Beton yığınına dönüştürülen Malatya'da daha kaç yüreğe kor düşecek?
Derin bir uykuya dalarken' Coğrafya Kaderdir’ sözünün geçersizliğini, artık yöneticiler için istatistiki bir rakam olarak açıklanacağımız gerçeğini zihnime kazımaya çalışıyorum.
Hasan Aydın*
Maraş merkezli 6 Şubat' ta meydana gelen 7.7 ve 7,6 şiddetindeki depremlerin büyük can ve mal kaybına neden olduğu merkezlerinden biri de Malatya idi.
6 Şubat 2023 günü saat 4.17 de 7.7’lik şiddetli sarsıntı ile saatin önce yelkovanı, sonra akrebi aniden durdu, sabitlendi. Bir gün veya daha sonrasına dair var olan umutlarımız, hayallerimiz bir anda yerle bir oldu.
Çok katlı ve malzemeden çalınarak, mevcut kurallara, yönetmeliklere uyulmayarak kuralsızca yapılan evlerimiz, yeraltından gelen büyük bir uğultunun ardından saniyeler içinde ard arda yıkılarak çoğumuz için bir tabuta, mezara dönüştü. Aşırı rant hırsıyla Tecde, Barguzu (Bostanbaşı) ve Yakınca'nın yeşillikleri, verimli toprakları talan edilerek 10-12 katlı apartmanlara dönüştürülüp, her daire milyonlarca TL'ye alıcı bulurken sonun böyle acı ile biteceği düşünülmemişti.
Sabahın erken saatlerinde yapılacak kahvaltıdan sonra işe, fabrikaya, okula, dükkâna gidilecek, belki de uzun süredir görülmeyen dostlarla görüşülüp anılar tazelenecekti. Ama gecenin karanlığında pusuda bekleyen deprem, tüm bunlara izin vermedi. Canlarımızı, aldı bizden.
Sokak köpeklerinin uzun süreli havlamalarının ardından, önce yanan lambalar söndü. Korkunç gürültünün ardından gecenin kasveti şehrin üzerine çöktü. Önce yattığım yatak, sonra oda, devamında da tüm bina sanki altımdan bir o yana bir bu yana kayıp gidiyor. Uyku mahmurluğu ile telaşla koridora çıkıyorum. Önce kapıya, sonra kapı dışındaki merdivenlere ulaşmak istiyorum. Koridor dar, adım attıkça sanki uzuyor. Adımlarım ilerlememi sağlayamıyor. Kendimi sanki bir yürüme bandı üzerindeymişim gibi hissediyorum. Koşuyorken çarpıyorum duvara. Duvar, sanki nereye gidiyorsun dercesine büyük bir sarsıntı ve çökme ile durduruyor beni. Yıkılıyorum yere. Toz duman içinde, dizlerimin üzerinde sürünerek yıkılan duvarın öte tarafına geçmek istiyorum. Bir an vazgeçip, geriye mi dönsem diye düşünüyorum? Dönmek belki de sonsuzluğa giden yol olabilir. Ama bunu düşünürken bir an gözlerim kararıyor. Geriye gitmek de işe yaramıyor. İki beton yığını arasında kalıyorum. Büyük bir uğultu ile çöken apartmanın hangi bölümünde olduğumu da bilmiyorum. Zifiri karanlık içinde gözlerimin son çırpınışları ile etrafımı seçmeye çalışıyorum.
Bekledikçe zaman kavramını yitiriyorum.
Üzerimde büyük ağırlığını hissettiğim beton bloğun bir kısmı sallanırken, bir kısmı da hiçbir şey olmamış gibi öylece bana bakıyor.
Oynatabildiğim ellerimle ayaklarımı, ayaklarımda küçük titremelerle üzerinde bulunduğum zemini yokluyor.
Bağırmak istiyorum. Ama bir el sanki boğazımı sıkıyor. Benimle geleceksin dercesine.
Direniyorum, var olmak istiyorum, ölüme yaklaşmış olsam da.
Ne kadar zaman geçti, bilemiyorum. Ara sıra dalar gibi oluyorum. Çocukluğumu, ailemi, arkadaşlarımı, mahallemi, adaletsizlikleri, baskıları ve özveriyle verilen mücadeleleri, güneşin doğuşunu, dağlarda baharın gelişi ile birlikte kekik toplayışımızı, Hasanbey kayısısının leziz tadını, göğün mavisini, yoğun bir çalışma sonunda köz ateşinde demlenip içilen buharı tüten çayı anımsıyorum. Diğer yandan bu yaşananların kötü bir rüya olmasını istiyorum.
Kar yağışı ve ardından oluşan kuru ayazın soğuğunu iliklerime kadar hissediyorum. Ama en çok bu olanlar karşısında kalbim üşüyor.
Dışarıdaki rüzgârın ıslık çalan sesini ve uğultuları kısa bir uykunun ardından acılar içinde artık duyuyorum. Yakınlarımın, dostlarımın akıbetini düşünüyorum. Belki diyorum, bu yıkım sadece bizim binayla sınırlı. Belki de ildeki esnaflar şimdi dükkanlarını açmışlar, Bakırcılar çarşısında Ahmet usta koca bakır bir kazanı bir ritim tutturarak örs üzerinde dövüp nakışlıyordur. Şire pazarı esnafı yine ürünlerini pazarlamak için dükkanının önünde tezgahlarda sergiliyordur. Sinan et lokantası öğle yemeği için tandır kebabını fırınına sürmüştür.
Yeşiyurt caddesindeki Kemal Özalper İlkokulu'nun sevimli, zeki ve çalışkan öğrencileri belki de derse yetişmenin telaşındalar. Paşa Köşkü'ndeki kimi tanıdık dostlar köşedeki kahvede yine memleket meselelerine kafa yoruyor, habire tartışıyorlardır.
Bekliyorum, bu karanlık dipsiz kuyuda. Susuzluk, açlık ve soğuk bedenimin dayanma gücünü giderek azaltıyor. Belki de susuz kalmamdan ötürü böbreklerim iflas etme seviyesine gelmiş olabilir. Bir ara zihnim karanlığın dehlizlerinde dolaşırken, bir an toza bürünmüş göz kapaklarımı son bir güçle aralayıp çevreme bakıyorum. O da ne? Çok az da olsa dışarıdan bulunduğum yere doğru sızan ışığı görüyor ve enkaz üzerinde gezinenlerin seslerini duyuyorum. Cılız sesimle bağırmak istiyorum. Ama nafile, sesim çıkmıyor. Bir süre sonra da sesler kesiliyor.
Derin bir uykuya dalarken' Coğrafya Kaderdir’ sözünün geçersizliğini, artık yöneticiler için istatistiki bir rakam olarak açıklanacağımız gerçeğini zihnime kazımaya çalışıyorum. Ve diyorum ki bu coğrafyada bu kadar ölüm ve yıkıma kimlerin ihmalkarlığı neden oldu? Daha önceki depremlerden bir ders çıkarılıp neden şiddetli depremlere dayanıklı binalar, konutlar inşa edilmedi? Hiçbir uzvu tam olmayan, gözsüz, dilsiz bu cesetleri kim bıraktı yüreklerimize? Kim bilir daha kaç ailenin yüreğine kor düşecek şafağın ayazında?
Ölümleri, toplu felaketleri ' kader planına' bağlamak kolaycılığı giden canları geri getirebilecek mi?
Yıllar yılı toplanan vergiler bu günler için neden ayrılmaz ki? Arama kurtarma kuruluşları enkaz bölgelerine neden geç ulaştılar? Bunun izahı niçin gerçek anlamda yapılmadı? Gelen yardım ve bunların dağıtımı ile ilgili koordinasyon aksamaları hep devam edecek mi?
Çadır ve su ihtiyacı depremden bu yana bir ay geçmesine rağmen neden tam çözülemedi?
Televizyon ekranlarındaki açıklamalar, vaatler ' cek' veya ' cak' la biten cümleler enkaz altında donup ölenleri, ya da yıkılan hastanelerin yoğun bakımında ölüme terkedilenleri geri getirebilecek mi?
Artık ağaçlarda asılı tek yaprak kalmadı. Güneş doğacak mı bu topraklarda?
*Emekli Eğitimci