Başlatmayın elmanıza!
Altılı muhalefetin, şu ana kadarki performansı ve tarzıyla hepimize verdiği mesaj şundan ibaret: Bize güvenin, şunları yollayalım, valla sonra güzel şeyler yapacağız. İyi de, biz hepinizi tanıyoruz. Biliyoruz.
Şimdi, şöyle mi olacak: Bugün -veya yakın vadede- yapılacak her seçimin, kilit -halen Meclis’in üçüncü büyük- partisi, türlü zorbalık ve hukuksuzlukla tüketilmeye, varken yok sayılmaya çalışılacak, muhalefetin geri kalanı sesini çıkarmayacak, sonra görünmez altı köşeli yuvarlak masada pişirilmesi beklenen siyaset ve taktiklerle seçim kazanılacak, sonra başkanlık sistemi ucubesi yerine sapına kadar hukuka dayalı, haysiyetini kuvvetler ayrılığından, cibilliyetini hakiki halk iradesinden alan rejim kurulacak… Bütün bu süre boyunca, kilit parti HDP ile görüşülmesi, konuşulması şöyle dursun, zaten binlerce yönetici ve mensubu haksız hukuksuz hapse tıkılmış partinin geri kalan görevlileri de günaşırı beşer onar -evleri basılarak- götürülür, tutuklanırken gıkı çıkmayan muhalefet partilerinin herkesin hakkının hukukunun gözetileceği demokrasi kuracağına inanmamız beklenecek. Bu sağlam inancımızın haklı ve tabiî sonucu olarak, tatava etmeyecek, gidip oylarımızı haksızlık hukuksuzluk karşısında -göstermelik üç-beş jesti saymazsak- parmağını oynatmayan partilerin üzerinde anlaştığı adaya vereceğiz. Demokrasi ve adalet böyle gelecek.
Valla bu şekilde ancak yukarıda anılan sapa kavuşabiliriz. Kurulacak yapının çürüklüğü henüz inşaata başlanmadan belli oluyor. Çürük, biliyorsunuz, yapılar, araç-gereç, eşya için kullanıldığında ‘yeterince sağlam değil’ anlamına gelir. İnsan için kullanıldığında, gündelik argoda, esas itibarıyla iki anlam ifade eder: Biri, karakter zayıflığı, döneklik potansiyeli, hilebazlık, güvenilmezliğe zemin hazırlayan her şey. Öbürü, özellikle erkekler için kullanılanı, “ibne” anlamındadır. Cinsiyeti “saklı”, görünenin aksi, gizli ikili varoluşu yüzünden kendisinden her türlü döneklik ve ihanet -özellikle erkekliğe ihanet!- beklenebilecek olan değersiz yaratık… Yolu aşağılama damgası olarak “ibne” kavramına çıkan her türlü çok-anlamlı argo lafın, damga olarak vurulduğu yerde bıraktığı iz bu içeriktedir. “Çürük” lafından da kasıt budur. Ahlâk bozukluğu kastedildiğinde ‘çürük’ değil ‘çürümüş’ kullanılır.
Bu dersteki konumuz bu değildi, yoldan uzun boylu sapmayalım. Fazla -dir’li, -dır’lı konuşunca ders havasına giriverdim. Havaya girmek kötüdür. Havaya girmenin de birçok argo karşılığı var. Hepsini de adıyla sanıyla yazamayız buralarda, ambalajlayarak değiş tokuş yapalım. Meselâ poponun kalkması fazla havalara girmeyi ifade ederken, erkek cinsel organının dikilmesi anlamındaki güzide deyim, çakallık çağrışımlı bir fırsatçı heveskârlığa işaret sayılır. Punduna getirip o organı bir yerlere sokma kültürümüzde fırsat değerlendirmenin en şahane yolu ve hattâ zirvesi sayılmakla birlikte, şaşılası şekilde, en etkin cezalandırmanın da yine aynı organı aynı tarzda kullanmak sûretiyle yerine getirileceği kabul edilir.
Devletin en üst düzeyinden toplumun aşağı yukarı yarısına yönelik olarak kullanılabilen kelimeleri muktedir olmayan bizim gibilerin tekrarlaması halinde resmî yetkilerle donatılmış birilerinin derhal bizi … şu yukarıdaki son cümlede dile getirilen usûlle cezalandırmaya kalkabileceği belli olsa da, meramımı ne kadar süslesem pisliği azalmayan bu cümlelerden ötesiyle anlatmam maalesef imkânsız.
Ne diyorduk? Parti olarak HDP ve bu partiyle bir şekilde ilişkili herkesi susturmaya, sindirmeye, hareketsiz bırakmaya yönelik harekât var hızıyla sürüyor. HDP’nin önde gelen tecrübeli, hünerli, başarılı, sevilen yöneticilerinin, milletvekillerinin, dahası var mı artık, eşbaşkanlarının alavere dalavereyle hapse tıkılmasına yardım etmiş muhalefetin konuyla alâkası var mı? Yok sanki. Arada bazı CHP’liler bir-iki söz söylüyor, hepsi bu. Bir-iki söz, sahiden. Üç değil.
Altılı masada çaylar karıştırılır, liderler birbirlerine kurabiye ikram ederken şöyle mi düşünülüyor: HDP’yi destekleyen beş-altı milyon insan ne yapacak ki, bize oy vermekten başka? Kolu kanadı kırılan, tüyleri yolunan HDP ne yapabilir? Belki ilk turda sembolik birini aday diye çıkarırlar, ama ikinci turda, Tayyip Erdoğan ile bizim aday karşı karşıya kaldığında ne edecekler? Gidip Erdoğan’a mı oy atacaklar?
Mecburiyetin siyasî tercih yerine geçebileceği, seçim kazandırmaya yeteceği varsayılıyor. Fakat durum öyle acayip ve kabul edilmez ki, bunun çok ötelerine de uzanıyor hayaller, anlayabildiğimiz kadarıyla. Gönülsüz mecburî desteğin seçimden sonra demokrasi, hukuk filan gibi dertlerle sahiden uğraşılacaksa girilmesi ve ilerlenmesi gereken zorlu, engelli yolu kat etmeye elverecek enerjiyi, iradeyi üreteceği gibi bir ham hayale mi kapıldılar? Yoksa bu hayatî ihtiyacın da mı farkında değiller?
Mevzuyu buralara kadar yaymayalım mı? Nasıl yaymayalım? Seçimin muhalefetçe tartışmasız kazanılabilmesi ve mevcut koalisyonun iktidarı gürültüsüz patırtısız -kan dökülmeden- teslim etmesi halinde olacakları şimdilik konu dışı bırakalım, diyebilir miyiz? Kazanırsa ne yapacağına dair fikrimizin olmadığı bir güç birliği için sandıklara koşmamızı nasıl bekliyorlar? Erdoğan’ın yerine aynı yetkilere sahip ve ne yapacağı belirsiz birinin geçecek oluşunu kafaya takmayalım mı istiyorlar?
“Hele bir şunlardan kurtulalım” önerisi bugünün şartlarında hiç boş değil; kabûl. Fakat “şunlar” derken şahısları mı kastediyoruz? Meselâ İYİP’li bir muhtemel koalisyon, sağcıların çoğunlukta olduğu bir -yeniden doğmuş- Meclis, hâlihazırda yüzbinlerce insanın kurbanı olduğu hukuksuzluk ortamını değiştirecek mi? Nasıl, ne yönde değiştirecek? Bizi Devlet Bahçeli yerine başkaları mı aşağılayacak, tehdit edecek? Hapiste savaş esiri gibi tutulan, ömrü gasp edilen binlerce insan özgürlüğüne nasıl kavuşacak? “Sosyal ölüm”e mahkûm edilmişler hayata yeniden nasıl karışacak?
Altılı muhalefetin, şu ana kadarki performansı ve tarzıyla hepimize verdiği mesaj şundan ibaret: Bize güvenin, şunları yollayalım, valla sonra güzel şeyler yapacağız. İyi de, biz hepinizi tanıyoruz. Biliyoruz. Hiçbiriniz iktidar paylaştığınız günlerde yediğiniz haltlar için herhangi bir özeleştirel tutum takınmadınız..?! Yüz küsur insan bombalarla parçalanıp öldürülür, polis yaralılara gaz sıkarken “kokteyl terör” fantezileri üreten beyefendi, ’90’larda cinayetler, katliamlar, insan hakları ihlallerinin bin türü icra edilirken -üstelik- içişleri bakanı olan hanımefendi, bir çıkar çemberine para akıtılması için düzenekler kurulur, medya sektörü malî-ticarî numaralar ve vergi dümenleriyle iktidar propaganda aygıtına dönüştürülürken ekonomi yöneten beyefendi… biz şimdi elinize iktidar geçirir geçirmez hak-hukuk-adalet ve demokrasi yoluna koyulacağınıza neden inanmalı ve güvenmeliyiz? (Üçüyle yetinmem, sadece lafı uzatmamak için.) Ha, tabiî, bu gerekmiyor; hele bi şunlar gitsin!.. “Anayasaya aykırı ama…”larla halk iradesinin tecellisine, ülke içinde imha ve yıkım seferberliklerine, dışarıda potansiyel ilhak harekâtlarına destek olan CHP bile kendini Devlet 1.0’dan Başkabişey 2.0’a upgrade etme çabalarının minik işaretlerini göstermekteyken, Altılı Masa’nın sağcı elemanlarının az önce sütten çıkıp ak kaşık sûretine bürünmüş, arkalarında havayla temas ettikçe kan kırmızısına dönen beyaz damlalar bıraka bıraka karşımıza gelmeleri zaten hazmı zor vaziyet. Bunun üzerine pişkinlik eklenince kaşlarımız yerlerine inemiyor bir türlü.
Türkiye siyasetinde pişkinlik ‘çürüklük’ işaretidir. Pişkinden her şey beklenir. Eline güç geçirir geçirmez ne edeceği belli değildir. Güvenilmezdir. Oynaktır. Böyle bir izlenim vermeyi hangi siyasetçi, hangi siyasî grup, çevre, parti ister?
Böylece geldik sürtük kelimesine. Gündelik argoda onun da iki anlamı var. İlki fazla gezme tozmayla ilgili. Birisi “her yerde sürtüyor”sa ille “orospuluk” yapıyor demek değildir. (Küfür kültürünün orijinal terimlerini kullanmak zorundayım, özür dilerim.) Ama fazla “sürtme” de -oradan oraya gezme bu; otobüsteki tâciz eylemiyle karışmasın- başlı başına hoş karşılanmayan durumdur. Hele kadınlar için. Bu daha önceki on yıllarda, kadınların tek başına oraya buraya gitmelerinin yadırgandığı zamanlarda, en çok onlar için kullanılan bir dedikodu aracıydı; bilmeyenlerin tahmin edeceği üzre. Sürtük’ün öbür -esas- anlamını çağrıştırması şüphesiz işe yararlığını ve etkisini -aşağılama-dışlama gücünü- artırıyordu. İkinci, yani esas anlamsa, işte, bildiğiniz: orospu-fahişe demek. Orada burada sürtmenin yalnız gezip tozmayla sınırlı kalmadığı, onunla bununla yatıp kalkmayı da içerdiği kabûlüne dayanıyor. Bir kadın çok geziyorsa mutlaka çok erkekle de yatıyordur, falan… Kavram ayrıca aldatma, kandırma, ihanet gibi çağrışımlar da barındırıyor. Böylece, belirli bir erkeğe ait sayılan kadının başkalarıyla düşüp kalkması gibi daha somut bir çerçeveye kavuşuyor.
Ben şahsen bu kavramın devletin en tepesindeki kullanımının “gezme-tozma” bağlantılı ilk anlamla ile sınırlı olduğunun resmî yalan sorumlularınca açıklanmasını bekliyorum. Hani konu da zaten “Gezi” Parkı ya, o bakımdan!.. Herkes evinden çıkmıştı, n’apmıştı, Taksim “Gezi”si’ne gelmişti. Orada gezmişti, filan ya, bu bakımdan!
Mevcut iktidar, hakkımızdaki niyetini en yetkili ağızdan mütemadiyen açıklıyor. Muhalefetin niyeti ne, bilen yok. Üstelik, kilit partinin seçmenini akılla mantıkla geri çevrilemeyecek bir duygusal tepkiye doğru elbirliğiyle sürüklüyorlar.
Haydi, ciddî havada bitsin bu protesto -bu kadarına gücüm yetiyor- yazısı: Kılıçdaroğlu, iktidara gelirlerse haksız-hukuksuz hapse tıkılmış insanların kurtulacağına dair bazı sözler ediyor. Samimidir sanırım. Sadece, kaç bin kişinin bu durumda bulunduğunun farkında mı, bazen bundan şüphe ediyorum. CHP’nin içindeki “Güven Partisi”nin liderin hukuk-adalet arayışına sınırsızca ayak uydurup uydurmayacağından da. Diyelim ses çıkarmayacaklar. Peki CHP lideri, şu andaki ortaklarının, beraberce çoğunluğu oluşturacakları Meclis’te, sırf partileri siyasetin kilit etkeni olmaktan çıkarılabilsin diye hayatları gasp edilmiş binlerce HDP’linin özgürlüğüne kavuşmasını sağlayacaklarından emin midir?
Biz seçmenler emin miyiz? Beş-altı milyon oy alan partinin meşruiyetini yok sayan uygulamalara he diyen, ses çıkarmayan, kimi zaman da destekleyen muhalefet unsurlarının başına taş mı düşecek, bizim önümüze gökten üç elma mı? Bizi yönetenler gibi açık saçık konuşamayacağım için anca şöyle söyleyebileceğim: başlatmayın elmanıza şimdi!