Altın Palmiye aldı. (Yazımda Dan Fainaru’nun derlediği Angelopoulos kitabından /Agora Kitaplığı/ yararlandım. Sevindirici olan birkaç üniversitede YL tezlerinin yapılmış olması.

———————————-

Kabak Topları

        1 adet kabak (rendelenmiş, suyu sıkılmış)

        2 dal taze soğan (doğranmış)

        1 yumurta

        5-6 dal maydanoz ve dereotu, kekik (kıyılmış)

        2 diş sarımsak (ince rendelenmiş)

        Yarım su bardağı galeta unu ya da ekmek kırıntısı

        1/2 su bardağı rendelenmiş kaşar peyniri

        Tuz, karabiber

        1 tatlı kaşığı limon suyu

        3 yemek kaşığı zeytinyağı

Kabakları bir kaseye alın, doğranmış soğan, sarımsak, yumurta, galeta unu, peynir, taze soğan, maydanoz, dereotu, kekik, tuz ve karabiber ekleyip iyice karıştırın. Daha sonra top şekli verin ve yağlı kağıt serili fırın tepsisine dizin. Üzerlerine zeytinyağı sürün. Önceden ısıtılmış 180 derecedeki fırında 25-30 dakika pişirin. Yoğurtlu sos (yoğurt, labne peyniri, taze soğan, kuru nane vs.) ile servis yapın.


Oğuz Makal Kimdir?

Sinema alanında ilk doktora yapan öğretim üyesi. 1997 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde profesör oldu. Yemek ile sinema arasındaki ilişki yeni ilgi odağı, bu alanın filmlerini ve toplumsal-kültürel tanıklıklarını kitaplaştırmak için araştırmaya devam ediyor. Sinema Tarihi, Film Kuramı, Türk Sineması, Sinema ve Diğer Sanatlar, Sinema ve Tarihi İlişkisi gibi dersler veren, tezler yöneten Makal, Uluslararası İzmir Film Festivalini kurdu, 2001 yılına dek on bir yıl yönetti… Kısa, uzun, belgesel filmler yaptı, son yıllardaki birkaç belgeseli: El Cezeri, Eğitmenler, İstanbul’da Bir Gizli Bahçe-Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi, Uzak ve Yakın, Suriye Mutfağı İstanbul’da, Merdiveni Arayan Adam. Bazı kitapları ise: Sinemada Yedinci Adam, 1895-1950/İzmir Sinemaları Tarihi, Fransız Sineması, Beyazperde ve Sahnede Nazım Hikmet, Sinemada Tarihin Görüntüsü, Yönetmenleri ve Filmleriyle Gülmenin Sineması.