Berfin Zenderlioğlu: Kendi hikayemizi biz yazmalıyız
Berfin Zenderlioğlu ile Amed Kadın Tiyatro Günleri'ni ve 'Yaralarım Aşktandır'ı konuştuk. Zenderlioğlu, "Kadınların hikayesini hep erkekler yazdı. Neden kendi hikayemizi kendimiz yazmıyoruz?" dedi.
DUVAR - Siyaset gündeminin çalkantıları, kayyım protestoları, Narin Güran duruşmasıyla Diyarbakır baş döndüren bir gündemin içerisindeyken Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun düzenlediği Amed Kadın Tiyatro Günleri bir nefes alanı oldu. İran, Kerkük, İstanbul, İzmir ve Ankara’dan gelen kadın oyunları ve söyleşilerle 6 gün boyunca çoğunluğu kadınlardan oluşan izleyici salonlardaki koltuklarda yerlerini aldı.
Gelen konuklar arasında “tiyatroda hikaye anlatıcılığı” üzerine bir atölye çalışması yapan yönetmen Berfin Zenderlioğlu da vardı. Festivalde Zenderlioğlu’nun yönettiği Füruğ Ferruhzad’ın yaşamını konu alan, Şebnem İşgüzel’in kaleme aldığı Nazan Kesal’in tek kişilik oyunu “Yaralarım Aşktandır” da izleyiciyle buluşan oyunlar arasında yerini aldı.
Zenderlioğlu ile atölye çalışmasını, festivali ve 'Yaralarım Aşktandır' oyununu konuştuk.
Sizi 20 yılı aşkın bir süredir tanıyorum ve çalışmalarınızı takip ediyorum ama yine de o klasik soruyla başlayalım. Bilmeyenler için Berfin Zenderlioğlu kimdir? Tiyatro serüveniniz nasıl başladı?
Bitlis’te doğup büyüdüm. Tiyatro benim hiç aklımda olan bir şey değildi. Aslında benim serüvenim müzikle başlayıp sonra tiyatroya evrildi. Çünkü çocukluğumdan itibaren babam sürekli bağlama çalıp türkü söylerdi. Müziğe meyilliydim. Şan dersi almak ve elektrogitar çalma hayalim vardı. Lise döneminde İstanbul’a geldiğimde Mezopotamya Kültür Merkezi bünyesinde yer alan kurslara sırayla kayıt yaptırdım. Elektro gitar kursu yok diye önce bağlama, sonra gitar, biraz da askı davul çalmayı öğrendim ama asla elektrogitara başlayamadım (gülüyor). Bir edebiyat dergisi deneyiminin ardından tiyatroya geçiş yaptım, sonra biraz da dans derken, tiyatro bu açgözlülüğümü durultan bir alan oldu.
Önceleri ailemden gizli tiyatro yaptım. Kabul etmeyeceklerine dair taşrada büyüyen biri olarak elimde çok veri vardı. Babamın hayali benim bankacı olmamdı. Tiyatro yaptığımı özel bir kanalda yayınlanan haberde spikerin adımı söylemesiyle öğrenince bu gizlilik de açığa çıktı tabii ki. Sonrası, benim kişisel ve sanata tutunabilme yolculuğuma dönüştü. 2004 yılında aktif olarak tiyatroya başladım. İstanbul Üniversitesi tiyatro eleştirmenliği ve dramaturgi/dramatik yazarlık bölümünü okudum. Yüksek lisansımı da Sahne Sanatları alanında reji üzerine yaptım. Şermola Performans’ın kurucularındanım. Şimdilerde hayatımda yöneticileri arasında olduğum bir kültür sanat/bilim vakfı BAN ve Diwan Akademi var. İki özel üniversitenin tiyatro bölümünde de hocalık yapıyorum. Tiyatro beni hep diri tuttu ve tutmaya da devam ediyor.
Diyarbakır’a da hikaye anlatıcılığı üzerine atölye çalışması yapmak için geldiniz. Nasıl geçti çalışmanız?
Alan ve mekan yaratabildiğim her zaman aralığında farklı şehirlere gidip yönetmenlik, dramaturgi ve hikaye anlatıcılığı üzerine Kürtçe atölyeler yapmaya çalışıyorum. Kürt tiyatrosunda bir kadının bunları yapıyor olması çok da alışkın olunan bir durum değil. Benzer hikayelere tanıklık etmek, insanlarla drama üzerinden iletişim kurmak ve dokunabilmek bu çürümüşlüğün içerisinde insan olmayı hatırlatıyor. Bu yolda yürümek isteyen gençler, bazen destek için farklı platformlardan ulaşıp yöntem soruyorlar; o nedenle bu çalışmalar çok iyi bir diyalog köprüsü oluşturabiliyor. Bu festival bünyesinde yaptığım atölyede katılımcıların, neyi, niçin ve nasıl anlatmak istediklerine dair birtakım temrinler yaptırdım. Sözlü kültür geleneğine sahip bizler, yazılı olana doğru gitmek istediğimizde teknik olarak nasıl bir rota izleyebiliriz buna dair hem teorik hem de pratik alıştırmaların içerisinde yer aldığı bir workshop oldu.
'KADINLARI HEP ERKEKLER ANLATTI VE YAZDI'
Katılımcıların tamamının kadın olmasının ayrıca bir önemi var mı sizin için?
Özellikle kadınlardan oluşması şu açıdan oldukça önemli. Kadınlar yüzyıllardır bütün sanat disiplinlerindeki erk yaratıcılar tarafından yaratılan unsur olarak merkezi bir konumdalar. Bu kadar merkezde olan varlığın, erkeğin üretiminde nesneye dönüşmesi ve araçsallaştırılması benim de dert edindiğim meselelerdendir. Kadını hep erkekler anlattı ve yazdı. Tiyatro sahasında da aynı bakış maalesef hüküm sürmekte. Erkeğin odakta ve aktif olduğu; kadının ise tamamlayıcı, yoldan çıkaran cadı ya da pasif olduğu hikayeler 2 bin 500 yıldır etrafımızı sarmakta ve görünen o ki bizler hikayelerimizi yazmazsak erkin sanatının içerisinde birer malzemeye dönüşeceğiz. Bütün bunların sonucunda her nerede olursak olalım esaretin ürettiği karanlığı, cesaretin yarattığı aydınlıkla yeniden düzenleyebiliriz. Bizim yani kadınların hikayesini hep erkekler yazdı. O yüzden biz neden kendi hikayemizi kendimiz yazmıyoruz? Çünkü siz kendi hikayenizi yazmazsanız birisi gelir sizin hikayenizi yazar ya da sizin adınıza konuşma hakkını kendinde görür. Son dönemlerde beni rahatsız eden bir durum olduğu için ‘benim hikayemi’ (kimlik, kadın ya da kendimi her ne hissediyorsam), çok üst perdeden anlatmaya çalışmak, içselleştirilmemiş deneyimleri aktarmaya çalışmak tıpkı beyaz insanın, bir siyahiyi anlatma beceriksizliği ve hadsizliğiyle benzer noktalarda buluşmaktadır. Bu atölyenin konusunu, yazarken nasıl bir yol izleriz, nasıl karakter yaratırız, karakterlerin rol temsiliyetleri, teknik olarak uygulamamız gereken formüller nedir başlıkları oluşturdu. Katılımcı sayımız on kişiydi. Yani on hikaye, on ev, on şehir. O yüzden sözümüzün ve yazımızın dokunduğu, dokunacağı her yer çok kıymetli.
'FÜRUĞ FERRUHZAD ÇOK ÖZEL, IŞIL IŞIL VE RENKLİ BİR KADIN'
Festivale 1967’de yaşamını yitiren İran’ın isyankar şairi Füruğ Ferruhzad’ın şiirsel bir anlatıyla yaşamından kesitler sunan 'Yaralarım Aşktandır' oyunu ile geldiniz. Nasıl başladı oyunun serüveni?
Tiyatro hocam Erdal Ceviz bizi şiirle çalıştırırdı. Ben Füruğ’un 'Yaralarım Aşktandır' şiiriyle çalışıyordum. O zamandan beri Füruğ’a aşinaydım. Edebiyatçı arkadaşımız Yavuz Ekinci iki “Füruğ delisi” olarak Nazan Kesal’la bizi tanıştırdı. Nazan’la hikayemiz öyle başladı. Nazan uzun yıllardır Füruğ’la ilgili bir oyun yapmak istediğini ve bunu benim yönetmem için teklifle gelince süreç başladı. Şebnem İşigüzel yazdı, müziklerini Burçak Çöllü yaptı, hareket tasarımı ise Dicle Doğan’a ait. Oyun, kendi ışığının peşinden koşan ve etrafını güzellikle taçlandıran bir kadının hikayesini anlatıyor. Oyun, 6. sezonunda. Birçok yeri dolaştı, turne yaptı ve gittikçe büyüyen bir seyirciye sahip oldu.
Füruğ çok özel, ışıl ışıl ve renkli bir kadın. Sinemaya, tiyatroya, resme ilgisi var. Terzilik yapıyor, belgesel çekiyor. Çok yönlü bir kadın. İran gibi bir ülke için çok katlanabilecek bir şey değil. Hele ki bunu bir kadın yapıyorsa. Füruğ gibi bir kalbe sahip olan ve nice anlatılmayan kadınların hikâyesi Nazan için de bir dertti. Birlikte yol aldık iyi ki de almışız. Varlığıyla oyuna büyük güç kattı, katıyor. Benim de en çok dokunmak istediğim meseleler bunlar. Aslında var olan o çıkmazın içerisinde kendisine bir ışık bulmaya çalışan, oradan, yokluktan kendini var eden kadınların hikayesi her zaman benim ilgimi çekmiştir.
'Yaralarım Aşktandır' bir anlamda rejime karşı sanatıyla direnen bir kadının hikayesi.
Füruğ, İran Şah döneminde yaşamış ve şiirleriyle aslında çağdaş İran edebiyatında da örnek teşkil edebilecek öncü kadın şairlerden biridir. Aslında çok uzağımızda olan bir hikaye değil, her ne kadar yaşadığımız coğrafya farklı olsa da Füruğ’un yaşadığı çıkmazlar, çelişkiler, kadınlık anlamında da ortak noktalar olduğu için bence Diyarbakır’a da çok yakışacak bir oyun. Orada elbette Füruğ özelinde sanatıyla direnen, var olan rejime kafa tutan bir kadının hikâyesini sahneye aktarmak istedik. Çünkü Füruğ’un hayatında çok trajediler de var. Çocuğundan ayrılıyor, hayatı boyunca çocuğu ona gösterilmiyor. Ve kendi ülkesinden sürgün ediliyor. Aile, toplum ve erkek edebiyatçıların baskısına rağmen kendini var edebilmiş, onun içerisinde üretmiş bir kadın. Benim de daha çok peşinden koştuğum karakterler böyle karakterler. Kendimce sanatta dert edindiğim, inatla sürdürmek istediğim bazı meseleler var, bunu da biraz derdi olanlarla sürdürmek istiyorum.
Malum ülke gündemi hiçbir zaman durulmuyor. Diyarbakır’da kayyım gölgesinin, siyaset gündeminin epeyce yoğun olduğu bir dönemde Kadın Tiyatro Günleri düzenlendi. Böylesi zamanlarda direkt sanatsal çalışmalar bir ‘eğlence’ gibi gözüküyor ya da tali planda bırakılıyor.
Biz aslında Ingmar Bergman’ın “Dünyayı utanç kurtaracak” dediği yerden bakıyoruz. Bizim yaptığımız ‘tüm bunları unuttuk, eğleniyoruz’ gibi değil. Yine utanan biziz. Burada çok kolay bir odak kaydırılması yaşanıyor, algı operasyonu yapılıyor ve nedense oklar ilk başta sanata doğrultuluyor. Pandemide de ilk kapanan yerler sahneler oldu. Depremde de böyle. Tabii ki olağanüstü olaylar olunca sonuçta biz de robot değiliz, hayatın içinde yaşayan insanlarız ama ‘eğlence sektörü’ olarak görülüp bu alanların hemen pasifize edilmesi, durdurulması çok korkunç bir şey. Çünkü kültüre ait bir orijin olarak gözükmüyor. Her ne kadar bu ülkede kültür sanatla uğraşmak çok zor olsa da -bunu önüme bir set olarak koymuyorum- ama gerçekten kültür sanat politikasızlığı yıldıran bir şey. Tüm bu çıkmazlara rağmen biz de biraz kendi yolumuzu arıyoruz, bir şeylere dokunmaya çalışıyoruz. Bunu tabii ki bir lütuf gibi anlatmak değil niyetim. Neticesinde bir şeylere dokunmak istediğimiz için varız ama bazen insan şunu düşünebiliyor. Bu kadar zor olmak zorunda değil. Çok da zor bir şey istemiyorsun. Özgürce sanatını yapmak istiyorsun.
Avrupa’da her mahallede bir tiyatro sahnesi var, oranın artık bir yaşam biçimi. Ekmek gibi, su gibi yaşamsal bir ihtiyaç. Bizde ihtiyaç değil. Elbette ki kimse tiyatrosuz kaldığı zaman ölmez. Hani ölmezsin de ama hayatta nasıl ki şekerden, tuzdan ya da en sevdiğin şeylerden mahrum kalırsan hayatında hissedeceğin boşluk ve eksiklik duygusu oluşursa sanattaki eksikliği de biraz bu duyguyla bağdaştırıyorum. Her zaman eksik kalan yanlarımızı tamamlamak için uğraşmıyor muyuz?
Son olarak festivale ilişkin gözlemleriniz neler?
Kadın Tiyatro Festivali Diyarbakır’da ilk defa yapılıyor. Kadınların sanatsal mecrada belirleyici rol üstlenmeleri ve bu festival düzleminde yaratıcı olarak aktif olmaları, üretimlerinin özneleri durumundaki pozisyonları gerçekten umut verici ve kışkırtıcı. Belki de birçok kente örnek olabilecek bir kapı aralar.