YAZARLAR

Belediyeleri biz yönetsek!

Bize adil, dürüst, bahane değil çözüm üreten bir siyaset lazım. O türlü bir siyaset de ancak bizlerin işe dahil olmasıyla mümkün!

Bu hafta imkânsız denilen şeyler oldu.

Dile kolay, iki ay boyunca iktidarın Meclis’e getirdiği bütün uluslararası anlaşmalara şeksiz, şüphesiz ve eksiksiz KABUL oyu veren muhalefet, güvenlik soruşturması ile ilgili kanun teklifine bir avuç değil, iki avuç milletvekili ile katılarak RED oyu verdi ve yasayı erteletti.

Böyle bir şeyin olabileceğini biliyor muydunuz? Hayır! Bu vesileyle, muhalefetin böyle bir imkânı olduğunu hepimiz öğrenmiş olduk. Mutluluğumuz bir gün sürse de bu iş bitmedi. Yeni başladı.

Muhalefet partiler, muhalif seçmenleri tarafından denetlendikçe benzer sonuçlar almamız mümkün. Biz denetledikçe halka açılacak Meclis’teki heyecanı gördükçe, denetlemediğimiz günlere yanacağız.

Meclis’te muhalefet görevini yerine getirmeyen, çoğu zaman destek bile veren, ancak dışarıda fırtınalar kopartan bir muhalefetin kimseye faydası yok. Bize adil ve dürüst, bahane değil çözüm üreten bir siyaset lazım.

Aynı durum belediyecilik için de geçerli. Geçen hafta açıkladığımız belediyeciliğin 2020 karnesi ile üç büyükşehirde iki karardan birinin müteahhitlerle ilgili olduğunu öğrendik. Dışarıya kavga görüntüsü verilirken içeride imar konusunda yapılan işbirliklerini görüp üzüldük. Kanal İstanbul’a “Beton İstanbul” diyerek karşı çıkan İmamoğlu’nun başkanlık ettiği belediye meclisinden bir yılda 961 imar kararı geçiyorsa, ortada iki #Betonİstanbul projesi var demektir!

Örnekleri uzatmayalım, ama “eleştirilmek istemeyen” iktidara imrenen ve kendisi de “eleştirilmek istemeyen” muhalefeti “sadece eleştirmek” yerine çözümleri de konuşalım.

Sizlere hepimizi heyecanlandıracak yedi politika önerisi sıralayacağım. Bunlar salgını ve iklim krizini beraber dikkate alan örnekler olacak. Esin kaynağım ise 1973 ve 1989 belediyeciliğinin yanı sıra dünyadan örnekler. Peşin peşin “AK Parti izin vermez ki” diyenlere inat, bu işi başarabilen iyi emsalleri göreceğiz.

#1 SALGINDA YAYALAŞTIR

Şehirlerdeki 'lüzumsuz yaya' varlığı diye bir tartışma var artık. Sistem, arabası olmayanı ve arabasına benzin koymayanı vatandaştan saymıyor. Petrol krizinden sonra dünyada ve Türkiye’de bu bakış açısı kırıldı. Yayalaştırma, şehri trafiğe kapama projeleri daha çok konuşulmaya başlandı. Salgın bu yeni tür belediyeciliği yeniden gündeme getirdi. Vedat Dalokay’ın 1970’lerde ortaya koyduğu Sakarya Caddesi deneyimine, son aylarda sıkça atıf yapılan Paris, New York ve Atina örnekleri verilebilir. Mantık basit. Devletin para toplaması için çalışan bir belediye yerine, halk için çalışıyor ve yaya bölgelerini arttırıyorsunuz. Salgında “15 dakikalık şehir” gibi güncel yorumlar da var. Hatta kent içi trafiği 30 kilometreye kadar düşürmek de mümkün. Bu tür projeler para gerektirmiyor. Biraz yürek, biraz akıl. Hepsi o kadar. Çünkü hem tasarruf ediyor hem kentinizi daha sağlıklı bir yaşam alanına dönüştürüyorsunuz. Ama meseleyi bu kadar politik bir yerden ele almak zorunda bile değilsiniz.

Diyeceksiniz ki, bu dediğin ütopya, AKP engeller. Son altı ayda Kocaeli (AKP) Büyükşehir belediyesi kent merkezinde 1,5 kilometrekarelik alanı yayalaştırma kararını işleme aldı. Yani AKP bile yaptı. Bir avuç arazi üzerine kurulu Bilecik Belediyesi de iki ana cadde ve altı sokağı yayalaştırıyor. O da CHP’li.

70’lerden bir gazete kupürü

#2 HİJYENİ KAMULAŞTIR

Bu çok sıcak bir konu. Başlı başına bir yazı gerekir, ama olsun. Türkiye’de kamusal alanda hijyen paralı. Cami tuvaletleri ve kent meydanlarındaki tuvaletler hem kötü, hem ücretli. Elinizi yıkamak için bile para vermek zorundasınız. Hekimler de salgında yirmi saniye boyunca sabunla el yıkamayı tavsiye ediyor. Ama ülkede alt yapı yok, olan da özelleştirilmiş. Çeşmeleri de belediyeler plastik su şirketleri kâr etsin diye kapattılar.

O zaman neden duruyoruz? Çeşmeler açılsın, tuvaletler ücretsiz olsun. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarihi çeşmeleri açıyor, ama daha fazlasını yapamaz mıyız?

#3 HER SEMTE BİR AŞEVİ!

Salgında aşevi candır, ama bu konuda pek bir ilerleme kaydedilmedi. Tabii Muratpaşa Belediyesi aşevinin yardım hesaplarının bakanlıkça kapatılması bahanesiyle aşevi açmanın imkânsız olduğu izlenimi yaratıldı. Benzer bir durumu Eskişehir Büyükşehir de yaşadı. Ama bunların o kadar güzel çözümleri var ki. Mesela Mersin’de “Mahalle Mutfakları” adı altında 3 TL’ye 3 çeşit yemek veren dayanışma mekânları açıldı! Demek ki isteyince çare bulunuyormuş. 3 TL çok mu geldi? Askıya bir öğün için 3 TL bırakmak kadar kolay bir şey var mı? Mersin Büyükşehir Belediyesi’ni bu hizmeti dört yerde vermesi haberi nedeniyle kutluyor, nisan ayında bunu 17’ye çıkardıkları için ayrıca alkışlıyoruz. Bu 17 yerin tam listesi ve yemek menüsü de hazır!

#4 BELEDİYE KÜTÜPHANELERİ AÇ!

Hepimiz internet sorunları yüzünden aklımızı yitireceğiz. Açılsak, biraz kitap kokusu alsak? Eskişehir Odunpazarı Belediyesi 23 mahalleye kütüphane kurdu. Doğru duydunuz. Bir kısmını da salgın sonrasında açtı. Toplam 80 bin kitaplık başlangıç müthiş değil mi? Bunların bir kısmı eski evlerde ve küçük ölçekli olduğu için müteahhide de para gitmiyor. Çimentoya değil kitaba para veriyorsunuz. Demek ki oluyormuş. Odunpazarı Belediye’mize sevgilerimizi gönderiyoruz.

Odunpazarı Belediyesi'nin yaptığı bir kütüphane.
#5 ASFALTI YASAKLA VE SÖK!

Hiç olmaz gibi geliyor değil mi? Üç önemli nokta var. Birincisi, asfalt zaten ciddi bir kirletici ve halk sağlığı sorunu. İkincisi, döktüğünüz her asfalt halktan ve doğadan çalınan ve devlete aktarılan para demek. Sadece İstanbul, İzmir ve Ankara 2020’de 5 milyar TL’den fazla parayı asfalta ayırdı. Buna karşılık iktidar halktan onlarca milyar TL vergi toplayacak. Üçüncüsü, artık asfalt dökülmüyor, sökülüyor. Mesela Paris Belediye Başkanı Hidalgo, kentin içindeki çevre yollarından birer şerit kaldırıp ağaca, kaldırıma, bisiklet ulaşımına katmayı taahhüt etti. Bildiğiniz asfalttan al doğaya ve topluma ver.

#6 YÜZDE 100 GERİ DÖNÜŞÜM, YÜZDE 100 TEKRAR KULLANIM

Belediyelerimizin sıfır çektiği konulardan biri de atıklar. Türkiye Çevre Ajansı konusunda Meclis’te yapılan görüşmelerden de belediyelerimizin derslerini hiç çalışamadıkları belliydi. Yapılacak iş çok basit, ama şu an için çok zor. 1990’da Karayalçın zamanında Ankara bir yılda atık politikasını ayağa kaldırmış ve ciddi ilerlemişti. Aynı zamanda başlayan batıdaki şehirler 1990’ların sonunda yüzde 100 geri dönüşüme geçti bile. Şehirlerdeki çöp kamyonu sayısı bile azaldı. Biz ne yaptık? Olanı batırdık, işletemedik. Şimdi günde kişi başına 1,1 kilo çöp üretiyoruz ve bunun yüzde 90’a yakınını geri dönüştüremiyor, bulduğumuz her yere gömüyoruz.

Hesap da basit, çözüm de. Ama niyet olmadığı için hiç yapamıyoruz.

#7 KENT TARIMI

Mansur Yavaş çiftçiye 400 ton tohum dağıtırken Söğüt İnşaat’a 4,5 milyon tonluk asfalt ihalesi verdi. 400 ton tohumun hiçbir anlamı kalmadı. O kadar asfalt ile kenti topraktan kopardı, BİM ve A101’e mahkûm etti. Ama bütün inşaatları durdurup, boş arsaları tarıma açsaydı o zaman tohum dağıtmasa bile kent tarımı patlardı. Kent bostanları kurmak, evlerin arka bahçelerini hayata katmak o kadar kolay ve güzel bir çözümdü ki... Küçük bir belediye ekibi yeter de artardı bile.

Bu yedi politika ile aslında hem salgının, hem de iklim krizinin şartlarını birleştirip hayal gücünüzü de patlatan örnekler çıkartabiliyorsunuz. Beton ve asfaltı merkeze almayan bir belediyeciliğin mümkün olduğunu akılda tutmak yeterli. Belediyeleri bizler yönetsek akıldan çıkarmazdık başka bir belediyeciliğin mümkün olduğunu.

Ama tabii iktidardan da sorular gelecek. Onlara da cevap verelim.

PARAYI NEREDEN BULACAKSINIZ?

Parayı bulmayacağız, çünkü bunlar para değil, akıl ve sevgi gerektiren işler. Ayrıca bunlar para yiyen politikalar değil. Kaldı ki, sizin müteahhide bulduğunuz parayı biz bulmayacağız ve oradan elde ettiğimiz tasarruf bunları fazlası ile karşılıyor. Türkiye yılda 40 milyon ton kadar asfalt döküyor ve Ankara Büyükşehir Belediyesi 4,5 milyon ton ile en büyük asfalt finansörü. Geçen yıl asfalta ayırdığı 1 milyar 248 milyon TL ile Ankara’nın bu sorunları çözüleceği gibi, toplu taşıma bile ücretsiz yapılırdı, ki o konuya girmeyelim.

AMA KADIN SIĞINMA EVİ YOK!

Dikkatli okuyucu bu öneriler arasında geçen hafta belediyeleri eleştirdiğimiz kadın sığınma evini koymadığımı görecektir. Haklı, ancak dahası da var. Birincisi, kadın sığınma evi salgın ya da iklim kriterleri ile değil, yasal gerekçelerle ilgili. İkincisi, eğer zaten kadın sığınma eviniz yoksa kanunları uygulamıyor, AK Parti Genel Başkanı’nın yetkisi olmadığı halde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme iradesine benzer bir çekilme iradesi sergiliyorsunuz.

Yine de bu konuyu da salgın ve iklim açısından ele alalım. Öncelikle kadın sığınma evleri inşa etmek yerine kentinizdeki boş binaları değerlendirin. Böylece sadece müteahhidi düşünen değil, halkı da fark eden bir belediye başkanı olursunuz. Ayrıca tefrişat işlerini yerel esnafa verin, sosyal hizmet uzmanlarını istihdam edin ve hatta KHK ile işten atılanlara öncelik verin. Böylece iktidarın yok saydığı esnafı, KHK’lileri, sosyal hizmet uzmanlarını siyasetinize ortak edin. O zaman o sığınma evi, kentin de vicdanı olur!

NASIL YAPACAĞIZ?

Bir belediye başkanı bu yazıdan esinlenebilir ama bunları uygulaması mümkün değil. Çünkü ülkedeki Ak Belediyecilik pratiği buna izin vermiyor. Belediye başkanlarımız bir konuda rapor hazırlama, okuma, değerlendirme görgüsüne sahip olmadıkları için politika üretemiyorlar. Böyle olunca halka açık politika belgeleri de oluşmuyor. O yüzden belediye başkanları seçim vaatlerini bile uygulamıyor, kendileri bile unutuyorlar seçildikten çok değil, birkaç gün sonra. Ak Belediyecilik’in yükü altında eziliyorlar. Meclis kararlarını okursanız, iki paragraflık metinlere rapor muamelesi yapıldığını görürsünüz. Dolayısıyla AKP’nin belediyecilik anlayışının bu kadar oturduğu ve muhalefetin de bunu aşamadığı bir ortamda, bu hiç de pahalı ve zor olmayan adımları atmak bize ütopya gibi geliyor.

Ancak şu ihtimal de yok değil. Eğer belediye meclisi kararlarını izler ve sorgularsak, belediye başkanlarının göz boyama tweetleri ve açıklamalarıyla kendimizi kandırmazsak umutlanmaya da hakkımız olur.

Yayalaştırma, mahalle mutfakları, hijyenin kamusallaştırılması, mahalle kütüphaneleri, atıksız bir kent, asfalt döken değil söken bir ulaşım anlayışı ve kent bostanları her kent için çok heyecan verici ve elzem işler. Bunların tekil örnekleri de var. AKP engel olmaktan çok bahane oluyor. Yapan yapıyor çünkü. Bizim şehirlerimizde de yapılması siyasetçilerin değil bizim elimizde. Çünkü siyaset çözüm değil sorun ve mazeret üretiyor. Yaşamsa önümüze salgını, iklim değişikliğini ve yoksulluğu koyarak, dayanışmaya ve daha iyi bir hayata olan inancımızı sınıyor.

Bize adil, dürüst, bahane değil çözüm üreten bir siyaset lazım. O türlü bir siyaset de ancak bizlerin işe dahil olmasıyla mümkün!

 
 

Önder Algedik Kimdir?

Proje yöneticisi, enerji ve iklim uzmanı. Çeşitli sektörlerde proje yöneticiliği yaptıktan sonra son yıllarda iklim değişikliği ve enerji alanında uzman olarak çalışmaktadır. İklim, Enerji, Çevre Sorunları Araştırma Derneği başkanı olup 350ankara.org iklim aktivist grubunun kurucularındandır. Raporlarına ve arşivine http://www.onderalgedik.com/ adresinden ulaşılabilir.