Besini ve cezalandırmayı hak etme hiyerarşisi

Artık, kalın incelene kadar ince üzülmesin, zenginin gönlü olsun diye fakirin canı çıkmasın. Evveliyattan beri orada, baş ucumuzda duran mesele de artık durmasın.

Google Haberlere Abone ol

Tuğba Kurt Ulucan*

Bazen bir fotoğraf karesi, birçok çağrışımın tetikleyicisi olur. Ve bu tetiklenme uzayan bir karın ağrısı, sessiz bitmeyen bir iç çekiş, soluğun yetene kadar bağırma düşüncesiyle baş ucunda durur saatlerce, günlerce hatta belki de yıllarca… Geçtiğimiz hafta da sanırım “Gülabi Aksu’nun fotoğraf karesi” birçoğumuzu tetiklediği duygu sarmalıyla uzunca bir süre içine aldı ve düşündürdü. Bu yazı da o fotoğraf karesinin zihnimdeki canlılığını yitirmemiş hali ve duygusuyla kaleme alındı. Sanırım bu tetiklenmeyi hiç unutmayalım istiyorum bir işçi, bir öğretmen çocuğu olarak.

Fotoğraf karesine bakıp üzerine düşünürken şunları sordum kendime; Neden hak arama, düzene başkaldırma, yaşamsal ihtiyaçlar için ses çıkarma “bastırılması”, “cezalandırılması” gereken bir sonuç ile karşı karşıya kalıyor bizim ülkemizde? Neden “anlaşılmaya”, “duyulmaya”, “görülmeye”, “kucaklanmaya”, “kapsanmaya”, “merhem olmaya” varmıyor bu eylemlerin sonucu? Bu sorulara yanıt aramaya çalışırken güzel bir haber geldi DGD-SEN’den. Sendika, işten atılan tüm işçilerin geri alınması, ücret artışı, prim ödemeleri, işçi sağlığı, iş güvenliği sorunlarında mutabakata varıldığını duyurdu. Bir “oh” çektim, mutlu oldum ama bendeki bir gerçek değişmedi. Bu gerçek de bu işçilerimizin hâlâ yaşam alt sınırında yaşadığı gerçeğiydi. Biz bu haberle sadece ölümcül olan gaga darbelerinin durduğunun haberini aldık. Yani çalışanlar ekmek, süt alabilecekler ve belki çocuklarını hastaneye yetiştirebilecekler. Ama gagalanma devam edecek sadece gaga darbeleri öldürmeyecek.

Nedir bu "gagalanma" derseniz: Literatürde gaga darbeleri hiyerarşisi diye bahsedilen bir kavram var. Kavram, “gagalama sırası”, “besini ve cezalandırmayı hak etme hiyerarşisi” olarak da geçiyor literatürde. Bu kavramı ortaya koyan Norveçli zoolog Thorleif Schjelderup-Ebbe, insan ve hayvan eylemlerinde öncelik sırası sorununu ele almış. Çalışmasında çiftlik avlularını gözlemlemiş ve tavukların dayatılan bir hiyerarşi nedeniyle, dağıtılan tahıla aynı anda atılmadıklarını keşfetmiş. İlk yiyen, geri kalanların hepsine gaga darbesi vurma hakkına sahipmiş. İkinci yiyen birinciden gaga darbeleri alıyor ve bu açık hiyerarşiyi sürdürerek kendinden bir altta geleni gagalıyor; zincirdeki son tavuk da ya kendini gagalıyor ya da civcivlere sataşıyor. Bu şekilde devam eden şemanın benzer şekilde; hayvanlarda ve insanlardaki toplumsal hiyerarşilerde de gözlemlendiği belirtiliyor (Schutzenberger, 2014).

Şimdi hızlıca zihnimizde bu toplumsal hiyerarşiyi ülke gündemine ve kendimize uyarlayalım. Zihnimizde bir şeyler uyanmış olmalı, çünkü bir şekilde yaşamımızda karşılığı var bu hiyerarşinin. Bizlerin kaçıncı tavuk olduğu ilk olarak içine doğduğumuz aile ile belirleniyor. Sonra sıralamamızı değiştirmek için bir sürü meselenin, zorlanmanın içine giriyoruz. Tüm güçlüklere rağmen bu gagalanmayı kader olarak ele almayıp bir şeyler yapmaya çalıştığımızda da elimize kelepçeyi, zihnimize de prangayı takıyorlar. Aldığımız ceza ile ya eylemlerimiz sönecek ya felçli yaşamımıza geri döneceğiz ya da sıralamayı değiştirmenin bize getirdiği ruhsallığın cezbeden tarafıyla ilgilenip kendimizi motive edeceğiz. Peki bu motivasyon sürecini deneyenler olarak bizler neler yaptık? Mesela okuduk “hekim olduk” dayak yedik, “öğretmen olduk” atanacak kadro bulamadık, “mühendis olduk” tüm zamanımızı kapitalist sisteme hediye ettik, “bilim insanı olduk” çalışmalarımız için fon bulamayıp yurt dışına göçtük. Bu ideal yolla geldiğimiz yerde bile ceza ile karşılaştık. Neden böyle oluyor dersek, aklıma sadece ilk tavuğun bize hiç yardım etmediği geliyor. Şimdi bu işe geri alınmalara, hakların verilmesine seviniyoruz ancak terbiye edildiğimiz şekilde üretimi sürekli devam ettirmeye ve kendimizi yok etmeye de devam ediyoruz. Bu süreçte itaat ettiren özneler “yaptıkları zamları” kendilerine kullanıp daha fazla “zamana”, “nesneye” ve “ruhsal iyi oluşa” sahip olurken; performans öznelerine direnişle verilen azıcık pay azıcık mutluluk hissettirse de sorgulamaya, anlamaya çalışmaya devam etmeliyiz. Artık kalın incelene kadar ince üzülmesin, zenginin gönlü olsun diye fakirin canı çıkmasın. Evveliyattan beri orada, baş ucumuzda duran mesele de artık durmasın.

*Klinik Psikolog

Kaynakça
Schützenberger, A. A., (2016). Psikosoybilim. İstanbul: Kültür Yayınları (2016).