Beis yok, tarihimiz emniyette
Sevgili polisimizin zamanı kıymetliydi. Çıkılacaaak, çık. Emir buyurulduğu andan itibaren tanınan çok kısacık sürede çıkmayı başaramayanlar, şiddetle uyarıldı. Mendil kadar alana binlerce kadın sıkıştırılmış, çıkılması zaman alır diyen yok. Öyle ya enkazdan canlı kurtarmaya başlamak için harcanacak o 40 saatlik süre kadınlara tanınamaz.
Bu coğrafyanın insanları olarak zamanın kıymetini bilmeyiz pek. "E, daha, daha nasılsın"larla telefonda dakikalar harcanır. Ama trafik söz konusuysa zaman acayip kıymete biner. “En kısa zaman dilimi Türkiye’de sarı ışıkla yeşil ışık arasındaki o kornaya basma süresi” şeklinde özlü sözler icat edilmişliği bile var. Fizikçiler hala bu tespiti kanun sayıp kayda geçirmediyse artık o da onların ayıbı. Bir de namazlarda vakit hemen nakit oluverir. Jet hoca arayışlarının haddi hesabı yok malum. Hazır ramazan da yaklaşmışken en hızlı teravih kıldıran hocaları tespite girişme vakti. Beş dakika erken bitirmek için fazladan on beş dakikalık yol gidilip dönülebilir. Hele adımına sevap anlayışı varken fazlası da göze alınır. Neyse çok uzatmayayım kıymetli zamanlar arasına bu yıl emniyet listelerinde 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü de üst sıralardan giriverdi.
Arama kurtarma çalışmasında hayati öneme sahip altın saatler gönüllüler bekletilerek zalimce harcandı. Kurtarılabilecek nice canlar konuşarak, göz göre göre öldü. İktidar deprem anındaki ilk 72 saatin kıymetini bilmediği, ilk 35 saati talimat beklemekle geçirdiği için öldü, resmi rakamlarla 50 bine yaklaşan insanların büyük kısmı. Hatta büyük depremlerin 15’inci gününde gelen artçı sarsıntıyla bile o güne kadar çadır verilmemiş insanlardan hasarlı binalara girmek zorunda kaldığı için ölenler ve yaralananlar oldu. Şimdi ikinci aya girmişken hala çadır, konteyner, tuvalet, banyo, su ihtiyaçları için oluşturulan listeler her birimize gelirken, neredeyse hiçbirimiz kamu kurumlarına ulaşamıyor, ulaştıramıyoruz. Ancak Ankara Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere CHP’li belediyelere iletiyoruz sözümüzü. Afet bölgesinde çalışan gönüllüler aracılığıyla ulaşan depremzede ihtiyaçlarını karşılamak için umutla belediyelere bakılıyor. “Sen kimsin, sen ne yapabilirsin?” hakaret ve suçlamalarına muhatap olan belediyelerin yardımları bölgeye gönderilirken de anlaşılıyor ki o aşamada AFAD hala tıkaç görevi üstleniyor.
Resmi kanallardan yalanlanan haberlerin doğruluğuyla görülüyor ki çocuklar ganimet gibi bölüştürülmüş tarikat vakıfları arasında. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Diyanet işbirliğiyle devlet, bakım yükümünü deyim yerindeyse taşere etmiş. Depremzede çocukların bakımını taşeron firma gibi kullanarak kimi tarikat, cemaat ve vakıflara havale etmiş. Resmi açıklamalarla bu haberleri yalanlayan devleti, tarikatlar resmi hesaplarından propaganda paylaşımıyla rakip tarikatlara attıkları farkı ispat için kullandıkları görsellerle yalanlıyorlar. Enkazın başında can havliyle “devlet nerede” diyenlere soruşturma açılırken depremzede çocuklarla poz veren tarikat şeyhlerine yaptırım var mı, bilmiyoruz. Menzil’e yakın hesaplardan yapılan o paylaşımın rakip tarikatlara yönelik “üstünlük ispatı” amacı taşıması nedeniyle depremzede çocukların, iktidar tarafından bu yapılar arasında paylaştırılmasını ganimet bölüşümüne benzetmenin acıtıcı olduğu kesin elbette. Yorumdan ziyade gerçeğin acı olması asıl sorun.
Topluma emanet yetim çocukların ve hâlâ aileleri tarafından aranmaya devam edilen kayıp çocukların da muhtemelen aralarında bulunduğu küçük depremzedelerin ezile ezile birer alperen gibi yetiştirilmek istendiğini tahmin ederek çaresiz kalmak çok daha fazla acıtıcı. İktidar açıklasın, savcılar soruştursun ve o çocukların eşit yurttaşlar olarak topluma kazandırılması için elbirliğiyle çalışalım. Aksi takdirde ihmal, suistimal, istismar ihtimalleri beynimizi kemirmeye, kemirdikçe konuşturmaya devam edecek. Cinselinden, fizikseline, duygusalına her türlü şiddete açık halde ve çocuk haklarından, eşit yurttaşlık haklarından mahrum bırakılarak kuytu köşelerde, köle çocuklar gibi kullanıldıkları düşüncesi haklılık kazanacak ve bunun vebali hepimizin üstüne. İnsan olan gözünü yumup, dilini tutamaz bu ihtimal karşısında.
Bu yıl 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşüne deprem şartlarında hazırlandı kadınlar. “İsyanımız yasımızı aşıyor” sözleriyle inildi alanlara, sokaklara. Öfke, isyan, yas kadınların heybetinde gelindi o yürüyüşe ve söz olarak salındı uzay boşluğuna. Baki kalacak bu kubbede bu hoş seda. Pankartlara ve döviz gibi şeylere yazılmış olanların kaybolup unutulacağını zannetmeyelim onlar fedakar polisimizin titiz çalışmasıyla emniyette. 25 Kasım 2022’de olduğu kadar şedit yüzünü göstermedi devlet bu 8 Mart'ta. Alanlara girişte yaşattığı zorluk, sınırlama, baskı “eh, bu iktidar devrinde hükümet etmenin şanından” sayılıp az çok kolaylıkla aşıldı kadınlar tarafından. Alana girip pankartlar, afiş ve dövizler ortaya çıkıp nazlı nazlı salınmaya başlayınca kadınlara da bir güven geldi doğrusu.
Ankara Emniyetinin kıymetli polisleri Sakarya meydanına girişte yaşattıkları zorluğu aşmayı başaran kadınlara saygıdan olsa gerek, kadın sözüne değer verip, dövizleri tek tek fotoğrafla kayda geçirdi. Unutulmaz artık sözlerimiz, emniyette. Ha bir de arada uygun bulmayıp el koydukları var ama dedik a şanından o kadarı da. Nasıl olsa kadınlar el konulanların da çoğunu tutanakla sabitlemeyi başardı. Beis yok tarihimiz emniyette. Yakın gelecekte feminist protesto tarihine merak salan araştırmacılar, Ankara Emniyet arşivinden yararlanarak tarihimizi kolayca yazabilir. Depremde kötü yönetimle doğa olayını afete dönüştüren tüm eksikliklere dair sözler kayıtlı. İkinci ayda bile hala insanların insanca barınma sorunu kayıtlı. Kadınların ihtiyaçlarının dikkate alınmadığı, çocukların adeta pay edildiği kayıtlı. Ayrıca siyasal baskı ve şiddetin yanı sıra hükümet istifa sözleri de kayıtlı beis yok. Bir vakitler yeryüzündeki bütün askerler arasında dolaşan dünyanın en geniş eşcinsel pornosunun bizim askerlerde olduğuna dair şehir efsanesi gibi en geniş feminist protesto koleksiyonu da poliste artık.
Fakat başta söylediğim gibi 8 Mart kadınlar için ne kadar önemliyse polis için de yürüyüş zamanı o derece kıymetliydi. Alana girişte zamanın kıymetini bilmeyen için yaşatılan zorluk çıkışta şiddetlendi. Çünkü sevgili polisimizin zamanı kıymetliydi. Çıkılacaaak, çık. Emir buyurulduğu andan itibaren tanınan çok kısacık sürede çıkmayı başaramayanlar, şiddetle uyarıldı. Mendil kadar alana binlerce kadın sıkıştırılmış, çıkılması zaman alır diyen yok. Öyle ya enkazdan canlı kurtarmaya başlamak için harcanacak o 40 saatlik süre kadınlara tanınamaz. Protesto, gösteri, yürüyüş hele de feminist gece yürüyüşü ise bittiği anda boşalacak her yer. Meydandaki havuzun çevrinde dönülürken sıkışma yaşanmış falan hiç önemli değil.
Neyse efendim güzide polisimiz 8 Mart akşamı Sakarya meydanında zaman mekan ilişkisini de pek güzel kurabildiğini dünya aleme ispatı başardı. Saniyeler önce attığın sloganı bir metre ilerlediğinde tekrarlarsan bittin sen. Polis o muhayyel sınırı pek güzel haritalamış zihninde. Ve adım şaştığında, gidiş yönü işaret edilenin aksine olduysa, hele de Yüksel caddesine yönelmiş, yürüyüşten sonra kitap okuyan kadını ziyarete niyetlenmişsen yandın. Zaten tanınan o kocaman, bitmek bilmeyecek bir saatte elleri kaşınmaya başlamış olacak ki ayrıca zor gücünü kullanma yetkisinin hakkını vermesi de gerektiğinden bazı kadınları darp ve kimisini yerlerde sürüklemekle devlet terbiyesinin ne olduğunu hatırlattı.
Evet, kadınların “sürtük” olarak katıldığı son 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü böyleyken böyleydi. Laf aramızda sağlık nedeniyle katılamasam da yattığım yerden bilgi toplama şansı yaşatan, anın kıymetini öğreten, sabrın yani direnişin övüldüğü, and olunan “asr’a” haberleşme nimetine şükür. Direnişe, dayanışmaya bağlılıkla eşitlik ve özgürlük mücadelesini dün olduğu gibi yarın da sürdürecek olan tüm kadınlara selam ile…