Başkaldıran, coşkulu, cüretkâr bir yazar: Jeanette Winterson
'Sanat Başkaldırır', Jeanette Winterson'ın "coşkulu ve cüretkâr" sanatını dayandırdığı düşünsel arkaplanı anlatırken dil, kurgu, hakikat ve bunların toplumsallıkla bağı üzerine sorgulamaya çağırıyor.
Tuğba Sivri
Jeanette Winterson, çok özel bir yazar. Ne demek 'özel'? Şöyle açıklayayım: Çağdaşı yazarlarla aynı kulvarda, aynı meselelerle cebelleşirken bunu bambaşka bir sanatsallıkla, üzerine düşünülmüş ve çaba sarf edilmiş bir sanatkârlıkla kurabilmeyi başaran ender bir yazar kendisi. 1995'te yayımlanan ve Türkçeye 2018'de Zeynep Baransel tarafından kazandırılan 'Sanat Başkaldırır: Coşku ve Cüretkârlık Üzerine' (Sel Yayınları) adlı kitabında, bu özel ve özgün sanat anlayışına dair çeşitli deneme yazılarını okuyoruz.
Winterson, otobiyografik malzemelerden bolca yararlanan, dindar ve baskıcı bir ailede büyümenin nasıl bir deneyim olduğunu kurgu ve kurgu dışı metinlerinde sıkça anlatan, böyle bakınca da oldukça riskli bir işe girişen bir sanatçı. Her ne kadar yazarlar kurgularında ister istemez kendi hayatlarından çeşitli parçaları kullansa ve hatta bundan kaçmak tam anlamıyla mümkün olmasa dahi özyaşam öyküsüne gereğinden çok yer veren yazarlarda bir kısırlık, kendini tekrar tehlikesi nispeten daha fazladır. Bunun dozunu tutturmak, sanattan feragat etmeden kendini kurguya taşımak büyük maharet istiyor. Kanımca Winterson, bunu en iyi başaran yazarlardan biri. İlk romanı 'Tek Meyve Portakal Değildir'den itibaren 'Vişnenin Cinsiyeti' adlı romanı ve 'Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın?' adlı anı kitabında, muhafazakâr bir ailede lezbiyen bir kadın olmanın ne demek olduğunu asla tekrara düşmeden bambaşka kurgularla dile getiriyor.
'Sanat Başkaldırır', yazarın "coşkulu ve cüretkâr" sanatını dayandırdığı düşünsel arkaplanı anlatırken dil, kurgu, hakikat ve bunların toplumsallıkla bağı üzerine dürüst bir sorgulamaya çağırıyor. Winterson'ın dili, ne insanı düşüncesinin nesnesine yabancılaştıracak derecede kapalı ne de hakiki bir anlama çabasına yetmeyecek denli sığdır. Bu yüzden en zorlu, en karmaşık meseleleri gündelik tartışma ritmimize uygun şekilde gündemimize sokarken bir yandan da alışkanlıkla edindiğimiz refleksif düşüncelerimizi sarsarak, beynimizin kullanmayı unuttuğumuz eleştirel kaslarını biz farkına varmadan çalıştırır. 1995'te derlenmesine rağmen bu yazıları 2022'de taptaze kılan da bu silkeleyici üslubudur sanıyorum.
Kitap üç bölümden oluşuyor: 'Sanat Başkaldırır', 'Dönüşüm', 'Esriklik ve Enerji'. Üç bölümde de resim, roman, şiir gibi başka başka sanat dallarına ve büyük harfle Sanat'a dair ideolojisini temellendiriyor yazar. Bunu da kendini okura sevdirmek, okuru incitmemek gibi kaygılara hiç yanaşmadan yapıyor. "Sanatın yoğun varlığı bizim esaslı bir emek harcamamızı şart koşar; popüler kültürün nefret ettiği türden bir emektir bu," derken okura/izleyiciye düşen payı görmezden gelmiyor. Bir resmi gerçekten görebilmek için bakmaktan öte bir çaba harcamak, imgelerin peşine düşmek gerektiğini, her gün milyonlarca imaja maruz kalırken görmeyi unutan bizlere yeniden hatırlatıyor.
Winterson'da en sevdiğim şey, kendini hiçbir "mahalleye" sevdirme, beğendirme, kabul ettirme gibi bir endişe taşımadan yazabilmesi, sanatı sanat olarak ele alırken ne ideolojisinden ne de sanatsallığından ödün vermesi. Bu, özellikle yeni nesil aktivizmle iç içe geçmiş bir edebiyat ortamında bence çok kıymetli bir duruş. Zira sanatsallığın aktivizme kurban edildiği, geçici ve gündelik politikayı kurguya sıkıştırmakla politik sanat yapmanın birbirine karıştırıldığı bir zamanda yaşadığımızı düşünüyorum. Belli fikirlerin yankılandığı ancak kendi dünyasını kuramamış edebiyat ürünü yığınları karşısında "zihinlerimizin sınırlarında faaliyet göster(en) ve hâlihazırda var olanları başkalaştır(an)" (s. 36) güçlü metinlere yeniden ulaşabilmek için bu çuvaldızın batırılması gerektiği kanaatindeyim. Kitaptaki şu örnek, ne demek istediğimi açıklayacaktır: Winterson, kendisine sorulan "Kitabınız neyle ilgili?" sorusunun aklını karıştırdığını söylüyor ve diyor ki; "Kitap kendiyle ilgilidir. Onu başka sözcüklerle özetleyebilecek olsaydım, kitabı yazarken kullandığım sözcükleri seçmek için o kadar özen göstermesem de olurdu." (s. 167). İşte benim kast ettiğim de, "x'le ilgili/x için" yaratılan kurgularda dile özen ve önem verilmeyişi, artık bu sanatsal çabanın ehemmiyetsiz oluşu. Oysa sanat, tam da biçimiyle, kendiliğiyle başkaldırır; Winterson bunu hatırlatıyor.
'Cinsiyetin Semiyotiği' başlıklı metinde, sanat ve cinsiyet/cinsel yönelim ilişkisine değinirken bunu yine eleştirel lezbiyen bir perspektiften gerçekleştiriyor. "Sanat ve sanatçıyla ilgili bütün tartışmalarda heteroseksüellik arka plana atılırken eşcinsellik ön plana çıkarılır," diyen Winterson, "Ben tesadüfen kadınlara âşık olan bir yazarım. Tesadüfen yazar olmuş bir lezbiyen değilim," (s. 108) sözleriyle, sanat alanında lezbiyen bir kadın olarak cinsel yöneliminden ibaret gibi algılanmasına karşı çıkıyor. Hatta -ki günümüzün aktivizmle iç içe geçen edebiyatıyla ilgili görüşüm de bu yönde- eşcinsel edebiyatın büyük çoğunluğunun terapi ve iç dökme olduğunu, sanat olmadığını, ele aldıkları konulardan ibaret olduklarını söyleyerek yine cüretkâr bir çıkış yapıyor. Bu konumlanma, sadece sanatın değil, kanımca eşcinsel aktivizmin de itibarını korumak/kurtarmak anlamına geliyor. "Sanat farklılıktır, ama illa cinsel farklılık değildir. Dayatılmış ana akım seçimin dışında durmak insanı muhtemelen daha bilinçli yapsa da, otomatikman sanatçıya dönüştürmez," diyerek sanatın kimlik altında silinmesini eleştiriyor. "Farklılığın özyaşam öyküsünü yazmayı" yeterli bulmuyor. Yazarın bu tutumu tartışmalı bulunabilir, nitekim "Eşcinsel/lezbiyen yazarlar/sanatçılar bu alana ne kadar dâhil olabiliyor?" sorusu geçerliliğini yitirmiş değil. Ancak özellikle sanatın belli formlarında, belli sanat çevrelerinde yalnızca cinsel kimliğiyle var olan isimlerin, gerçekten sanatta eşcinsel/lezbiyen deneyimini, varoluşunu yansıtıp yansıtamadığı da bir o kadar hakiki bir soru olarak karşımızda duruyor.
"Yazarın ufkunu okurlarının önyargılarına göre belirlemeye" (s. 59) karşı çıkan ve sanatın toplumsallığını, başkaldırıcı yanını tam da kendiliğinde, sanatsallığında bulan Winterson, provokatif ve tartışmalı bir yazar olarak görülebilir. Sanatının başkaldıran, coşkulu ve cüretkâr tarafı burada saklı bence. "Neden Winterson okumalıyız?" sorusunun cevabı da...