Ben bir manolya ağacıyım Santiago stadında…
Sahanın ortasındaki ağaç, genellikle verimli olmayan futbol-sanat ilişkisinin nadir başyapıtlarından biri oldu ve Şili Ulusal Stadyumu’nun benzersizliğini pekiştirdi.
Stadyumlar kamusal alanlar ve onların da bir tarihi var. Üstelik bu tarih illa gollerden ve kupalardan ibaret olmuyor. Şili’nin başkenti Santiago’da 1938 yılında hizmete açılan ve bugüne kadar bir Dünya Kupası’na, Pinochet rejiminin kanlı eylemlerine, tek takımın sahaya çıktığı bir maça ve orta noktasına dikilen bir manolya ağacına ev sahipliği yapan Estadio Nacional (Ulusal Stadyum), zengin tarihiyle hatırlanmayı hak ediyor…
SANTIAGO MUHAREBESİ
Ulusal Stadyum’un dünya sahnesine çıkışı 1962 Dünya Kupası ile oldu. İki yıl önce, tarihte kaydedilmiş en büyük yer sarsıntısı olan 9.4-9.6 büyüklüğündeki Valdivia Depremi’yle yıkılan Şili, derin yaralarına rağmen organizasyon için ekstra çaba gösterip bir şekilde hazırlanmıştı. Ama eksikler vardı. Örneğin finalin ve birçok maçın oynanacağı Ulusal Stadyum’un kapasitesini 58 binden 120 bine çıkarma hedefi 11 bin kişilik kapasite artışıyla sınırlı kalmış, para, zaman ve imkân o kadarına yetmişti.
Organizasyon genelindeki kusurlar Avrupalılarca hoş karşılanmadı. Özellikle iki İtalyan gazeteci konaklama, tesisler ve stadyumlar hakkında aşağılayıcı yazılar yazıp Şili’yi küçük düşüren haberler yapınca ev sahipleri öfkelendi. 2 Haziran 1962’de Ulusal Stadyum’da bu atmosferde oynanan Şili-İtalya grup mücadelesi, turnuva tarihinin en sert maçlarından birine dönüştü. On ikinci saniyedeki ilk faulün ardından hararet hiç düşmedi. İlerleyen dakikalardaki kroşeler, tekme tokat dövüşler, oyundan (henüz kırmızı kartın olmadığı günlerde) hakem kararıyla ihraç edilen iki İtalyan, sahaya dört kez giren polisler ve 2-0’lık Şili galibiyetiyle futbol tarihinin en olaylı doksan dakikalarından biri yaşandı. Müsabaka futbol literatürüne “Santiago Muharebesi” olarak girdi.
Şili turnuvayı üçüncü tamamlarken aynı stadyumdaki finalde Çekoslovakya’yı 3-1 mağlup eden Brezilya kupanın sahibi oldu. Turnuvadan geriye sertlik ve “anti-futbol” miras kaldı.
ALLENDE, PİNOCHET, DARBE
Santiago Muharebesi’nin yarattığı tansiyon her şeye rağmen futbolun içindeydi ve yarattığı ihtilaflar kalıcı olmadı. Ulusal Stadyum’un hikayesini baştan yazacak felaket on bir yıl sonra yaşanacaktı.
1973 sonbaharı, Halk Birliği adlı sol koalisyonun lideri olarak devlet başkanı seçilmiş Salvador Allende’nin iktidardaki üçüncü yılıydı. Ülkedeki bazı siyasi ve hukuki tartışmalar, ayrıca yönetimin sosyalizm/komünizm tınılı eğilim ve uygulamaları, kıtanın polisi ABD’yi huylandırmaya başlamıştı. Şili’nin “ikinci Küba” olmasından korkan CIA ve ABD yönetimi, General Augusto Pinochet öncülüğündeki cuntanın harekete geçmesi için koşulları hazırladı. 11 Eylül 1973 sabahı Pinochet yönetimindeki askerler, Allende’nin bulunduğu başkanlık sarayına bombardıman başlattı. Olay sırasında sarayda bulunan Allende, Fidel Castro’nun hediyesi Kalaşnikof’la intihar ederken ülke yönetimi askerlerin eline geçti.
Her baskıcı rejim gibi düşmanı ve paranoyası bol olan cunta, muhalifleri toplayabileceği bir yer arıyordu. Gerek her yerin gözetimini sağlayan panoptikon benzeri mimarisi, gerekse yüksek kapasitesiyle Ulusal Stadyum uygun bulundu. 7 ila 10 bin muhalif tesise dolduruldu. Tribün ve saha kısmı bir yana, özellikle iç kısımdaki basın odaları, giriş holleri ve salonlar sorgu, işkence ve infaz hücrelerine dönüştürüldü.
Ulusal Stadyum tercihinin başka bir motivasyonu da vardı. Başkentin orta yerinde halkın normalde dinlenme, eğlence ve seyirlik için geldiği bir yeri böyle bir korku mekanına dönüştürerek yaşam tarzı üzerinden gözdağı verip sindirmek istemişlerdi. Yabancı gazetecilerin alanı fotoğraflamasına izin verilmesiyle birlikte Ulusal Stadyum, Pinochet rejiminin uluslararası alandaki en görünür sembolü haline geldi. Yeni yönetim darbenin özellikle ilk günlerinde hiddetini ve gücünü cümle aleme gösterme amacına ulaşmıştı.
Stadyum 58 gün boyunca bu yeni işleviyle kullanıldı. Süreçten sağ çıkanlar genellikle başka cezaevlerine gönderildi, bir şekilde kendini kurtaranlar oldu, yüzlercesi işkence gördü, öldürüldü, kaybedildi. Ölenler arasında yerli-yabancı gazeteciler ve ünlü müzisyen Victor Jara da vardı. Ama Ulusal Stadyum’un görecekleri henüz bitmemişti.
HAYALETLERLE MAÇ
Darbe 1974 Dünya Kupası elemelerine denk gelmişti. Turnuvaya doğrudan katılım hakkı kazanamayan bir Avrupa ile bir Latin Amerika takımı arasında iki maçlık baraj turu oynanacaktı: İki ideolojinin iki ucundaki Sovyetler Birliği ve Şili. Darbeden sadece 15 gün sonraki ilk maç Moskova’daki Lenin Merkez Stadyumu’nda oynandı. Gerilim zirvedeydi. Sovyet yetkililer gazetecileri ve kameraları maça sokmadı. Müsabaka golsüz bitti.
Rövanş ise çok daha olaylı geçecekti. Şili normalleşme göstergesi olarak maçın Ulusal Stadyum’da oynanmasını istedi ancak Pinochet yönetimini tanımayan Ruslar tarafsız saha için bastırdı. FIFA ve Şili reddetti. Hatta FIFA bir heyet görevlendirerek rövanş öncesi Ulusal Stadyum’u teftiş etti. İnceleme sırasında hâlâ statta bulunan tutuklular saha ve tribün dışına, yapının içindeki koridorlara ve odalara saklanmıştı. FIFA yetkilileri durumu görmezden geldi ve maçın oynanabileceği yönünde görüş bildirdi. Bu kez de Ruslar ayak diredi. FIFA’ya gönderdikleri yazıda, “Sovyetler, Şilili vatanseverlerin kanının bulaştığı Santiago stadyumunda maça çıkamaz” deniyordu.
FIFA Pinochet ve Amerika’nın da nüfuzuyla maçın oynanması gerektiğinde inat edince ortaya futbol tarihinin en absürt karşılaşması çıktı. Ulusal Stadyum’daki tutuklular geçici olarak başka bir gözaltı merkezine nakledilmişti. Tribünlerdeki 15 bin seyircinin huzuruna yalnızca Şili Milli Takımı çıktı. Karşılarında rakip yoktu. Hakemin ilk düdüğüyle birlikte birçoğu silah zoruyla forma giyen futbolcular paslaşarak karşı kaleye ulaştı. Kaptan Francisco Valdés topu boş kaleye yollarken takımın yıldızı ve devrik Allende hükümeti destekçisi Carlos Caszely, sahada olduğu yerde durmayı tercih edip kıpırdamayarak halk kahramanına dönüştü. Rakip takım sahada olmadığı ve dolayısıyla santra yapamadığı için Şili 2-0 hükmen galip sayıldı ve Dünya Kupası vizesi aldı. Ulusal Stadyum bir kez daha utanç verici bir olaya sahne olmuştu.
'EL ARBOL': AĞAÇ
Pinochet bir yıllık cunta yönetiminin ardından devlet başkanı koltuğuna oturarak 17 yıl boyunca Şili’yi askeri diktatörlükle yönetti. Ulusal Stadyum her toplumsal olayın merkezinde olmayı sürdürdü. 1987’de Papa II. Jean Paul halka buradan seslendi. 1990’da demokrasiye dönüş aynı çimlerde kutlandı. Stat 11 Eylül 2003’te, darbenin 30. yıldönümünde bir kararnameyle Tarihi Anıt kategorisine dahil edildi.
Ertesi yıl genç sanatçı Sebastian Errazuriz’in aklına Pinochet rejiminin kurbanlarını anmak için alışılmadık bir fikir geldi. Tesisi bir haftalığına kiralamak, daha doğrusu halka açmak istiyordu. İzin süreci iki senesini alsa da 2006’da amacına ulaştı. Toplama Kampı Anması adındaki enstalasyon uyarınca stadyumun kapıları herkese açılacak, insanlar bir hafta boyunca gelip piknik yapacak, dolaşacak, dinlenecekti. Hatta bir de anma maçı düzenlenecekti. Küçük bir detay eklenerek...
Statta öldürülen darbe kurbanlarının hatırasına sahanın tam orta noktasına 45 yaşında ve 10 metre yüksekliğinde bir manolya ağacı dikilecekti. Ağaç bulundu, kamyonla nakledildi, santrada açılan çukura vinç yardımıyla yerleştirildi. Errazuriz kazı sırasında gözaltında kaybedilen insanların kemikleriyle karşılaşmaktan korktuğunu söylemişti.
En azından bu kez korktuğu olmadı. Üstelik etrafta matem değil arınma ve kutlama havası hakimdi. Tribünde 20 bin kişi vardı. Kırmızı Ağaç ve Beyaz Ağaç adlı takımlar arasındaki mücadele, ağacın dalları arasında duran topa yapılan kafa vuruşuyla başladı. Top yuvarlandıkça keyifler daha da yerine geldi. Hatta Kırmızı Ağaç takımının forveti, attığı golü kutlamak için ağaca çıkmayı ihmal etmedi.
Ulusal Stadyum bir kez daha, dünyada hemen hiçbir emsaline nasip olmayacak bir an yaşamış, benzersizliğini pekiştirmişti. Sahanın ortasındaki ağaç genellikle verimli olmayan futbol-sanat ilişkisinin nadir başyapıtlarından biri oldu.
FUTBOL VE ŞİLİ
Pinochet sonrası Şili futbolu epey mesafe kaydetti. Özellikle son 15 yılda Marcelo Bielsa ve Jorge Sampaoli gibi Arjantinli hocalar yönetiminde yükselerek 2015 ve 2016’da iki kez üst üste Copa America’yı kazandılar. Ülke milenyum dönümündeki Ivan Zamorano ve Marcelo Salas’tan sonra Alexis Sanchez ve Arturo Vidal gibi dünya çapında futbolcular çıkardı.
Estadio Nacional hâlâ ayakta. 2008’den itibaren Şilili ünlü gazeteci Julio Martínez Prádanos’un adını taşıyor. Şimdilerde içinde 8. Kapı adında, cunta kurbanlarına adanmış bir anıt bölüm bulunuyor. Şili siyaseti ise her zamanki gibi hareketli. Birkaç ay önce iktidara gelen 35 yaşındaki sol görüşlü Gabriel Boric şu sıralar beklemediği protestolarla boğuşuyor.
Ulusal Stadyum’un 84 yıllık hikayesi ülkenin hikayesi oldu. Şili devletinin modernleşme iddiasının ürünü olan yapı aslında hiçbir zaman öngörüldüğü haliyle tamamlanamadı. Ülkenin modernleşme serüveni de statla paralel, sağlı sollu yalpalayarak devam ediyor. Her halükârda, bugünkü adıyla Estadio Nacional Julio Martínez Prádanos, stadyumların kamusal alan olmaktan çıkıp devletin alanı haline gelince ne rezillikler yaşanabileceğinin en acı simgesi oldu. Öte yandan kötü günleri hakkıyla hatırlatacak güzellikler bulabilmek de az şey değil. Üzerine darbecilerin ve diktatörlerin değil santradan yükselen dalların gölgesi düşecek olduktan sonra, dünyadaki her sahanın ortasında bir ağaç görmeyi seve seve kabul ederim…