YAZARLAR

Bayramın hüznü, itibar suikastı ve aşı karşıtlığı

Dünyada ve ülkemizde yükselen aşı karşıtlığının, çocukluk çağı hastalıkları için uygulanan ulusal aşı programı gibi Covid aşılarını da kapsadığı malum. Her iki durumda da aşılar hakkında hem şeffaf hem etraflı bilgilendirmenin düzenli olarak yapılması gerekiyor.

Halk arasında Kurban Bayramı'na verilen isimle “gözü yaşlı bayram”dı geçip giden. Hem hayvan kesip hem ağlamak çelişki gibi görünse de hayatın döngüsüne dair görmezden gelinemeyecek ibretler içeriyor her Kurban Bayramı. Güleni çoktu şüphesiz ağlayanı da. Onur Eker örneğin duyup da yüreğin yanmayanın kalmadığı ölümlerden oldu bu bayram. Ankara’nın göbeğinde değil kırsalında ama yine de Ankara’da kaybolup üç gün sonra cenazesi bulunan 19 yaşındaki gence Allah’tan rahmet ailesine, sevenlerine sabır diliyorum. Evlerde bile 38/39 derecelerin yaşandığı o üç günde bizler oturduğumuz yerde bedenimiz eriyip de akıyormuş gibi hissettiğimiz sıcaklıkta Onur dışarıdaydı. 40-50 kilometrekarelik bir alanda sağ bulunamayışı çok acı.

Diğer yandan bir hafta arayla iki kere sel ve heyelan felaketi yaşandı. 14 Temmuz'da yaşanan selde kaybolan sekiz kişiden altısının bedenine ulaşılmış olmasına rağmen iki kişinin hâlâ bulunamamış olması da öyle. Altı gün sonra aynı bölgede ikinci sel felaketinin yaşanması, arama çalışmalarını sekteye uğratmış olabilir. Cumartesi günü öğle saatlerinde bu yazıya başlarken haber alamadığımız 38 yaşındaki Batuhan Delihasan ve 62 yaşındaki Hasan Arıcı hâlâ bulunamamıştı. Habersizlik, arayıp da bulamamak, tarifsiz acılardan… Kanal, gölet ve deniz boğulmalarının, eksilmeyen orman yangınlarının hüznü bayramın bilindik hüznüne eşlik etti ne yazık ki.

Bir de itibar suikastları ile doldu gündem. Başta Ruşen Çakır ve Medyascope olmak üzere Serbestiyet, T24 gibi internet siteleri ve kadın hareketinden Morçatı, Filmmor gibi bazı dernek, vakıf ve girişimlere yönelik değersizleştirme çabası, insan eliyle ve bilinçli olarak gerçekleştirilen siyaseten katl eylemleri olarak bu bayramın umut kırıcı olaylarıydı. Tabi ki bitmedi daha uzun süre fon meşelisinden ekmek yiyecek gibi görünüyor, iktidar ve yandaşları. Düzensiz göç ve göçmen krizinin insani, sosyal ve siyasal boyutlarına dair değerlendirmeleri konuşulmaz kılıp hak savunuculuğu-faşizm karşıtlığı ikilemine hapseden tutumlar, iktidarı aklamasa da bir süre daha korunaklı alanda saklamayı başaracak gibi görünüyor.

Bir başka itibar suikastı Gamze Taşçıer’i hedef aldı bu bayram. Hep bayram diyorum ya ‘bayram da bayrammış hani’ dedirtecek cinsten habire olumsuz, mutsuz, umut kırıcı örnekler veriyorum ama benden mi kaynaklanıyor toplumdan mı bilmem, takdir sizin. Neyse uzatmayayım, CHP Ankara Milletvekili Gamze Taşçıer’in ilk imzacısı olduğu yasa teklifi aşı ile ilgiliydi. Covid aşısı karşıtlarıyla komplocular fırsatı ganimet bilmiş. Neredeyse iki buçuk yıl önce verilmiş yasa önerisini, plan da değil “pilandemi” adıyla hastalık ve salgının küresel komplo olduğuna ve Gamze Hanım'ın kimler kimlerle bu komplodaki ortaklığına delil olarak gösteriyorlar. İstanbul Sözleşmesi hakkındaki karalama kampanyası gibi çarpıtmalarla bayramın sonlarında Türkiye gündeminin üst sıralarına yükseldiler.

Tivitlerde komploya delil olarak kullanılan yasa teklifine ilişkin tabloya bakmak bile önergenin, çocukluk çağı bulaşıcı hastalıkları için uygulanan aşılarla ilgili olduğunu anlamak için yeterli. Çünkü orada kullanılan kısacık açıklamada bile ebeveyn rızası ifadesi geçiyor. Yine de hem dayanışma niyetiyle hem de konuya dair görüş ve açıklamalarını almak için Gamze Taşçıer’i aradım. Çarpıtmalara konu edilen yasa teklifinin, Umumi Hıfzıssıha Kanunun ilgili maddelerinde değişiklik yapılması hakkında olduğunu ve ulusal aşılama programında yer alan çocukluk çağı aşılarının zorunlu kılınmasına ilişkin olduğunu bir kere de kendisinden dinledim. Daha önemlisi de böyle bir yasa teklifinde bulunmasına yol açan gelişmeler hakkında sohbet etme fırsatı bulmuş oldum. Gamze Hanım'ın açıklamaları aynen şöyle:

“Türk Tabipleri Birliği'nin (TTB) ve Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği’nin (KLİMİK) belirttiği üzere, çocuklarına aşı yaptırmayan ailelerin sayısı 2010’da 183 iken 2017 yılında ise 23.000’e çıktı. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, 1993’ten beri her beş senede bir "Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması" isminde bir çalışma yayınlıyor. Araştırmanın güncel verilerine göre 2018’de Türkiye’deki 12-23 ya da 15-26 aylık çocukların yalnızca %67’si yaşına uygun tüm temel aşıları oldu. Bu oran 2008 yılında %77 iken 2013’de %74 olarak gerçekleşmişti. Bununla birlikte aynı araştırmaya göre, 2018’de 24-35 aylık çocukların yalnızca %49,6’sı tüm temel aşıları oldu. Bir başka deyişle 2018’de bu yaş grubundaki çocukların yaklaşık yarısı, yaşına uygun tüm aşıları olmadı.” Toplum sağlığı açısından ulusal aşı programının ülkemizde yüz güldüren, çocukluk çağı hastalıklarının telafisiz zararlarını önlemedeki olumlu etkisi, aşı karşıtlığı nedeniyle halk sağlığını tehdit eder boyuta varmış görünüyor. Aynı zamanda 11.11.2015 tarihli Anayasa Mahkemesi Kararı da Gamze Taşçıer’i çocukluk çağı aşılarının uygulanmasında ebeveyn rızası aranmaması yönünde yasa teklifi vermeye sevk etmiş.

Çocukluk çağı aşılarının yaptırılmayışı, bir ilçede Sosyal Hizmetler Müdürlüğü tarafından koruma kararı talebine gerekçe olmuştu. Aşıları yaptırılmayan çocuk hakkında yerel mahkemece koruma kararı verilmesi, velayet sahibi ebeveynin Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkını kullanmasına ve yüksek mahkemenin hak ihlali kararı vermesine konu olmuştu. AYM kararı, toplum sağlığının bireysel özgürlüklerden üstün olduğunu belirtmekle birlikte yasal boşluğa dikkat çekiyordu:
“…belirtilen kapsam ve amaçlarla zorunlu aşı uygulamasına ilişkin öngörülebilir nitelikte bir kanuni düzenlemenin bulunmadığı…” Konuyla ilgili Bakanlık genelgesi ve kararnamenin kanuni dayanak sayılamayacağı AYM kararında açıkça belirtildiği için gerekli yasal zemini oluşturmak için teklif verildiğini belirtiyor Gamze Taşçıer.

Hazır konuşmuşken ve konu da bir sosyal medya linçi iken son günlerde iktidar çevrelerinden yükselen yeni bir sosyal medya düzenlemesine ilişkin düşüncelerini de öğrenmek istiyorum. Ve Covid aşılarında halen toplumsal bağışıklık düzeyinin çok altında oluşumuza, insanların güvensizliğinin nedenlerine dair görüş ve önerilerini de almak istiyorum. Sosyal medyada ve medyada yalan yanlış, çarpıtma haberlerle mücadele etmek için halkın farklı bilgi kaynaklarına kolay erişmesi gerektiğini belirtiyor. Hükümet ve kamu kurumları tarafından bilgi edinme hakkına riayet edilmesinin etkili yöntem olacağı görüşünde. Yasakçı düzenlemeler düşünülmek yerine açıklık politikası uygulanması gerektiğini belirtiyor. Dezenformasyona karşı en etkili, belki tek etkili yöntem bilgiye kolay erişim kanalları açılması olabilir. Pandemi sürecinin Türkiye’de iyi yönetilmediği ve şeffaf yönetim anlayışı sergilenmediği için halkta yaygın güvensizlik oluştuğunu düşünüyor. Şeffaf ve Bilim Kurulu kararlarının öncelendiği bir karar alma süreci işletilmesini öneriyor. Ve toplum geneline yayılan güven kaybının, yetkililerin çelişkili açıklamalarıyla doğrudan ilişkili olduğu görüşünde.

Dünyada ve ülkemizde yükselen aşı karşıtlığının, çocukluk çağı hastalıkları için uygulanan ulusal aşı programı gibi Covid aşılarını da kapsadığı malum. Her iki durumda da aşılar hakkında hem şeffaf hem etraflı bilgilendirmenin düzenli olarak yapılması gerekiyor. 1 Temmuz tarihli normalleşmenin “yeni normal” değil eskiye dönüş halinde uygulanmasıyla kısa sürede iki katı aşan pozitif sayıları, muhtemelen önümüzdeki haftalarda katlanarak tırmanacak. Dolayısıyla iktidar, muhalefet, sivil toplum ve kanaat önderleri hem aşı karşıtlığının yarattığı çarpıtmaya hem de aşılanma oranlarını yükseltecek teşviklere dair görüş alışverişi sergilemesi, ortak tutum diyebileceğimiz söylem ve eylem birliğine ulaşması, yeni bir kapanma dönemi yaşamadan önceki son şansımız olabilir. Maskeden bıkmadan, aşıdan korkmadan, sorumlu yurttaşlık bilinciyle kendimizi ve ötekini koruyarak yaşamaya alışmak gerekiyor.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.