Başkan seçimi ikinci tura kaldı; Erdoğan ile…

Günün sonundaki tabloda, sağın alternatifi sağ olacak, en azından şimdilik böyle… Ve bütün planlar, seçimle gelen Erdoğan’ın seçimle gidebileceği üzerine, en azından şimdilik böyle…

Google Haberlere Abone ol

Yavuz Halat

Tayyip Erdoğan, başkanlık rejimine geçmeye karar verdiğinde, bu sürecin bu kadar “bıçak sırtında” yürüyeceğini hesap etmemişti(r).

Yaklaşık 20 yıl boyunca besleyip büyüttüğü ve kendisinden başka hiç kimseyle bu kadar ayrıcalıklı ilişki kuramayacak sermaye grupları ve yine aynı dönem boyunca irili, ufaklı hem maddi hem de manevi olarak sırtlarını sıvazladığı cemaat ve tarikatlar siyasal varlığının omurgasını oluşturdu. Bu omurganın etrafında örülecek olan doku ise ülkenin her tür milliyetçiden her tür İslamcıya kadar tüm sağcılarından oluşacaktı. Toplumun en az yüzde 60’ının yüzde 100 sağcı olduğu ön kabulü ile bu toplamın liderinin, yeni cumhurunbaşkanı olması zaten mutlaktı.(1) Yeni kuşak parti başkanları arasında ise Tayyip Erdoğan, zaten açık ara öndeydi.

Bu noktada sadece sağın birliğini bozacak yetenekte olmasa bile midesini bulandırabilecek “ufak pürüzlerin” halledilmesi yeterli olacaktı. Sözü edilenlerin o dönem için Süleyman Soylu ve Numan Kurtulmuş olduğu açık. Başkanlığa giden süreçte 2012’nin Eylül ayı kritik. O ay içinde Kurtulmuş, (partisi HAS ile birlikte), Soylu da (abisi Ağar’la birlikte) “resmî olarak” AKP’ye iltihak ediyorlar. (Aynı dönem Erdoğan’dan, Mustafa Destici’ye de teklif götürülmüş. Kabul etmemiş. Ancak BBP ve Destici bugünlere kadar AKP’ye ilişik halde ilerledi.)

İlerleyen süreç, aslında gizli kapaklı yaşanmadı. Tayyip Erdoğan’ın başkanlık isteğini çok açık bir biçimde ortaya koyması, aynı zamanda o âna dek iktidarı(nı) paylaştığı sağdaki bütün aktörlerin de pozisyonlarının değişmesi, değiştirilmesi anlamına geliyordu. Fethullah Gülen, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş, Bülent Arınç, vs. ve hatta Devlet Bahçeli. Ya iktidarı paylaşmaktan vazgeçip “iktidara tabi parça” olacaklardı ya da siyaset sahnesinin dışına itileceklerdi.

Bilindiği ve görüldüğü üzere Bahçeli, Soylu, Kurtulmuş, Arınç, Destici iktidar iddialarından vazgeçip “iktidara tabi parça” oldular.(2) Bir başka ifade ile Erdoğan karşısında oluşacak olası bir iktidarın paydaşı olmaktan da vazgeçip Erdoğan iktidarına biat ettiler.

Diğerlerine çok fazla seçenek kalmamıştı. Ya Fethullah gibi bayrak açıp savaşacaklardı ya da “siyaset, inat ve istikrardır, bir fırsat çıkar” deyip pozisyon alacaklardı.

İKTİDAR DEĞİL, NİMETLERİ PAYLAŞILIR

Yeni rejimin, yani Erdoğan’ın başkanlık rejiminin, bir önceki rejimden, yani yürütmenin yasama erkinin içinden oluşturulmasından farkının, iktidarın tek elde, denetimsiz ve sınırsız kurulması olduğunu biliyoruz. Bunun bir başka ifadesi; son kararın bir konsensüs ile alınması istisnadır, genel olan ise son kararın tek bir kişi tarafından verilmesidir. Siyasî karar alma hakkı paylaşılmaz, sadece iktidarın nimetleri paylaşılır!

Pekiyi, bu ülkede var olan 4, hatta sosyalizmi de katarsak 5 tarihsel siyasî akım ve bunların içerisindeki hırslı siyasi aktörler siyaset yapma iddialarını ve programlarını nasıl ve nerede sürdürecekler?

Her ne kadar Erdoğan daha önceleri Ertuğrul Günay gibilerle sosyal demokratları, “açılım” süreçleriyle kimi Kürt siyasetçileri ve hatta DSİP gibilerle sözde solcuları, liberalleri içermeye çalışmış olsa da artık bu türleri tercih etmediği açık.

Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık yolunda bulduğu çözüm; milliyetçiliği ve İslamcılığı kendi bünyesinde toplamak sosyal-demokrasiyi, Kürt siyasetini dışlamak ve ölesiye nefret ettiği sol siyaseti yok etmeye çalışmak. Sağda uç veren siyasî aktörleri ise ya iç güveyi almak ya da meczup ilan ederek yalıtmak.

Bunu büyük ölçüde başarmıştı. Ancak görüldüğü üzere durum tek adam rejiminin ilan edilişi ile birlikte “garip” bir biçimde değişti/değişiyor. Kürt hareketini ve solu bastırma, sağı kendi etrafında konsolide etme siyaseti tutmadı. Millet İttifakı, 5 Mayıs 2018 tarihinde dört muhalif parti CHP, İYİP, SP ve DP tarafından resmen başlatıldı. Yerel seçimlerde ise “Millet İttifakı”, HDP desteği ile büyükşehirlerde başarılı oldu. Saraydaki hesap çarşıda tutmadı.

Bu arada 2019 yılında sadece 3 parti kurulurken 2020 yılında 27 adet siyasî parti kurulmuş. Ve böylece toplam siyasî parti sayısı 107’ye yükseldi. Daha seçime 2,5 yıl varken cumhurbaşkanı aday adaylarının sayısı ise 10’u geçti; Meral Akşener, Ekrem İmamoğlu/Mansur Yavaş, Abdullah Gül/Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Temel Karamollaoğlu, Fatih Erbakan, Muharrem İnce, Mustafa Sarıgül ve kamber Doğu Perinçek. Ve elbette Selahattin Demirtaş.

ADAY ÇOK KOLTUK YOK

İlk olarak; toplumun siyasallaşmasının en açık “sayısal verisi” siyasî parti sayısı ve siyasî parti üyeliğiyle -en net bir biçimde söylenebilir ki- toplumumuz hiç olmadığı kadar siyasallaştı. Bunda Erdoğan’ın katkısı her şeyden fazla; söylemleri, tavırları ve taraf olma zorlamaları ile. AKP’ye oy veren yaklaşık iki seçmenden biri AKP üyesi. Fatih Erbakan’ın kurduğu Yeniden Refah Partisi’nin bile üye sayısı 120 bini aşmış.

İkinci olarak ise bir paradoks ile karşı karşıyayız! Koltuk sayısı azaldıkça koltuk adayı artıyor.

Baraj yüzde 3’lere çekilmediği takdirde bunların Meclis’e girme ihtimali yok. Meclis’te grup kurma ihtimali yok. Meclis’te hükümet kurulamadığı için bakanlar kurulu kurma, bakanlık pazarlığı yapma ve elbette koalisyon ortağı ya da ortaklarından biri olma ihtimali yok. Geriye tek seçenek kalıyor; cumhurbaşkanı olmak. Ama nasıl?

Erdoğan’ın adaylığının kesin olduğunu biliyoruz. Merak edilen Erdoğan’ın karşısına kimin çıkacağı. Anlaşıldığı üzere bütün hesap, bunun üzerine yapılıyor. Yani Erdoğan karşıtı cephenin ortak adayı olmak. Ya ilk turda tek aday üzerinde birleşilir -ki bu çok düşük olasılık- ya da ilk turda herkes aday olur, bütün performanslarını gösterirler ve seçim ikinci tura kalır. İkinci turda muhalefet en çok oy alanda birleşir.

Mantıklı bir akıl yürütme mevcut elbette. Muhalefetin 4-5 adayla girdiği ilk turda ve Erdoğan yüzde 50’yi de bulamamışsa yüzde 15-20 ile bile en çok oy alan ikinci aday olunabilir.

Siyasetin amacı değil ama taktiği değişti; siyaseti, muhalefetin birinci tercihi olabilmek için yapmak! İyi tarafları da yok değil tabii; bugün, geçmişlerinde/fıtratlarında olmadığı kadar demokratik vurguları kullanmak zorunda kalıyorlar. Ancak günün sonundaki tabloda, sağın alternatifi sağ olacak, en azından şimdilik böyle… Ve bütün planlar, seçimle gelen Erdoğan’ın seçimle gidebileceği üzerine, en azından şimdilik böyle…

SAHNEDE EN SON KİM KALACAK?

Bu soruyu sormak bile aslında garip çünkü yüzde 25’lik oya sahip “CHP’nin göstereceği aday en sona kalacaktır” denecektir. Pekiyi, her fırsatta erken seçim isteyen Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı kim? İmamoğlu’ndan ya da Yavaş’tan başka aday var mı? Onlar belediyeleri kazanmak için mi tercih edildi yoksa belediye başkanlığı stratejik planın parçası mıydı? Eğer bir plan varsa bu iki şahsın aynı zamanda dış politikadan, ekonomiden, askeriyeden ve uzaydan da bilgisi olduğuna ilişkin PR yapılması gerekmez mi? Teşkilattan gelen bir tek aday adayının adayı var mı? Ekmelettin’in tekrar aday gösterilmeyeceğini kim garanti edebilir? CHP’nin stratejik, uzun vadeli bir mühendisliği olabilir mi?

Çok değil biraz öngörülü bakılabilse Muharrem İnce’nin “adam kazandı” deyip bütün siyasî kariyerini bitirdiği andan itibaren “CHP üst aklının” hızla yeni bir adayı belirlemesi -ki bunun kadın olması kaçınılmaz olurdu- ve önüne 3-4 yıllık bir siyasî mühendislik çalışmasını bütün örgütle birlikte yapması beklenirdi. Ama heyhattt. CHP, “birini çıkarmak değil birilerini tercih etmek” siyasetini yapıyor. Ve o doldurmadığı boşlukta mutlaka sağcılardan biri kendisine yer bulacak!

Aslına bakılırsa 15 vekilini Meral Akşener’in hizmetine verip hem hazine yardımı hem de seçime girme hakkı sağladığında CHP, yolu epey kolaylaştırmıştı “asena” için. Benzer bir olanağı Deniz Baykal da Erdoğan’a sunmuştu, hatırlanırsa.

Sanki bir kondüvitin çağrısıyla uygun zamanda sahneye çıkmaya başlayanlar arasında kuşkusuz en önde olan şahsiyet; Meral Akşener. Aslında o, önden yola çıktı, biraz da zorunlu olarak, Bahçeli ve Erdoğan’ın tepiklemesiyle.

PEKİYİ, KİMDİR MERAL AKŞENER?

Ailecek MHP’li, özellikle 12 Eylül’e kadar MHP Kocaeli İl Başkanı olan ve bir zamanlar Erdoğan’ın bile “abi” dediği, abisi sayesinde. Kocaeli eşrafından. Çatlı’yla yakın tanışık, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi kantininden. 1995’te DYP’de başlıyor. Sağlam kartvizitler taşıdığı kesin. Aynı yıl Tansu Çiller’in DYP’sinin Kadın Kolları Başkanı ve milletvekili oluyor. Susurluk kazası sonrası İçişleri Bakanlığı görevinden istifa eden Mehmet Ağar'ın yerine Türkiye tarihindeki ilk kadın İçişleri Bakanı oluyor 1996’da, yani siyasete atıldıktan sadece bir yıl sonra. Bakan olduktan sonra iki kritik açıklama, Akşener’in niteliğini anlamak için yeterli. Biri; “Ağabey (Mehmet Ağar), görevini kardeşe teslim ediyor”, “Ağar’ın yükselttiği başarı çıtası aşağı inmeyecektir” ifadelerini kullanıyor. Bir diğeri ise Abdullah Öcalan için 'Ermeni dölü' demesi. Peşinden bu sözleri nedeniyle özür dileyip ve "Ben Türkiye'de yaşayan Ermenileri değil, genel olarak Ermeni ırkını kastettim" diyor.

Ertuğrul Özkök’ten bir alıntı yapmak yerinde olur; “ ‘Derin’ kavramını ilk kullanan Meral Akşener, onu ‘Derin Devlet’ haline getiren de Mehmet Ağar'dı.”

İçişleri Bakanı iken katıldığı MGK toplantılarının birinde masada unuttuğu notla, Genelkurmayı ve MİT’i polislere gözetlettirdiği açığa çıkınca Türk Watergate'ine de imza atmış oldu. Cüret takdire şayandı ve bunun Meral Akşener’e bir yaptırımı olmadı. Sadece o dönemin Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Çetin Saner’in “Söyleyin o kadına ayağını denk alsın, yoksa İçişleri Bakanlığı önünde yağlı kazığa oturturuz” mesajı dışında.(3)

DYP’nin zayıflamasıyla Çiller’le iktidar mücadelesine girişti, kaybetti. ANAP ile görüşmeleri sürdürürken Refah Partisi’nden kopan ve yeni parti kurma çalışmaları yapan Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’e katıldı. Bu macera da 4 ay sürdü. Erdoğan ile neden anlaşamadıklarına ilişkin en ilginç not, Fethullah Gülen’in Akşener ile alakalı söylendiği iddia edilen ifade; “Meral Akşener’i alabilirdi, cazibesi olan kimseler. Ama onun yerine ne olduğu belli olmayan Aksu’yu getirdi. Meral hanım da o olduğu için girmedi. O başbakan kimseyi dinlemiyor.” (Gülen bu ifadeyi Akşener’in AKP’ye kısa süreli katılımına yönelik dile getiriyor ve Aksu ile Abdulkadir Aksu’yu kastediyordu.)

Ve Abi Ocağı’na geri dönüş, tabii yine en tepeden. MHP İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayı, 2007, 2011, Haziran 2014 MHP İstanbul Milletvekili ve Devlet Bahçeli’nin Siyasi İşler Başdanışmanı. Sonrası malum, genel başkanlık için Bahçeli ile kapışma.(5) Siyasî tarihinin neredeyse yarısını, kendisini kanatları altına almış ‘1 Numara’larla (Çiller, Bahçeli, Ağar) daha sonra iktidar mücadelesine girişmiş bir siyasî şahsiyet. Anlaşılan, sürekli “birileri”nin projesi olmuş ama projeler bir türlü sona erdirilememiş. Sonunda İYİP’in Genel Başkanı, en azından muhalefet edeceği parti başkanı yok önünde.

Ve şimdi Erdoğan karşısında en güçlü adaylardan biri, hatta en güçlüsü. Alışıldık fakat yeni bir liderlik kapışması. Üstelik bu kapışmada diğer adaylardan birkaç adım önde; kadın, anne hatta babaanne, öğretmen… rüzgar üfleyenleri de var.

Asıl mevzu da “rüzgar üfleyenler”. Doğrudan bir siyasî kimlik sahibi olmamalarına rağmen, araştırmacı, akademisyen ya da gazeteci sıfatlarıyla Akşener’in pozisyonunu güçlendirmeye çalışanlar. “Kürt sorunu karşısında demokrat”, “kuşatıcı/kapsayıcı”, “toplumsal beğeni kazanmış”, “kadınların mücadelesinin önemli bir figürü” gibi değerlendirmelerle sıkça karşılaşır olduk. Neyi niçin yaptığını bilenler bir yana bir de neyi niçin yaptığının farkında olmayanlar var. Erdoğan’dan kurtulmanın en “gerçekçi” yolu.

Siyaset, sadece muhalefet yapmak üzerinden özellikle de Erdoğan karşısında tutum ve söylem üzerinden kurulunca iyi hatiplik ve dik duruş yeterli akçe oluyor;

“Sayın Erdoğan; burası muz cumhuriyeti değil, burası memleketi benzetmeye çalıştığın bir üçüncü dünya ülkesi de değil. Aklını başına devşir. Böyle şımarıklık olmaz. Böyle devlet yönetilmez.”

“Kendisi bir de çıkmış, kadınlarımızı tehdit eder gibi diyor ki; ‘O iş bitti. Önünü ardını kurcalamayın.’ Aynen böyle diyor. Bak sen… Şu tarza, şu tavra bakar mısınız? Emrin olur ağam!”

“Ne diyordu Ahmed Arif? Engerekler ve çıyanlardır. Bunlar, Aşımıza, ekmeğimize, göz koyanlardır. Tanı bunları, tanı da büyü... Bu, namustur, künyemize kazınmış. Bu da sabır, Ağulardan süzülmüş. Sarıl bunlara, sarıl da büyü...”

Meral Akşener’e artan desteğin kaynağı; şehirli, eğitimli, sosyal demokratlardan ve özellikle kadınlardan oluşuyor. Ve hatta söylemleri sol-sosyalist siyasete sempati duyan kitleler tarafından bile “içimizi soğuttu” denilerek sahipleniliyor. Akşener’in kirli faşist geçmişi, kontrgerilla ilişkileri, sağ siyasetin aslî temsilcilerinden olması, İçişleri Bakanı iken yaşanan faili meçhuller vs. temize çekiliveriyor. Çünkü günümüzde siyaset bir tarihsellik içinde ele alınmak yerine pragmatik ve taktik tutumlar; ilke, değer, program ve ideolojiden ve aynı zamanda mücadele hedeflerinden daha “önemli” hale geliyor.

Oysa siyaseti; “toplumsal faaliyetlerin tümünü yönlendirme, bunun için gerekli kurumları/araçları oluşturma ve bunları mümkün kılan egemenlik ilişkilerinin yönetilmesi” olarak tanımlanırsak Akşener’in iktidar olmak için izlediği ve iktidar olduktan sonra izleyeceği yolun Menderes’ten, Türkeş’ten ve hatta Erdoğan’dan farklı olmadığı/olmayacağı görülecektir.

“Ya devlet başa ya kuzgun leşe”(6) dememek için yapılacak bir şeyler vardır mutlaka…

Not: Aslında yazı burada son buldu. Ancak son iki gündür yaşanan gelişmeler, güçlü bir hatırlama ve hatırlatma gereği oluşturdu. Erdoğan yirmi yıldır iktidarda ve iktidarda olmanın kudretini, kendisinden öncekilerin tamamından çok daha iyi kullanıyor. İktidarda olmanın sağladığı enstrümanları, eski rabıtaları bozarak ve yeni rabıtalar kurarak, yenisini bozup daha yenisini kurarak değerlendirebiliyor. Son örnek; rabıta kurduğu, daha doğrusu Erdoğan ile ittifak kurduklarını sanan 104 emekli amiralin “son atımlık barut”u oldu. Erdoğan, her türlü kişisel zaaflarına, çevresindekilerin her türlü zayıflıklarına rağmen sahip olduğu iktidar olanakları, fıtratı ve deneyimi sayesinde kolay alt edilebilir bir “rakip” değil.

1- Böylece Tayyip Erdoğan, belki de cumhurbaşkanlığından daha çok istediği bir şeyi yani CHP’yi (dolayısıyla Mustafa Kemal’i) sonsuza dek iktidardan uzaklaştırmış olacaktı.
2- Bu noktada Bahçeli ve Soylu ayrı değerlendirilebilir elbette. Biri MHP’nin tarihsel kitle tabanını, diğeri Mehmet Ağar’ın kontrgerilla ilişkilerini arkasına almış olmanın gücüyle zaman zaman Erdoğan’a rest çekebilseler de gerçek anlamda iktidar ortağı değiller. Çünkü Erdoğan’ın onlara olan ihtiyacından daha çok onların Erdoğan’a ihtiyacı var.
3- Akşener’in, gönderilen mesaja karşılık, “Söyleyin ona, ben Balkanlıyım. Kazık deyince aklıma Balkanlı olan Kazıklı Voyvoda geldi. Kazıklı Voyvoda’yı da iyi tanırız. Ama unutulmasın ki, Kazıklı Voyvoda da bir homoseksüeldi” dediği iddia edilmişti.
4- 2017 Haziran genel seçiminde MHP tarafından aday gösterilip milletvekili yapılan Akşener, beş yıl sonraki seçimde yani 2017 Kasım’ında aday gösterilmedi. O arada, hiçbir şey olmadıysa bile bir şeyler olmuş olmalı!
5- MHP’den ihraç edildiği Nisan 2016’da şu açıklamayı yapar: “Ben, İçişleri Bakanlığı yaptığım dönemde tarihin en uzun, en geniş, en kapsamlı sınır ötesi harekâtına imza atmış bir bakanım. Utanarak söylüyorum bazıları diyor ki sosyal medyada ‘Meral Akşener MHP’ye genel başkan olmasın, faili meçhullerin sorumlusu O’dur’ diyorlar. Ne derseniz deyin hepsi kabulümdür. Bu ülke için, bu milletin birliği beraberliği için bir şey yapılması gerekiyorsa yapmışımdır, sorumluluğunu da sonuna kadar alıyorum.”
6- "sonunda büyük bir başarıya ulaşmak için yok olma tehlikesi bile göze alınır"…