'Başka türlü olmayacak’
Kimisi Fakir Baykurt gibi yazarak (da) hayatı güzelleştirir, kimisi Önder gibi yaşayarak eyleyerek… Önder de aynı şeyi söylerdi: ’’Hayatın düşmanlarıyla savaşa duracak / Başka türlü olmayacak.’’
Nusret Gürgöz*
Önder Saraç için…
Kimileri yazarak hayatı güzelleştirir; kimileri yaşayarak, eyleyerek… Fakir Baykurt, hem yazarak, hem yaşayarak hem de eyleyerek hayatı güzelleştirenlerdendir. 1929 Burdur – Akçaköy doğumludur. Köy enstitülü bir öğretmen, Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın genel başkanı ve Türkçenin önemli kalemlerindendir.
Fakir Baykurt, ellili yılların sonunda öğretmen olur ve Şavşat’a atanır. Şavşat’a yolculuğunun başlangıcını, annesinin üzüntüsünü, içindeki gelgitleri ‘Yeşil Kurbağalar’ öyküsünde anlatır: ‘’Başını öne eğmiş, sağ elini alnına dayamış, koyu koyu düşünüyordu anam. İçinde uzak bir Yemen dönüyordu. ’Gine mi, gine mi gurbet? Ekmek mi çekti, su mu çekti, gine mi gidiyorsun? Ne dağınık nasipmiş böyle bu? Bir insana bu kadar dağınık nasip verilir miymiş?’ İnler gibi uzun uzun söyleniyordu. //…// ‘Bu kadar da uzak olmaz ki’ diye sızlanıyor anam./ Kalmıyorum lafının altında:’ Trenler, otobüsler alır götürür. Dilersen geri getirir. Uzak sayılmaz. Çok çok yedi günlük yol. Bindin mi gitmeden gidersin.’’
Annesi üzülmesin diye çırpınır durur Baykurt. Ama: ‘’ O, anasından atasından, beşiğin ardını gurbet diye bellemiş, yutmuyor dediklerimi. Paraların çaydan toplanmadığını, Halep’ten kervanlarımın çekilmediğini; boğazın yemek, sırtın giymek istediğini, ‘ha’ dediğin zaman, ‘ha’ dediğin yere gidilip gelinmediğini, bunca yıllık denemeleriyle biliyor, kalkıp bir keseye bulgur dolduruyor, bir keseye tarhana. Biraz fasulye, biraz patates. Ağlıyor:’ Haydi, uğurola!’ diyor. Yığıyor keseleri önüme.’’
Anadolu çok yoksuldur, toprak evler, karın kapadığı yollar, yollarda donarak ölen hastalar, doğum yapan gelinler, hastaneye yetiştirilemeden ölen gelinler; köy yollarında, davarın sığırın peşinde harcanıp giden yayan yapıldak çocuklar…
Ülke DP’nin ve yerel bürokratların zulmü altında inim inim inlemektedir. Fakir Baykurt, bu koşullar altında Şavşat’a gider.
Şavşat’ın ortasında Şavşat’ı çevreleyen dağları, çevresindeki köyleri, ilçe merkezini kuşbakışı görebileceğiniz bir tepe vardır. Adı Efkâr Tepesi’dir. Fakir Baykurt, bu tepeye çıkar, hem yemyeşil çevreyi, yoksul köyleri hem de yazar imgelemiyle yoksul bu ülkeyi düşünür, imgeleminde yoksulluğun resmini çizer: ’’… Efkâr Tepesi’nden bakınca, yurdun öteki noktalarında, Urfa’da, Maraş’ta, Mardin’de; Tavas’ta, Aydın’da, Konya’da; Van’da, Karaman’da, Ardahan’da… hatta Ankara’da… kulun kula kul olduğunu, kulun kula el pençe divan durduğunu görüyorsunuz. Bir yandan toprak ağalığı, bir yandan din beyliği; kemire sömüre, asker olan, oy atan, vergi veren, kalkınma sıkıntısına göğüs geren yurttaşın canlanmasına fırsat vermemiş, vermiyor… // Bu kadar ağaca, bu kadar yeşilliğe can veren cömert tabiat, Elmalı’nın, Çayağzı’nın, Eskikale’nin, Arpalı’nın tarlalarını niçin böyle verimsiz kılıyor da, Toprak Ofis, buğday desteği yapıyor? Niçin bol bostan olmuyor? Niçin bol domates biber bitmiyor? // … // Ya evler? Bu kadar orman, bu kadar ağaç kırılıyor da, karakışın soğuğunda evler neden elek gibidir? Vuuu dedi mi esen içeri eser, yağan içeri yağar. //…// Varlık içinde yoksul insanlar! //…// Evet, burası Efkâr Tepesi./ Ayaklarının ucuna kalksan, memleket iyice görünecek. İşte köyler! İşte, Sivas’ın okulsuz köyleri, Şebinkrahisar’ın hasta bağları, Turhal’ın pancar tarlaları! İliklerine kadar sömürüyor şehirlerin kurtları köydekileri… İşte Aydın’ın, Muğla’nın, Antalya’nın yanan ormanları! Yurdun yeşilliği, rengi, kokusu, göz göre göre yok olup gidiyor.’’
Yazının girişindeki tümceye gönderme yaparak söylersek, Sevgili Önder Saraç hayatı yaşarak ve eyleyerek güzelleştirenlerdendir. Önder Saraç Karaköylüdür. Karaköy, Batı Torosların en ucunda yer alan, Burdur – Çavdır’a bağlı yemyeşil bir köydür. Hani Anadolu’da yetişen her gencin üniversiteye girdiği, farklı kentlerde hayata tutunduğu, kitle örgütlerinde, siyasal partilerde yöneticilik yaptığı, eğitime çok değer verilen ilginç köyler vardır ya Karaköy bu köylerden biridir. Tarihi çok eskilere inen bu köy: "Başı karlı, böğründen sular çağlayan, orman yerine ay rengi mermerler veren, ulu Rahat Dağı’na sığınmış, küçük şirin bir köydür Karaköy//…// Çalışkandır köylüler, adım başı denecek denli soğuk kaynak sularının çevresi her tür ağaçla, bolca da gür üzümüyle kaplıdır.//…// Köy etnik kökenle uğraşmaz. Kendi asaleti kendinden başlar. Yine de köy gibi takma adlar çağrıştırır geçmişi. Aldırmaz köylü ya nerden gelirse gelsin, kim olursa olsun…’’
Böyle bir köydür işte Karaköy. Sevgili Kâmile Yılmaz’ın yazısının yer aldığı Emekli Öğretmen Hüsnü Ünal’ın ‘Köyüm Karaköy’ kitabında, kitabın önsözünü, köyün ilk öğretmenlerinden Emekli Öğretmen Ömer Tuncer yazar ve önsözde Ahmed Arif’in ‘’yürü üstüne üstüne / tükür yüzüne celladın/ fırsatçının, işbirlikçinin, hayının / dayan kitap ile / dayan tırnak ile diş ile / umut ile seda ile düş ile…’’ dizelerini alarak güzel düşlere, ‘halkların kardeşliği’ne selam uçurur.
Karaköylü Turgay Değirmenci ‘Torosların Bohçasında Gizli’ şiirinde köyünü şöyle güzeller: "keklik ötüşlü bir yayla köyü / dere boyu söğütlerin şarkı söylediği/ hiç yakınmadım utanmadım doğallığımdan / gülüşümün bir kentlininkine benzemeyişinden / torosların bohçasında gizli çocukluğumun şiiri //…// sözün söz olduğu topraklarda büyüdüm ben / yürüdükçe saçıma aklar / ömrüm sığar mısın bu şiire’’
Sözün söz olduğu toprakların çocuğudur Önder Saraç. Çavdır’da dünyaya gelmiştir. Annesi babası öğretmendir. Çavdır’da büyümüş, 1989’da Burdur Eğitim Fakültesi’ne girmiş ve bu fakülteden sınıf öğretmeni olarak mezun olmuştur. Arkadaşları, Önder’in Burdur’da okurken sosyalist olduğunu, öğrenci derneği çalışmalarına katıldığını, çok okuduğunu, yaz tatillerini Çavdır’da geçirdiğini ve arkadaşlarıyla ülkenin hallerini konuştuklarını… bir de çok zeki ve duyarlı olduğunu anlatırlar.
Benim güzel abim Şükrü Erbaş, ‘Yağmur Damlasından Dünyayı İçmek’ yazısında taşrayı şu tümcelerle anlatır: ‘’... 'Günlerin bulutlu ve kısa olduğu yerde, ölmekten acı duymayan bir soy doğar.’ Coğrafyanın ve iklimlerin, insanın bedeninden çok ruhuna verdiği biçimin, bir derin iç sıkıntının, dilde billurlaşmış resmi olan Petrerca’nın bu sözü, onca yüzyılı aşar, gelir, taşranın ruh atlası olarak serilir önüme. Sözün kastı elbette taşra değil, ancak ruhu, baştan sona taşra olarak dolar içime… Ölümden acı duymayan bir yaşam… Sözün trajedisi bu denklemde yatıyor sanırım. Zamanın dışında yaşamak. Bir başka ifadeyle, olup biten hiçbir şeyin, hiçbir yenilik taşımaması. Beklenti ve hayıf duygusunun ötesinde bir dünya. Her şeyin doğumla birlikte, bin yaşında bir tanrı sureti gibi boşluğa asılıp kalması. Kanıksanmış varlık. Tozlanmış ruh. Ağaçların, yıldızların, çocukların, kadınların, erkeklerin, kedilerin, köpeklerin… her şeyin, insanın canında gezen, daha doğrusu duran kör bir tekrara dönmesi.’’
Taşra taşradır işte. Her günün birbirine benzediği, hayatın ve insanların sürekli kendini tekrar ettiği, günün bitmediği, Diyarbakırlı ‘kitapsız bilen’ bilge amcanın ‘Otura otura ecz (aciz) olduk.’** dediği sonsuz bir durağanlık… Ama Önder iki bin nüfuslu bir kasabada taşranın tezatıdır. Yüreği Küba’da, Venezuela’da, Filistin’de... Zonguldak’ta, Ermenek’te, Soma’da Diyarbakır’da, Cizre’de, Sivas’ta… atmaktadır
Önder 1996’da Aksaray’a atanır. Annesi, Fakir Baykurt’un annesi gibi Önder’in çantasına fasulye, bulgur, tarhana koymuş mudur, bilmiyorum. Ama Önder bu, her şeyi yoktan var eden becerisiyle tarhanayı da, bulgur da fasulyeyi de kendisi emeğiyle kazanmıştır.
Bu yıllarda evlenir, oğlu Kerem 1997’de Aksaray’da dünyaya gelir. Her çocuk bir başka yaşama sevincidir. Önder daha bir aşkla sarılır yaşama.
O yıllar kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmelerinin zirvede olduğu yıllardır, Fakir Baykurt’un yolu nasıl TÖS’le kesiştiyse, Önder’in yolu Eğitim Sen’le kesişir. Aksaray’da bitmez enerjisiyle köy köy dolaşır sendikayı örgütler.
Sonra Antalya… Önce Demre, ardından Kaş… Kızı İdil, burada 2006’da dünyaya gelir. Sendikanın önce Demre sonra Kaş temsilciliğini yapar.
Ben Önder’i Eğitim Sen’in Kaş temsilcisi iken tanıdım. Hiçbir biçimde kimsenin sokağa çıkmadığı / çıkamadığı günlerde o küçücük ilçede muhalefeti bir araya getirdi. Ülkenin neresinde hangi eylem hangi etkinlik yapılıyorsa o eylemler Kaş’ın denize bakan o küçücük meydanında yapıldı, küçücük meydan koskocaman yüreklerin dile geldiği bir arenaya dönüştü.
Bitmez tükenmez bir enerji ile köy köy gezip üyelerin her bir sorunuyla ayrı ayrı ilgilendi, tüm çalışanları örgütlü olmaya çağırdı. Yalnız çalışanların değil, kimin canı yandıysa, bir biçimde ona ulaştı, yarasına merhem olmaya çalıştı.
Şiirseverdi, iki duble rakı attı mı belleğinden dizelerle masayı şenlendirirdi. Dosttu, kimseyi kırmazdı, kocaman gövdesinin içinde ipince, naif bir yürek taşırdı.
Aralık - 2022’de Eğitim Sen’in düzenlediği söyleşi ve imza günü için Hasan Kıyafet’le Kaş’a gittik. Etkinlik akşamı Kaş’ın biraz dışında, salaş bir restoranda Önder, Macide ve Hasan Öğretmen oturduk, rakı içtik, Emre Dayıoğlu bize Teke yöresi ve kendi türkülerini söyledi, biz türkü sonrasında şiir okuduk. Zaman zaman telefonla görüşmemize karşın meğer son görüşümmüş Önder’i… Sarıldık ayrıldık. Bilseydim bizi bu kepaze dünyada böyle bırakıp gideceğini bir ömürlük sarılırdım sevgili Önder’e.
Önder bu ölümüyle bile bize ders verdi. Herkes yerinde yurdunda ölürken o yıllardır sokaklarda seslendirdiği ‘Yaşasın Halkların Kardeşliği ‘ sloganına yakışır bir biçimde Rodos’ta sonsuzluğa uçup gitti.
Kimisi Fakir Baykurt gibi yazarak (da) hayatı güzelleştirir, kimisi Önder gibi yaşayarak eyleyerek…
Ne diyeyim?
Son söz Önder’in de dünyaya bakışını özetleyen tümcelerle Fakir Baykurt’un olsun ‘’ … Hepimize, hepimize çok yaman bir kalk borusu. Ağrı dağının başına bir ala horoz. Başını devire devire ötecek! Derelerin ağzındaki köyler uyanacak. Dağların başındaki köyler uyanacak. Uyanan, kazma kürek işe duracak. / Hayatın düşmanlarıyla savaşa duracak / Başka türlü olmayacak.’’
Hiç kuşkunuz olmasın Önder de aynı şeyi söylerdi: ’’Hayatın düşmanlarıyla savaşa duracak / Başka türlü olmayacak.’’
*Yazar
KAYNAKLAR:
Fakir Baykurt, Efkâr Tepesi
Hüsnü Ünal, Köyüm Karaköy – 2013 Antalya
Turgay Değirmenci, Serüvenci – Yazıt Yayınları - 1993 Ankara
Şükrü Erbaş, Edebiyatın Taşradan Manifestosu ( Derleme) - İletişim Yayınları 2015 İstanbul
** Diyarbakır’da seksenlerin ilk yarısında öğrenciyken, yaşlı bir amcayla bir çay ocağında hal hatır sormuştuk birbirimize. Taşrayı özetleyen bu tümceyi o amca kurmuştu o gün. Zaman zaman sohbetlerde andığım bu tümceyi bir yazıda kullanma zamanı meğer bugünmüş.