Bekir Bozdağ’ın hukuki statüsü
Yasama yetkisi münhasıran milletvekillerine verildiği ve parlamentoya karşı sorumlu bir bakanlar kurulu olmadığı için de bakanların yasa teklif etmek, yasa teklifi hazırlamak gibi yetkileri yok. Hele anayasal ve yasal düzenleme hazırlayıp bunu cumhurbaşkanına sunmaları gibi bir yetkileri mevcut sistem dahilinde düşünülemez. Bozdağ’ın işgal ettiği makamın anayasal statüsü içinde anayasa değişikliği kanunu teklifi ya da kanun teklifi hazırlayıp cumhurbaşkanına sunmak gibi bir yetkisi yoktur.
Türkiye’de “işlerin nasıl yürüdüğüne” dair çok somut örneklerle karşılaştığımız bir ay yaşadık. Önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü serbestisini düzenlemeye dönük kanun teklifi açıklamasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan anayasal güvence ve anayasa değişikliği açıklaması geldi. Bunun üzerine Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın anayasa değişikliği kanun teklifi hazırlığında olduğunu ve bunu cumhurbaşkanına sunacağı açıklaması geldi. Sonrasında hazırlık cumhurbaşkanına sunuldu. Ardından Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, yurt dışındayken yaptığı açıklamadan dolayı ve ülkeye dönmesine, ifade vereceğini söylemesine karşın bir TRT prodüksiyonu eşliğinde gözaltına alındı. Sonrasında tutuklandı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türk Mimar Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) hakkında düzenleme hazırlığı içinde olduğunu açıkladı. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları anayasal güvence altında olduğu ve kanunla düzenlendiği için bu düzenleme de mutlaka kanunla yapılacaktı. Bozdağ, düzenlemenin hazırlıklar tamamlandıktan sonra cumhurbaşkanına sunulacağını bildirdi. Son olarak, anılması gereken bir başka husus, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Amasra’da gerçekleşen iş cinayetinin ardından bakan sıfatıyla katıldığı cenaze töreninde, yanında din görevlileri bulunduğu halde Kur’an okuması. Bakan, konunun laiklikle ilgisi olmadığını söyledi, din ve vicdan özgürlüğünün herkese tanındığını belirterek kendini savundu.
İŞLER NASIL DÖNÜYOR?
Bu üç örnek Türkiye’de “işlerin nasıl çevrildiğini göstermek” için önemli veriler sağlıyor. “İş çevirmek” ifadesini dilimizdeki ilk akla gelen anlamıyla kullanıyorum. Yani, asıl amacı belli olmadan, şüphe uyandırır şekilde hareket etmek. Kamu gücü kullanan kamu görevlileri iş çeviremez, çünkü eylemleri anayasa ve kanunlarla belirlenmiş sınırlar içinde olmak zorundadır. Peki Adalet Bakanı’nın hukuki statüsü nedir? Kanun değişikliği ya da anayasa değişikliği kanunu hazırlığı yapıp cumhurbaşkanına sunabilir mi? Ya da ülkeyi yasa boğmuş bir iş cinayetinin ardından katıldığı cenaze töreninde orada kamu hizmeti sunmak için bulunan din görevlileri varken Kur’an okuyabilir mi? 2017 yılında halkoylaması ile kabul edilen kendi hükümet sistemlerine göre bakalım. 6771 sayılı anayasa değişikliği kanunundaki düzenleme sonrasında anayasa, bakanlık görevi ile milletvekilliğini birbirinden ayırıyor. Bakanların milletvekili seçilme yeterliğine sahip kişiler arasından cumhurbaşkanı tarafından atanacağını ve ona karşı sorumlu olacağını söylüyor. Eğer bakan olarak atanacak kişi milletvekili ise milletvekilliği ile ilişkisi kesiliyor. Dolayısıyla bakanlar yeni sistemde cumhurbaşkanına karşı sorumlu olan sekreterler vasfını taşıyor. Yasama yetkisi münhasıran milletvekillerine verildiği ve parlamentoya karşı sorumlu bir bakanlar kurulu olmadığı için de bakanların yasa teklif etmek, yasa teklifi hazırlamak gibi yetkileri yok. Hele anayasal ve yasal düzenleme hazırlayıp bunu cumhurbaşkanına sunmaları gibi bir yetkileri mevcut sistem dahilinde düşünülemez. Çünkü yasa yapımı demokratik meşruiyete dayanır; halbuki bakan seçilmiş cumhurbaşkanınca atanan, yani seçilmemiş bir kişidir. Siyasal sorumluluğu yoktur, cumhurbaşkanı siyasal olarak sorumludur, bakanları istediği zaman atayıp görevden alabilir. Cumhurbaşkanı ise yürütmeyle ilgili konularda, eğer konu kanun ile açıkça düzenlenmemişse ve anayasa konunun münhasıran kanun ile düzenleneceğini öngörmemişse cumhurbaşkanlığı kararnameleri çıkarabilmektedir. Bu bir yasama işlemi değildir. Cumhurbaşkanının yasamaya ilişkin yetki ve görevleri içinde kanun teklifi hazırlamak yoktur, olamaz da. Olamayacağı, 2017 halkoylaması öncesinde kuvvetler ayrılığının 6771 sayılı kanunla hayata geçirileceği propagandası yapılırken bizzat kendileri tarafından söylenmiş, nitekim kanunun 6. maddesinin gerekçesinde meşruiyetini halktan alan iki ayrı kuvvetin, yasama ve yürütmenin ayrı ayrı oluşturulduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla Bozdağ’ın işgal ettiği makamın anayasal statüsü içinde anayasa değişikliği kanunu teklifi ya da kanun teklifi hazırlayıp cumhurbaşkanına sunmak gibi bir yetki yoktur; 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 38. maddesinde de haliyle böyle bir yetki tanımlanmamıştır. Anayasa ve yasalarca verilmemiş bir yetki kamu görevlilerince kullanılmaz.
Diğer meseleye gelelim. Adalet Bakanı, cenazede Kur’an okumasına ilişkin yaptığı açıklamada anayasanın din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24. maddesinin 1. ve 3. fıkralarını dile getirdi. “Herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz, suçlanamaz.” Fakat, bir bakanın din hizmeti görmekle görevlendirilmiş kamu görevlilerinin bulunduğu bir ortamda, kamuya açık olarak gerçekleştirdiği eylemin normatif sınırları bu fıkralarca değil, aynı maddenin son maddesince çizilmiştir: “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” Ayrıca anayasanın başlangıç bölümünde de “lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” belirtilmiştir. Dolayısıyla din ve vicdan özgürlüğünün sınırları bakımından devlet adına ve kamu gücü kullanarak eyleyen ve politika yapan kişi ve kurumlarla yurttaşlar arasında çizilen sınırlar bakımından bir fark vardır. Devlet bakımından, din ve vicdan özgürlüğünü herkes için sağlamak için sınırı laiklik ilkesi çizer; yurttaşlar bakımından ise din hürriyeti. Adalet Bakanı'nın hukuki statüsü bağlamında düşünüldüğünde; bütün ülke kamuoyunun özellikle sorumluların açığa çıkarılması ve madenci ölümlerinin dine dayalı bir kadercilik ya da fıtrat gereği olmadığını açığa çıkaracak soruşturmaların yürütülmesini, yani bakanın görevini yapmasını beklediği bir anda gerçekleştirdiği eylemin, sınırın laiklik ilkesi gereğince çizilmiş alanı aştığını söylemek gerek.
NEDEN BU İŞLER ÇEVRİLİYOR?
Peki asıl sorumuza dönelim. Bu fotoğraf bize ne anlatıyor ve bu işler neden çevriliyor? Fotoğrafın anlattığı yasama organının ve yargı organının artık işlevlerini tamamen yitirdiği. Kanunlar, seçilmiş cumhurbaşkanının belirlediği bir odada seçilmemiş kişilerce demokratik meşruiyet ve demokratik usullerin atlanmasıyla hazırlanıyor. Yasama organı -ki başkanının yasama üyelerine karşı geliştirdiği tavrı mutlaka başka bir yazının konusu yapılması gerek- üyelerinin açık hedef haline getirildiği, parlamentonun en zayıf dönemindeyiz. Yargı organına baktığımızda durumu belki de en iyi Anayasa Mahkemesi istatistikleri gösteriyor. Mahkeme Başkanı Zühtü Arslan’ın bu hafta içinde yaptığı açıklamaya göre Türkiye Anayasa Mahkemesi'nin önündeki 123.000’e yakın bireysel başvuru dünyada hiçbir ulusal mekanizmanın önünde yok. Başkan, bunu Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının objektif etkisinin gerçekleşmemesi nedeniyle mahkemenin kararlarının, idarenin ve yargının eylemleri bakımından anayasaya uygunluğu yaratacak bir uygulamaya yol açmadığını söylüyor. Çünkü mevcut sistemde yargı organı, anayasal meşruiyete değil; cumhurbaşkanının amaç/hedeflerinden kaynaklanan bir meşruiyet iddiasına göre hareket ediyor. Bakan da bunun bizzat uygulayıcısı. İşte sorunun ikinci bölümünün de yanıtı burada, işler bu yüzden böyle çevriliyor. Artık Türkiye’de anayasaya karşı, onu aşan bir meşruiyet iddiası var. Plebisiter diktatörlüğün kaynağı olan bu iddianın taşıyıcılığını da bu işleri döndürenler yapıyor.