YAZARLAR

Beklenmeyenin sihri ve albümlerin gücü: Teşekkürler Adele

Adele, Spotify’ın ilk günden beri çalma (play) butonunun varsayılan ayarı olan ‘shuffle’ modunu, yani albüm şarkılarını rastgele sırayla çalma ayarını ‘varsayılan’ değil kullanıcının bilinçli tercihiyle seçeceği şekilde değiştirilmesini kabul ettirdi. Bu karar, müzik dinleme alışkanlıklarını yeniden tanımlamaya odaklı işleyiş açısından bir devrim.

Kişisel bir iş için bulunduğum Eyüpsultan semtindeki bir parkta, Haliç kıyısına beş metre mesafeden baktığım görüntüde, normalde bir arada olması garipsenebilecek birçok şey tuhaf bir ahenk içerisinde bir arada. Soluk sarman bir kedi, onu kucağına alarak seven, önce evsiz sandığım, sonra motorcu olduğunu anladığım iki adam, sert akıntının üzerinde grup halinde sabit duran ergen martılar, birkaç kaz ve ördek kolonisi, koşan ve yürüyen insanlar, kıyıda camında “yatan var, rahatsız etme” yazılı derbeder bir tekne ve biraz açıkta tam teşekküllü bir yelkenli. Bir anda iki tane hiç beklenmedik şey oluveriyor; sert esen günbatısıyla yelkenli alabora olacakmışçasına yan yatarken bir kaz bağıra çağıra bir diğerine saldırıyor. Ve karşımdaki adacıkta gözüme biri siyah-beyaz, diğeri bembeyaz iki tavşan çarpıyor. İstanbul’un göbeği denebilecek bir noktada tavşanlar, Haliç’te alaboranın eşiğinden dönen bir yelkenli! Durup bakınca göze, kulağa aynı anda çarpabilen bir sürü şaşırtıcı uyaran. Sanki bunların tamamı, heyecan ve sürprizlerle dolu bir hikâyenin evren ve karakterleri.

Tüm arıza ve handikaplarına rağmen şu muazzam şehir İstanbul’da yaşamayı vazgeçilmez kılan başlıca unsurlardan biri de her an beklenmedik bir şeylerin oluverme ihtimali. Ve her an insanın kendisini şehrin daha önce hiç bulunmadığı bir noktasında buluverebilecek olmasının tılsımı. Bu yazı itibarıyla artık iki haftada bir değil, her pazar yayınlanacağını bildirmekten heyecan duyduğum Gazete Duvar yazılarımın odağı olan müzikte de bazen beklenmedik şeylerin olabilmesi, müziğin kırık hayatlar, kırık hayaller ve kırık kalplerle dolu sektörüne tahammülü zor da olsa mümkün kılan başlıca etkenlerden. Olağanüstü bir şarkının omurgadan aşağıya elektrik sinyali gönderip tüyleri diken diken eden nakaratını ilk defa duymak, daha önce varlığından haberdar olmadığın bir şeyleri ilk defa görmek, bir yeri ilk defa keşfetmek, kurulabileceğini hayal bile edemediğin hayalleri kurabilmek gibi. Tıpkı çok ünlü bir şarkıcının, yaklaşık on senedir artarak müziğin üretim, dağıtım, pazarlama, konumlandırma ve tüketim biçimlerini küresel çapta tahakkümü altına almış bir platforma çok önemli bir hususu anlatıp kabul ettirmesi gibi.

Geçtiğimiz hafta İngiliz şarkıcı Adele, hiç beklenmedik bir şekilde, burnundan kıl aldırmayan ama yapımcısından sanatçısına birçok unsura her fırsatta boy ölçüsü aldırtan Spotify’a, hem kendi hem de müziğin diğer yaratıcı birimlerinin müzmin bir ortak derdinden bahsetti: kayıtlı müzikte plaklarla başlayan, kaset ve CD’lerle evrilerek önem kazanan, fakat çağın dijital teknolojilerle şekillenen alışkanlıklarıyla erozyona uğrayan ‘albüm’ kavramı. Yani, bir grup müzikal eserin kaydedildiği halleriyle tek bir mecrada, belli bir sıralamayla bir araya getirilerek o şekilde dinleyiciye sunulan hali. Yani, ismiyle, kapağıyla, şarkı adları, sayısı, süresi ve ‘albüm’e dair belki de ne önemli unsur olan sıralamasıyla, o eserleri dinleyiciye bir arada ama ‘O’ dizilişle anlatmanın yolu. Bunu konu ederek, Spotify’ın ilk günden beri çalma (play) butonunun varsayılan ayarı olan ‘shuffle’ modunu, yani albüm şarkılarını rastgele sırayla çalma ayarını ‘varsayılan’ değil kullanıcının bilinçli tercihiyle seçeceği şekilde değiştirilmesini kabul ettirdi. Spotify bunu sadece Adele albümü için değil, bundan böyle her uzunçalar için hayata geçirdi. Bu karar, dijital platformların, dinleyicilerin müzik dinlemeye dair bozuk ya da sorunlu olmayan, tam aksine bilinçli ve kıymetli olan birçok alışkanlığını veri ve algoritma merkezlilik, ilericilik, kârlılık vb. saiklerle değiştirmeye ve yeniden tanımlamaya odaklı işleyiş biçimleri bakımından bir devrimdir. Belki de ilk defa ekonomik ve pratik anlamda menfaatlerine hizmet etmeyecek ama varoluş nedenleri olan müziğin sunuluşuna dair çok özel bir meseleye bakıp önem vermelerinin neticesidir.  

Hayata geçen bu değişiklik ufacık bir ayrıntı olarak görünebilir ama müziğin yaratıcıları ve tutkulu dinleyicileri için çok önemli bir meseledir aslında. Adele bu konuya ilişkin açıklamasında, “bu benim sürekli değişen sektörümüzde tek isteğimdi, albümleri ve şarkı sıralamalarını boşuna bu kadar özen ve düşünceyle yapmıyoruz” diyerek benim de fikrimi net biçimde ifade ediyor. Sanatçının şarkıları, tercih ve zevklerim doğrultusunda şevkle dinleyeceğim müzikler değil ama “30” adlı bu albümü birkaç sebeple baştan sona dinledim. Henüz çıkış haftasında dijital mecraların hem satış (fiziksel ürün ve dijital indirme), hem dijital dinlenme (streaming) hem de çalınma (radyo-televizyon yayınları, dijital çalma listeleri vb.) verileriyle başta Birleşik Krallık ve A.B.D. olmak üzere dünya listelerinin zirvesine oturan, bir haftada 2021’in en fazla tüketilen müzikal çıkışı haline gelen bir albüme mutlaka kulak vermek gerekir. Devasa bir başarı ve etkiyle gelen “30”, hikaye anlatımı ve akışıyla, Adele’in neden sıralamayla ilgili böyle bir istekte bulunduğunu gösteriyor. Açıklamasını Spotify’a teşekkür ederek bitiren şarkıcıya Spotify’ın “senin için her şeyi, memnuniyetle yaparız” minvalindeki (“anything for you”) cevabıysa güzel olduğu kadar manidar. Sayısız albümü ve sanatçıyı doğrudan etkileyen bu husustaki talep, senenin en fazla satacak albümünün sahibi yerine ‘görünmez’ olan on binlerce sanatçıdan ortak bir talep olarak dahi gelmiş olsa dikkate alınır mıydı acaba? Yoksa, yıllardır on binlerce sanatçının aşırı düşük olduğunu düşündükleri telif ödemelerine dair feryatlarının kulak arkası edildiği gibi yok mu sayılırdı? Önceki yazılarımda sık değindiğim, dijitalleşmeyle birlikte müzik sektöründe arttığı düşünülen demokrasi ve eşitliğin aksine güçlünün daha da güçlendiği, gücün her zamankinden daha fazla konsolide olduğu, az görünürlerin iyice görünmezleştiği durumu muhakkak iyi analiz etmek ve etraflıca değerlendirmek gerekir. Ama bu konudan uzaklaşıp, bir albüm tasarlamanın, üretmenin, dinlemenin kesiştiği sihirli alanda dolaşmayı tercih ederim.

Albümler her zaman bir hikâye anlatmazlar. Birbirinden tamamen bağımsız şarkılardan oluşan basit bir derleme olarak sunulan albümler çoğunluktadır hatta. Bu bazen sanatçının bilinçli bir tercihidir, bazen aklının ucundan dahi geçmeyen bir olgudur. Ama bazı albümler, bilinçli olarak veya kendiliğinden gelişerek bir bütünü anlatır. Bu bakımdan iyi yapılmış dizilere benzerler. Bunu özellikle derinlikli, senaryosu çok katmanlı, bölümleriyle bütünsel bir hikâyeyi anlatan, kuvvetli bir teması ve bakış açısı olan diziler ekseninde düşünebiliriz. Hatta bu derde fazla düşen derlemeler kavramsal (konsept) albümlere dönüşür. Özellikle rock ve türevi janrlar altında, 1970’ler ve 80’lerde üretilmiş bu tip albümlere sık rastlanır. Günümüzün ultra hızlı bilgi ve algı akışlarında, böyle bir yapıt için gerekli vakti ve konsantrasyonu dinleyiciden almak deveye hendek atlatmaktan zor olsa da hâlâ bunu yapmaya cüret eden az sayıdaki müzisyeni el üstünde tutmak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü bu tip eserler iyicil mahluklardır. İrili ufaklı, inişli çıkışlı, aydınlık ve karanlık hikâyelerle dinleyicinin buraları ve oraları anlamasına yardımcı olur, dinleyicinin kendisine kendisini anlatırlar çoğunlukla. İnsan hayatının tamamı böyle hikayelerden örülü bir akıştır zira. İyi bir şarkı, bünyesinde sözün ve müziğin birleşmesiyle ikna kabiliyetinin doruğa ulaştığı, anlatımının sihre kavuştuğu bir edebî biçime dönüşebilir. Bünyesinde böyle birkaç şarkıyı bir araya getiren bir albüm de böylece kültürel, spiritüel ve popüler bir hazineye dönüşebilir.

Sanatçıların zihninde başlar hikâyenin ilk devinimi. Oradan zamanla evrilir, evrilip çevrilir, paylaşılır, oluşur, olgunlaşır hikâyeler. Ne mutludur, sözüyle anlattığını sazıyla da anlatabilene, sözünü müzikle söyleyebilene. Bir o kadar da yüklü ve kasvetlidir aslında. Duyulan ve algılananların çoğu deri altına nüfuz eder, fena halde can yakabilir. İnsana dair duyguların çoğu yaşanır müzikal yaratım süreçlerinde. Evlerde, yolculuklarda, gecelerde, sabahlarda, en sonunda da genelde stüdyolarda. Bir şarkı düşünün, ortaya çıkmaya başlamış. Cenin gibi bir şey. İlk haliyle gelir. Patlak gözlü, koca kafalı, mosmor olabilir. Eğrisi büğrüsü, eksiği gediği boldur. Yontulması, zenginleşmesi gerekir. Paydaşlar gelir, katkılarını verir. Şarkı büyür. Dallanır, budaklanır. Hisseder genelde onu yazan, çizen, yaratan, çalan, söyleyen, kaydeden ve işleyen paydaşlar; bilirler nereye gideceğini, tasavvur edebilirler. Referans hazneleri zengindir müzisyenlerin ve müzik işleriyle gönülden bağlı uğraşanların. Ama bir an, bir unsur, bir şey gelir ki bazen o şarkıya; bir ses, bir tını, bir melodi, bir vokal mesela veya bunlardan birkaçı birden oturuverir; canlanır şarkı. Kendi hayatını kuşanır, ömrü başlar. Bağımsızlığını ilan etmiştir artık, bağlasan da durmayacak, dinleyecek olanlara buluşup kendi kaderini yaşayacaktır. İşte o vakit alenileşir eser tam olarak, sadece yayımlandı diye değil. Yazarının, bestecisinin, icracısının, aranjörünün, prodüktörünün olduğu kadar toplumundur da artık. Sürtünme kuvvetinden hiç etkilenmeden ivmesini hiç kaybetmeyen sihirli bir mermi gibi değdiği hemen her kulakta, dokunduğu hemen her ruhta aynı hisleri uyandırır. Klasik, zamansız şarkılar bir noktada işte böylesine bir sihre maruz kalmış eserlerdir. Dil ve coğrafyaya bağlı kalmadan kitleleri etkiler ve büyüler.

Bazen bir kelime bile başlı başına bir hikâyedir. Birkaç kelimeden oluşan bir cümle, cümlelerden oluşan bir paragraf, paragraflardan oluşan bir bölüm, bölümlerden oluşan bir yazın… mikrodan makroya hepsi birer hikâyedir aslında. Şarkılar da öyle. Şarkılardan mürekkep bir albüm de. Albüm genellikle hikâyenin tamamıdır hem de. O yüzden önemlidir. Bütündür. Tamamdır. Nasıl başladığı, nasıl ilerlediği, nasıl bittiği esastır. Hikâyeye ve anlatıya dair sanatsal veya özel bir hizmet sunmadıkça, hangi film, hangi dizi, hangi roman son sahnesi, son bölümü, son sayfasıyla başlar? Hangi bütünsel esere rastgele bir yerden başlanır?

İşte bu nedenle çok mühim bir gelişmedir Adele’in Spotify’a kabul ettirmeyi başardığı. Müzikteki bu minnacık gelişmenin, teknolojiyle geliştirilen ve teknolojiyle pompalanarak pazarlanan tüm sanallıkların, aslında daha aslını anlamaya çok ama çok uzak olduğumuz insanlığımızı, gerçek olarak algıladıklarımıza dair duygularımızı, fikirlerimizi, hayallerimizi değersizleştirmesini engellemeye, en azından bu alternatif kâbusa teslim olmayı geciktirmeye bir katkısı olacağını umarım. Müstakbel yazılarımda, hayatları değiştirecek kadar değerli ve etkileyici bulduğum bazı albümlere ve onların yaratıcılarına dair nesnel düşüncelerimi de zaman zaman sizle paylaşmak istiyorum. Daima güzel müzikler ve iyi dinlemeler dilerim.


Can Sertoğlu Kimdir?

1975 yılında İstanbul’da doğdu. Alman Lisesi’nden mezuniyetinin ardından The University of Texas at Austin’de Radyo-Televizyon-Sinema ve Ekonomi alanlarında çift lisans aldı. 1998’de New York’ta önce Right Track Recording kayıt stüdyosunda, ardından Atlantic Records’da prodüktör Arif Mardin’le birlikte çalışmaya başladı ve şirketin A&R departmanında görev yaptı. Bu dönemde Tori Amos, Stone Temple Pilots, Led Zeppelin, Jewel, Kid Rock, The Darkness, Matchbox Twenty, Craig David gibi sanatçı ve gruplarla çalıştı. Aynı zamanda Brooklynli kült grup World/Inferno Friendship Society’nin menajerliğini üstlendi. 2005 yılında Mor ve Ötesi’nin menajerliğini üstlenmek üzere Türkiye’ye döndü. 2015’e kadar grubun üyeleriyle birlikte kurduğu Rakun Müzik’in Genel Müdürü olarak birçok albümün yapımcılığını yürüttükten sonra 2015-2018 yılları arasında Doğuş Grubu’nun dijital platformu Puhu TV’nin kurucu ekibinde İçerik Direktörü olarak görev aldı. 2019’da kurduğu Ferment Records ile müzik yapımcılığına ve More Management etiketiyle 2005’ten beri sanatçı menajerliğine devam etmektedir. Yakın zamanda tekrar New York’ta yaşamaya başlamıştır.