'Beethoven hatası'
Ludwig van Beethoven’in muhteşem müziğini dinlerken kimin aklına bestecinin toz içinde, leş kokulu, ısınmayan dairesi geliyor ki! Harika şeylerin acayip koşullar altında oluşabileceğinin örneği bu. Geçen hafta kaybettiğimiz Primatolog Frans de Waal, evrim üzerine yazanların “Beethoven hatası” yaptığını saptadı. Acımasız doğal seçimin sadece zalim mahluklar üretmeyeceğine barışçıl bonoboları hatırlatarak dikkat çekti. Biyolojik mirasımızın ortaklık ve empati kısmına ayna tuttu.
“Beethoven hatası”... Primatolog Frans de Waal’den geriye kalan müthiş ve eşsiz bir ifade.
Hollandalı Frans de Waal için primatolog dedim ama psikolog ve etolog olduğunu da eklemeliyim. İnsan doğası üzerine yaptığı sayısız araştırmanın sahip olduğu çokboyutlu bakış açısı bu iki disiplini de kapsıyor çünkü. Özellikle insan toplumunda adalet ve ahlak konularına odaklanan biliminsanının ömrünü primatlara, onlarla yaptığı çalışmalara adadığı abartılı bir söylem olmaz.
Bana sorarsanız Frans de Waal’in en unutulmayacak yanı, kendimizde beğenmediğimiz şeyler için doğamızı suçlamayı, beğendiğimiz şeyler için onu takdir etmeyi yeğlediğimiz saptamasını yapması. De Waal, biyolojik mirasımızın ortaklık ve empati kısmına ayna tutmayı seçmişti. Bize dair umutvar yanları yakın akrabalarımız şempanze ve bonobolar üzerinden anlattı.
Henüz öğrenciyken yani 1960’larda, evrim tartışmalarının özellikle tek bir noktaya ihtimam göstermesi Frans de Waal’in dikkatini çekmişti. Tartışmaların neredeyse tümü saldırganlık üzerineydi. İkinci Dünya Savaşı ve sonrası insan davranışının en kötü örnekleriyle doluydu elbette. Biliminsanlarının hâkim görüşü de biz insanların vahşi ve ahlaksız olduğuydu. Öyleyse “medeniyetin cilası altından sıyrılıp insan terbiyesini bir kenara iten şey genetik yapımızla ilgili, hayvani bir şey olmalıydı.” De Waal buna “cila teorisi” ismini veriyor. İnsanların vahşi ve ahlaksız olduğunu anlatan kitaplar popülerliğinin zirvesindeyken ortalıkta dolanan bir diğer teori de saldırganlığımızın kendine has olduğuydu: Kendi türünü öldüren yegâne primatlardık.
Frans de Waal’in ayrıcalığı da tam bu noktada ortaya çıkıyordu. Çünkü o, “genelde uygulanan şiddetin ve özelde Holokost’un bu şekilde rasyonalize edildiğini” düşünüyordu.
Evrim tartışmalarında saldırganlık konuşulurken es geçilen bir şey vardı: Duyarlı bonobolar. Frans de Waal onları araştırmalarıyla, makaleleriyle mükemmelen anlatır.
Şempanzelerin şeytani gücünden eser taşımayan bonobolar barışçıl, nazik ve duyarlıydı. Onlar için cinsellik ön plandaydı, erkek egemenliği yoktu. De Waal, bonobolar üzerine yapılan araştırmaların çok uzun yıllar büyük maymunlarınkinden geride kalmasının bir sebebini erotizm olarak açıklar. Geçmişte çoğu yazarın bundan bahsetmek istemediğine vurgu yapmıştı. Ama araştırmalarda geri kalınmasının asıl nedeninin “bonoboların insan doğasına dair yerleşik fikirlere uymaması” olduğunu söyler. “İnanın bana, araştırmalarda birbirlerini katlettikleri ortaya çıksa şimdiye herkes bonoboları ezberlemişti. Asıl sorun barışçıllıkları. Önce bonoboyu tanısaydık, şempanzeyi daha sonra, hatta hiç tanımasaydık ne olurdu hayal etmeye çalışıyorum bazen. İnsan evrimi hakkındaki tartışma belki bu kadar şiddet, savaş, erkek egemenliği üzerinden değil; cinsellik, empati, özen ve ortaklık üzerinden yürürdü. Ne farklı bir entelektüel coğrafyaya sahip olurduk kim bilir! (...)Şempanze şeytani yüzümüzse, bonobo meleksi yüzümüz olsa gerek. Bonobolar savaşmaz sevişir. Primat dünyasının hippileridir onlar. 1960’larda bir ailenin, eve geri dönmek isteyen uzun saçlı, ot tüttüren kara koyunla başı ne kadar beladaysa, bilimin de başı bonobolarla o kadar beladaydı. Işıkları kapadılar, masanın altına saklandılar ve davetsiz misafirin gitmesini umdular.”
Gelelim şu “Beethoven hatası”na... Frans de Waal bu ifadeden, evrimsel olarak birbirine en yakın üç türün (insan, şempanze ve bonobo) sosyal davranışlarını kıyaslayan İçimizdeki Maymun kitabında bahseder. De Waal evrim hakkında yazanların “Beethoven hatası” yaptığını savunuyordu. Bu tanımlamayla, süreçle ürünün birbirine benzemesi gerektiği sanısını kastediyordu.
Biliminsanı şu fikirden hareket ediyordu: Ludwig van Beethoven’ın muhteşem müziğini dinlerken kimin aklına bestecinin ısınmayan dairesinin neye benzediği gelir? De Waal, Beethoven’i evinde görmeye gidenlerin leş kokulu dağınık daireden, ortalığa saçılmış yemek artıklarından, boşaltılmamış oturaklardan, toza ve kâğıda gömülmüş iki piyanodan şikâyet ettiğini hatırlatır. Ama “hiç kimse Beethoven’in karmaşık sonatlarını ve asil piyano konçertolarını nasıl böyle bir domuz ahırında yarattığını sormaz. Hepimiz harika şeylerin, acayip koşullar altında oluşabileceğini, süreç ve ürünün farklı şeyler olduğunu, bu yüzden de yemeklerinden çok memnun olduğumuz bir lokantada nadiren mutfağı görmeye gittiğimizi biliriz.”
Frans de Waal’in “Beethoven hatası” dediği şu inançtır; doğal seçim acımazsız bir eleme süreci olduğuna göre, zalim mahluklar üretmiştir. Eleştirisi, haşin ve hoyrat süreçlerin daima haşin davranışlar üreteceğini savunanlaradır. Ona göre “doğanın düdüklü tenceresi hem kendi yavruları dahil kımıldayan her şeye atlayan balıklar hem de bir tanesi yönünü şaşırdığında hep birlikte karaya vuracak kadar birbirine bağlı pilot balinalar yaratmıştır.”
Frans de Waal’in, karanlığa tapan bugünün dünyasına hediye ettiği insan doğasına dair umutvar bakışı keşfetmek için hiçbir zaman geç değil bana sorarsanız. Akrabalarımızdan vahşi olanların öne çıkarılmasının tesadüf olmadığını kulağımıza fısıldayan bir biliminsanı geçti bu dünyadan. Tutunacak dal aramak isteyenler ne duruyor!
Not: Aslı Biçen tarafından Türkçeleştirilen İçimizdeki Maymun ve yazarın diğer kitapları Metis Yayınları tarafından yayımlanmaktadır.