Bekir Ağırdır: Muhalefet neden kaybetti, Erdoğan nasıl kazandı?
Bekir Ağırdır, muhalefetin seçimlere hazırlıksız girdiğini belirtti, Erdoğan'ın ise seçmenle farklı bir duygusal ve güven ilişkisi içinde olduğunu yazdı.
DUVAR- Araştırmacı-yazar Bekir Ağırdır, seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmesinde, siyasi, coğrafi ve sosyolojik olarak üç Türkiye olduğuna dikkat çekti, muhalefetin seçim öncesi etkin bir politika geliştiremediğini belirtti. Muhalefetin bir siyasal stratejisi ve bundan vücut bulan iletişim stratejisi olmadığını ifade eden Ağırdır, bu açıdan iki temel sıkışma alanı olduğunu yazdı. Kürt meselesinin Devletin demokratikleşmesi ve yeniden inşasının önünde zihni ve duygusal engel oluşturduğuna değinen Ağırdır, toplumsal değişimin önündeki en önemli zihni ve duygusal engelin de toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi olduğunu ifade etti. Ağırdır Erdoğan'ın ise seçmenini önce "AK Partili"leştirerek daha sonra da "Erdoğancı"laştırarak kazandığını yazdı.
Ağırdır'ın "Seçim süreci ve üç Türkiye üzerine" başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:
"İki temel sıkışma alanı, kadın ve Kürt meselesi
Ama ilginç olan şudur; ister siyasi coğrafya, ister demografik ve sosyolojik profil, istersek de ekonomik gelişmişlikten bakalım, birbirini tekrarlayan ve üst üste denk gelen üç Türkiye fotoğrafı değişmiyor. Dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz tablo, yalnızca kimliklere sıkışmanın, kutuplaşmanın ya da farklı ihtiyaçların ürettiği siyasi dağılımın yanı sıra sosyolojik, ekonomik, kültürel, tarihsel bir meseleyle de meşgul olduğumuzdur.
Bir diğer önemli dinamik, ülkenin iki temel konuda sıkışmışlığına dair. Birisi devletin demokratikleştirilerek yeniden inşası. Güçler ayrılığının, denge ve denetleme mekanizmalarının oluşturulduğu, yerel yönetimlerin ve katılımcılığın güçlendirilerek, standartları ve kuralları koyan ve denetleyen "etkin devletin" inşası. Bu ihtiyacın önündeki en önemli zihni ve duygusal engel Kürt meselesi. Ülke bu duygusal ve zihni eşiği aşamadığı için de demokratikleşme olamıyor çünkü kaygılar, vehimler ağır basıyor.
Diğer sıkışma alanı toplumsal dönüşüm, hukukun üstünlüğüne inancın ve ortak yaşama iradesinin güçlendiği, farklılıklara saygı anlayışının yaygınlaştığı, kimliklere sıkışma ve kutuplaşmaların en aza indiği bir toplum. Toplumsal değişimin önündeki en önemli zihni ve duygusal engel de toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi. Kadınına, kızına tanımadığı özgürlük, eşitlik ve adalet alanı sağlanmadıkça demokratik ve çoğulcu bir topluma doğru dönüşüm ağır aksak yürüyor.
Halbuki toplumda bu iki konuda da farkındalık yükseliyor. İster ekonomik mecburiyetten ister sınıfsal farkındalığın yükselişinden ya da gecikmiş modernleşmenin ürettiği gündelik hayat pratiklerinden dolayı zihni dönüşüm yaşanıyor. Ama duygusal eşikler hala bu dönüşümün hız ve yoğunluğunun belirleyicisi.
Bu iki sıkışma alanı aynı zamanda iktidarı oluşturan zihni koalisyonun da kendileri açısından başarılı biçimde manipüle ettiği alan. İktidar koalisyonunun bir kanadı toplumsal dönüşümü ahlaki bir örtü ile kapatıyor. Koalisyonun diğer kanadı da demokratikleşmeyi, hak ve özgürlükler meselesini terör örtüsünün altına sıkıştırıyor.
Seçmenin arasındaki farklılıkları ne olursa olsun hayata dair beklentileri ekonomiden şekilleniyor ama kaygıları, korkuları kültürel kimliğinden şekilleniyor ve farklılaşıyor. Bu nedenle iktidar da muhalefet de ekonomik vaatlere yüklendikçe siyasi tercihlerde farklılık oluşmuyor. İktidar muhafazakarların ahlaki kaygılarını, milliyetçilerin ve Türklerin güvenlik kaygılarını korkulara çevirmeyi ve güçlü devlet, istikrarlı yönetim gerekliliğini 27 milyon insana anlatıyor ve ikna ediyor.
Seçmene ortak hayatta güven ve istikrar gerekliliği ahlaki kaygılar ve asayiş, güvenlik ihtiyacı üzerinden anlatılıyor.
Erdoğan ve seçmeni
Bunlar seçim öncesinde de bilinmeyenler değildi. Ama muhalefet bu iki kaygı ve korku siyasetini aşacak umudu ve yeni bir ortak gelecek hayalini anlatamadı.
Elbette bu ikna sürecinde Erdoğan faktörü var. Erdoğan’ın seçmeniyle kurduğu güven ilişkisi karşılıklı. Erdoğan onlara güvendiğini, onlardan birisi olarak, diliyle, hareketleriyle, yaptıklarıyla gösteriyor. Seçmeni de Erdoğan’la partisini de aşacak şekilde farklı bir duygusal kabulleniş ve güven ilişkisi içinde. O nedenle Erdoğan aynı zamanda seçmenini de dönüştürüyor ve sürekli olarak seçmeninin önüne yeni hedefler koyarak coşkuyu diri tutuyor.
Geçen sonbahar başlangıcında muhtemelen Erdoğan dışında ne kadrosundan ne partisinden hiç kimse seçimi bu oranlarla kazanacaklarına inanmıyordu. Parlamentoyu kaybettikleri çünkü gençleri ve kadınları kaybettiklerini içselleştirmişlerdi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise Erdoğan’ın şapkadan çıkaracağı tavşanları bekleme hali baskındı. Kadrolarda da örgütte de bocalama ve bekleme hali yaygındı. Erdoğan şapkadan tavşan çıkarmadı ama tüm iktidar ve devlet olanaklarını kullanarak seçim sürecini yönetti ve seçimi kazandı. Balkon konuşmasında da hemen seçmenin ve örgütün önüne yerel seçimleri hedef koyarak coşkuya adres vermiş oldu.
Daha uzun geçmişe bakınca Erdoğan ile seçmeni arasındaki ilişki sürpriz de değil. 2002 iktidara geliş ve ilk AK Parti döneminin seçmeniyle ilişkisi ve dürtüleri farklıydı. 2009 yerel seçimlerinden itibaren AK Parti seçmenini 'AK Partileştirmeyi' hedefledi. Sosyal yardımlar, kamuda işe alımlar, yerellerdeki ihale ve ekonomik kaynak aktarım süreçleri gibi tüm mekanizmalar tümüyle partizanca kurgulandı. 2013’ten itibaren bir yandan Erdoğan partisinde ve iktidarda tek adam oldu, diğer yandan AK Parti’yi kendi aygıtı haline dönüştürürken seçmenini de 'Erdoğancılaştırmayı' hedefledi. Başarmış da görünüyor. Sonuçta seçmen AK Parti’yi geriletirken Erdoğan’dan vazgeçmediğini gösterdi. Kayda değer oranda yeni seçmen kazanamamış olsa da 2017’den bu yana toplamda 27 milyon seçmeni referandumda 'evet', yerel ve genel seçimlerde 'Cumhur İttifakı' içinde tutmayı başardı." (HABER MERKEZİ)